Bir Delikanlının Hikâyesi. Гюстав Флобер. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Гюстав Флобер
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-41-9
Скачать книгу
rağmen) fikirleri hiç de yüce değildi. Bay Marrast’ın üslubunu Voltaire’in üslubuyla, Polonya üstüne “duygulu” bir şarkı yazdığı için Matmazel Vatnaz’ı Madam de Stael’le kıyaslardı. Nihayet Regimbart dırdır edip herkesi, özellikle Deslauriers’yi bıktırırdı; çünkü Vatandaş, Arnoux’nun sıkı fıkı dostuydu. Oysa kâtip, işine yarayacak kimselerle tanışmak düşüncesiyle, Arnoux’nun evine sık sık gitmeye can atıyor, “Ne zaman beni götüreceksin yahu?” diyordu. Arnoux’nun işi başından aşkınmış veya yolculuğa çıkıyormuş; sonra, zahmet edip gitmeye kalkmasın, yemek ziyafetlerine son verilmiş.

      Frédéric, gerekirse dostu için canını da feda ederdi. Ama kendisi, mümkün olduğu kadar iyi görünmeye çalıştığından, kendi konuşmasına, hareketlerine ve Art Industriel’e hep eldivenle gitmeye varıncaya kadar üstüne başına çok titiz davrandığından, Deslauriers’nin eski kara elbisesiyle, savcı edasıyla ve kendini beğenmiş söylevleriyle Madam Arnoux’nun hoşuna gitmemesinden, kendisini bu kadının yanında zor duruma düşürmesinden, küçük düşürmesinden korkuyordu. Her dediğini yapmıştı. Ama bu kendisini çok rahatsız edecekti. Kâtip, Frédéric’in sözünü yerine getirmek istemediğini anlamıştı. Onun susuşu kendisine ağır bir küfür gibi geliyordu.

      Deslauriers, Frédéric’e mutlaka kumanda etmek, onun gençlik ideallerine göre geliştiğini görmek isterdi. Tembelliği karşısında, bu bir söz dinlememek ve bir ihanetmiş gibi isyan ediyordu. Zaten aklı fikri hep Madam Arnoux’da olan Frédéric, sık sık kocasının lafını ediyordu. Deslauriers de bir aptallık tiki gibi her cümlenin sonunda, belki günde yüz defa Arnoux adını söyleyerek bıkkınlık vermeye başladı. Kapı vurulunca, “Girin Arnoux.” diye karşılık verirdi. Lokantada “Arnoux’nun yediği” Brie peynirinden isterdi. Geceleyin kâbus görmüş gibi yapıp “Arnoux, Arnoux!” diye gürleyerek arkadaşını uyandırırdı.

      Sonunda, bir gün, Frédéric, usanıp acıklı bir sesle “Kes bu Arnoux lafını artık!” dedi.

      “Katiyen!” diye kâtip karşılık verdi.

      Hep o! Her yerde o! Yakıcı veya soğuk,

      Arnoux’nun hayali…

      Frédéric yumruğunu kaldırıp, “Susacak mısın sen?” diye bağırdı. Sonra tatlılıkla ekledi:

      “Beni üzen bir konu olduğunu biliyorsun bunun, pekâlâ…”

      Deslauriers “Aman! Affedersin, babacan…” diye yerlere kadar eğilerek karşılık verdi. “Bundan böyle matmazelin sinirlerine saygı gösteririz. Bir kere daha affet! Bin kere özür dilerim.”

      Böylece şaka sona ermiş oldu. Ama üç hafta sonra bir akşam Frédéric’e “Bana bak, biraz evvel Madam Arnoux’yu gördüm.” dedi.

      “Nerede?”

      “Dava Vekili Balandard’la beraber Adliye Sarayında. Orta boylu, esmer bir kadın değil mi bu?”

      Frédéric başı ile “evet” dedi. Deslauriers lafı açsın bekliyordu. En küçük bir hayranlık üzerine bütün içini dökecekti. Deslauriers’yi sevmeye tamamıyla hazırdı; oysa öteki hep susuyordu; nihayet dayanamayıp ilgisiz bir eda ile Madam Arnoux üstündeki düşüncelerini sordu.

      Deslauriers “olağanüstü hiçbir şeyi olmamakla beraber, oldukça iyi” bulmuştu.

      “Ya, öyle mi?” dedi Frédéric.

      İkinci imtihan devresi olan ağustos ayı gelip çattı. Öğrencilerin dediklerine göre, dersleri hazırlamak için on beş gün yeterdi. Frédéric’in kendine güveni vardı. Muhakeme Usulleri Kanunu’nun ilk dört bölümünü, Ceza Kanunu’nun ilk üç bölümünü, cinayet soruşturmasının birçok parçalarını ve Medeni Kanun’un Poncelet’nin şerhleriyle beraber bir bölümünü hemen yuttu. İmtihandan bir gün önce Deslauriers onu sabaha kadar müzakere etti; son bir çeyrek saatten de faydalanmak için yürürken kaldırımda sorular sormayı sürdürdü.

