“Geçenlerde bir görüşmemizde seyahat için üç bin altın kadar tahmin ediyordun. Şimdi ise bin altı yüzü de yeterli görüyorsun. Acaba evvelki tahmin yüksek mi idi? Yoksa şimdiki tahmin mi azdır?”
“A gözüm! Seyahat denilen şey bir bina değildir ki kaç kuruş masraf gidecek diye bir keşif defteri yapılsın! Eğer bazı kibarın seyahatleri gibi seyahat edecek olursak o zaman bir tahmin mümkün olursa da bu tahmin dahi doğru olamaz. Çünkü seyahatte insan ne kadar parası varsa o kadar sarf eder. Hâlbuki seyahat hususunda bir de Orta Asya’dan ibret almalıdır. Herifler dilenerek dünyayı dolaşırlar.”
“Öyle ama onlar İslam memleketlerinde dolaştıklarından kendilerine sadaka verenler bulunur. İslam memleketlerinin dışına rahatlıkla çıkmak mümkün olur mu?”
“Elde keşkül14 sokaklarda gezilemez ise de başka türlü medet ve yardım isteme dahi mümkün olur. Lakin işte bizim ona dahi ihtiyacımız kalmadı. Bin altı yüz lira ile en az bin altı yüz gün seyahat edebilirim. Daha fazlası da ne lazım?”
Hicabi Bey gerçi bu miktar bir para ile uzun uzadıya seyahat edebilmenin mümkün olduğunu teslim etti. Ancak İslam memleketlerinde olduğu gibi onun dışında da dilenerek seyahatin mümkün olduğu meselesini Suphi Efendi’nin izah etmemesi Hicabi’nin bu konuda şüphelenmeye devam etmesini gerektirdi. Dolayısıyla bunu da arkadaşına sordu. Suphi dedi ki:
“Bazı gazetelerde hiç görmedin mi? Mesela Orta Asya seyahatinden dönmekte olduğundan bahisle filanca zatın falan yerde bir konferans vereceği ve o konferansta gördüklerini anlatarak herkesi bilgilendireceği ilan olunur ki bu toplantılara giriş için çoğunlukla fazlaca bir ücret koyarlar ve toplantıya gelinmeyecek olsa bile biletlerini kabul ve ücretlerini vermeleri için kibara gönderirler. İşte bu konferansların hasılatı o seyyaha yardım olur. Bir de trenlerde, vapurlarda fakir olan seyyahlar için parasız gidiş biletleri alınabilmesi mümkündür. Bunun için de bu hususta tecrübeli bazı kişiler tarafından tavsiyeler alınarak kumpanyalara müracaat olunabilir. Kısacası ilmî ve fennî dernekler seyyahlara yardım parası verebilecekleri gibi seyahat esnasında birtakım manastırlarda, falanlarda insan kendisini misafir kabul ettirebilir. Hele Avrupa medeniyetinden biraz uzakça bulunan memleketlerin hepsinde ve âdeta vahşiler diyarında bile yolcular haklarında misafirperverlik öteden beri geçerli olduğu gibi bundan sonra dahi olagidecektir. İşte insan medet ve yardım isteme külfetine katlanacak olursa parasız seyahat dahi mümkün olabilir ise de seyahatten maksat tabiat kitabını okumak gibi büyük bir istifade ise o meşguliyet bir tarafta dururken diğer taraftan nereye başvursam da bir yardıma nail olsam diye zihni meşgul etmek doğru olamaz.”
“Demek oluyor ki seyahat merakı seni buralarını araştırmaya kadar sevk etti ha?”
“Sorar mısın a kardeş sorar mısın? Kaç defa başımı alıp çıkıvermeyi kurdum ise de cesaretsizlik engel olmuştu.”
Suphi zaten geç vakit gelmiş idiyse de seyahat imkânının belirmeye başlaması üzerine o kadar sevinmişti ki gözlerine uyku girmediğinden gece pek geç vakte kadar Hicabi ile hep şu seyahat sözlerini uzattı gitti. Ondan sonra Suphi’nin gözleri kapanarak yatağı içinde uykuya daldı ise de gözlerini kapadığı anda rüya gören bâtıni gözlerine yeniden seyahat yolu görünmeye başladığından sanki hiç uykuya varmamış da gözleri kapalı olduğu hâlde konuşuyormuş gibi yine hep seyahat meselesini sayıklamakta idi.