      Birçok imtihanlar aynı zamanda yapıldığından avluda büyük bir kalabalık vardı, Hussonnet ile Cisy de kalabalığın arasındaydı. Herkes arkadaşlarının imtihanlarında olsun bulunmak istiyordu. Frédéric giyilmesi âdet olan kara cübbeyi sırtına geçirdi, sonra peşinden gelen kalabalıkla ve üç başka öğrenci ile perdesiz pencerelerden ışık alan büyük bir odaya girdi, duvarlar boyunca sıralar uzatılmıştı. Odanın ortasındaki yeşil çuhalı masanın etrafına deriden iskemleler dizilmişti. Bu masa imtihan olacakları, hepsi kırmızı cübbeler giymiş, omuzlarına hermin kürklerini atmış, başlarına sırma şeritli takkeler giymiş imtihan heyetinden ayırıyordu.

      Frédéric sırada sondan öncekiydi, kötü bir durumdu bu. Anlaşma ile sözleşme arasındaki fark üstüne sorulan bir soruya sözleşme ile anlaşmayı birbirine karıştırarak karşılık verdi. Babacan bir adam olan profesör, “Şaşırmayın bay, kendinize gelin.” dedi.

      Sonra, iki kolay soruya karışık karşılıklar alınca dördüncüye geçti. Daha başta böyle bocalamak Frédéric’in maneviyatını bozdu. Kalabalığın içinde, karşıda duran Deslauriers henüz her şeyin kaybedilmediğini işaret ediyordu. İkinci defa ceza hukuku üstüne sorulan sorulara geçecek kadar karşılık verdi. Ama üçüncü bir kişi tarafından yazılıp vasiyet sahibi tarafından imzalanan ve noter tarafından onaylanan vasiyetname ile ilgili üçüncü sorudan sonra mümeyyiz düşüncesini belli etmeyince büsbütün kederlendi. Çünkü Hussonnet alkışlayacakmış gibi ellerini birleştirdiği hâlde Deslauriers ikide birde hep omuzlarını silkiyordu. Nihayet muhakeme usullerine sıra geldi. Yargıcın kararına itirazın ne olduğu sorulmuştu. Kendi nazariyesine zıt nazariyelerin ileri sürüldüğünü işitip sinirlenen profesör sert bir eda ile “Bu sizin kendi fikriniz mi bayım?” dedi. “Medeni Kanun’un 1351. maddesindeki prensibi bu olağanüstü itiraz yolu ile nasıl bağdaştırıyorsunuz?”

      Bütün gece uyumadığı için Frédéric şiddetli bir baş ağrısı duyuyordu. Panjurun aralıklarından giren güneş yüzüne vurmuştu. Yerinde sallanıyordu, bıyığını çekiyordu.

      Sırma takkeli adam “Karşılık bekliyorum!” dedi.

      Frédéric’in hareketine sinirlenmiş olacak ki “Karşılığı sakalınızın içinde bulacak değilsiniz!” diye ekledi.

      Bu acı alay dinleyicileri güldürdü; bundan hoşlanan profesörün yüzü güldü. Erteleme ve müstaceliyet7 üstüne iki soru daha sordu, sonra başını “peki” manasında önüne eğdi. İmtihan bitmişti. Frédéric koridora çıktı.

      Hademe cübbeyi çıkarıp elbiselerini giydirirken, dostları etrafını almışlar, imtihanın sonucu üstüne birbirini tutmaz sözler söyleyerek kafasını şişirmişlerdi. Çok geçmeden salonun giriş yerinde çınlayan bir ses “Üçüncü… İkmale kaldı!” diye sonucu ilan etti.

      “Ambale oldun!” dedi Hussonnet. “Haydi gidelim!”

      Kapıcı odasının önünde, yüzü kızarmış, heyecanlı, gözlerinin içi gülen, alnında bir zafer halesiyle Martinon’a rastladılar. Son imtihanını kazasız belasız atlatmıştı. Şimdi bir tez hazırlamak kalıyordu. On beş gün içinde hukuk mezunu olacaktı. Ailesi bir bakanı tanıyormuş, “iyi bir meslek hayatı” başlıyormuş.

      “Şu herif bile seni geride bıraktı.” dedi Deslauriers.

      İnsanın başarısızlığa uğradığı işlerde budalaların başarı kazandığını görmek kadar insanı küçük düşüren bir şey yoktur. Canı sıkılan Frédéric, “Vız gelir!” diye karşılık verdi. Onun gözü daha yukarılardaydı, Hussonnet gitmek için davranır gibi olunca onu bir kıyıya çekti.

      “Tabii,


<p>7</p>

Müstaceliyet: İvedilik. (e.n.)