Hicabi’ye gelince: Suphi Bey’den sonra dahi onun gözlerine uyku girmedi. Seyahat meselesi gözünde büyüdükçe büyümeye başladı. Kendi kendisine dedi ki:
“Aksaray’da bir oda içinde dünyaya gel. İstanbul’dan dışarı çıkmaksızın büyü! Bu yaşa geldiğin hâlde henüz İzmit’e bile gidip görmemiş ol! Dört mevsim yirmi otuz defa birbirini takip etsin de seni hep İstanbul ufku içinde görsün. Ey insanoğlu! Bir coğrafya haritasına hiç ibret nazarıyla bakmıyor musun? Dünya yalnız senin bulunduğun noktadan mı ibaret? Daha bu kadar karalar, denizler var. Her karada İstanbul’a mahsus olan garipliklerden başka nice bin gariplik var. Ve denizde keza! Hâlbuki senin beşerî yaratılışın araştırmaya o kadar meyillidir ki yolda giderken herkes bir tarafa baksa ve o baktıkları tarafta hiçbir şey görünmese sen dahi mevcut olmayan şeyi görmek için yolundan kalarak durup bakarsın! Kıyafeti biraz garip olan bir adama tesadüf edecek olsan acaba bu nasıl adamdır diye şaşkın bakışların derhâl onun üzerine dikilir. Ya dünyanın başka tarafları senin yaratılış ve araştırma güdünü neden gıcıklamıyor? İstanbul’u gördün ise gördün! Anladın ise anladın! Bu dünyaya bir daha gelecek değilsin ki âlemin diğer taraflarını o ikinci gelişte seyredesin! Seyahat vasıtaları henüz düzenli olmayan yerlere gidemezsen de düzenli olan yerlere pekâlâ gidebilirsin. Bugün İstanbul’dan Amerika’ya kadar gitmek azmi de gitmekten başka türlü değildir. Yalnız vapurların ve trenlerin katedecekleri mesafenin uzunluğundan ibaret bir fark vardır.”
Biz Hicabi’nin kendi kendisine söylediği söze şurada son veriyor isek de Hicabi’nin kendi kendine olan hitabı bundan ibaret değildi. Hicabi bu konuşmayı uzattıkça uzattı. Âdeta sabah açılmaya başladığı hâlde biçare adamcağız hâlâ sigaraların birisini yakıp diğerini söndürmekte, hâlâ bu seyahat meselesini düşünmekte idi.
Zihninin karar kıldığı nokta, imkânın son derecesine kadar insan için seyahatin gerekliliğinden ibaret olup doğduğu yerden ölünceye kadar ayrılmayan bir adam için hemen hemen dünyaya hiç de gelmemiş hükmünün verilmesi gerektiği hükmüne kadar vardı.
Bu hükümde Hicabi’nin isabetini ve isabetsizliğini bilemeyiz. Biz burada bir muhakemenin hakemi veyahut mümeyyizi15 olmayıp bir vakanın anlatıcısı olduğumuzdan yalnız vakaları anlatmakla yetiniyoruz. Vakaların şimdi şu ana mahsus olan şekli ise Hicabi Bey’in zihninde şu düşüncenin belirmesinden ve kendi kendisine şöyle bir söz söylemesinden ibaretti:
“Cenabıhakk’ın insana iki göz vermesinden maksadı eğer ‘görmek’ ise insanın seyahat etmesi şarttır. Görmek hikmeti bize, etrafımıza bakmak lüzumunu hissettiriyorsa etrafımıza birkaç adım atmak lüzumunu da mutlaka hissettirmelidir. Gözlerini yalnız bir noktaya dikerek o noktadan ayırmayan insana eğer ‘deli’ diyebilmek mümkün ise seyahat etmeyen insana da bu sıfatı vermek mümkündür. Çünkü insanın içinde doğdu(ğu) şehir bütün dünyaya nispetle bir nokta olup insan elbette o noktadan gözlerini ayırarak biraz da diğer noktaları görmelidir.”
Hicabi Efendi şu sözde karar kıldığı esnada idi ki yatağı içinde kımıldanan Suphi Bey de şöyle bir sözle sayıkladı:
“Allah bile Kur’an-ı Kerim’inde seyahati tavsiye buyurmuş!”
Bu söz Hicabi’yi özel kararı üzerinde bütün bütün takviye etti ve destekledi. Derhâl “Onlara de ki: Yeryüzünde yolculuk etsinler! Öncekilerin akıbetinin ne olduğunu görsünler!” mealinde olan ayet-i kerime hatırına gelip tefsirde, hadiste, kelamda olan büyük bilgisi, kendisini ve ayet-i celilenin hikmetlerini göz önüne almak vadisine dahi sevk edince artık Hicabi seyahat şevkiyle Suphi’den fazla çıldırmaya başladı.
Suphi’nin uykuya varması dört saati geçmiş olduğundan ve Hicabi artık zihnî isteklerine kendi kendisine tahammül ve mukavemet etmeyi imkânsız gördüğünden arkadaşını ayağından çekip kımıldatarak dedi ki:
“Hey! Baba Suphi! Suphi Bey! Amma uyudun ha! Baksana artık sabah oldu. Ortalık açıldı. Aç sen de gözlerini bakalım.”
“Uf kardeş sus Allah’ı seversen!”
“O ne be? Öte tarafa döndü. Yine horlamaya başladı. Hey Suphi