– Cenabı İdikut, içimdeki bir sırrı söylememe izin verir misiniz? diye Tora Kaya’nın izin istemesi İdikut’u şaşırttı. Ama bu komutanın nasıl bir sırrı olduğunu merak edip ona gülümseyerek,
– Söyle bakalım nasıl bir sırmış? dedi İdikut.
– Biz bir kölenin kölesi olmak için mi gidiyoruz acaba? diyen Tora Kaya kendi hakanına ok attığının farkına varamadı. Bu yüzden İdikut’un gözleri fal taşı gibi büyüdü.
– Beşbalık’ta neden bunu söylemedin? dedi.
– Şimdi gerçeği söylesem! diye kekeledi ve
– Bunlar bu güne kadar şehir merkezi kuramamış, kale sur yapamamış. Cengizhan Kerulen nehri kenarından uzaklaşamamış. Pan Tekin dedem ise Uygur Orhun hanedanının merkezini Kara Kurum olarak kararlaştırmış ve büyük şehirler kurmuştur. O zamanda bunların Bodançara uruğundan türeyen ilk Moğol kabileleri olan Borulas, Odorkınlar, Oyratlar, Mangutlar, Pan Tekine bağımlı olmuşlar, sonra onlar Tangutlar, Besutlar, Hon hotan, Orulad olarak adlandırıldı. Bunlar da Uygur Orhun Hanedanına bağımlı olmuşlardı. Pan Tekin dedem Orhun’u terk edip göç ettiğinde gene bunlar bir araya gelemediğinden kendi aralarında birleriyle savaşıp bir haydut gibi birbirlerini, soydular! dedi.
Tora Kaya sözüne devam etmedi. Bavurçuk Art Tekin küçük kabilelerin kaderini Tora Kaya’dan iyi biliyordu. Fakat doğru bulmadığı fikirleri tekrar dile getirdi.
– Biz kölenin kölesi olmaya gitmiyoruz! Bunu bilmeniz gerek! dedi kesin bir sesle.
Tora Kaya yine de aldırmadan devam etti,
– Cengizhan’ın bu hareketinde, yani Uygurlar ile yakın irtibat kurmasında her halükarda iki niyet bulunmaktadır. Birincisi, Uygurları Moğol kültürüne çekmek ve eritmek; ikincisi ise yabancıları yabancıların eliyle mahvetmek ya da yakın komşularına saldırmak, uzaktakilerle dostluk kurmak. İkinci düşünce bence en tehlikeli olanıdır. İdikut’un ister gönüllü ister korkutularak bu ikisinden birini seçmesi gerekmektedir.”
– Şimdi bizim bu işe iki sebeple girmemiz gerek!dedi Bavurçuk Art Tekin ve devam etti.
– Ama ilk şart, Uygurlara zarar gelmesin diye!
– Sizin sevinmenizi çok istiyorum! dedi Tora Kaya.
– Beraber sevinelim! Fikrimizde sabit olalım! Bu göçebe, cahil, kültürsüz Moğolların bize haksızlık etmesine asla müsaade etmeyiz! dedi Bavurçuk Art Tekin.
– Ama Cengizhan da bir insandır. Onun vahşi bedevi kibirli haline bir bakalım. Tangut, Nayman ve Curcitleri perişan eyleyip daha mağrur olmaya başladı. Şimdi bize ve başkasına göz dikip irtibat kuralım diyor! diye karşılık verdi Tora Kaya.
– Bekleriz o zaman! En mühimi, Cengizhan ile bizzat görüşmek. Belki bize düşündüğümüz gibi kötü davranmaz?! diyerek Bavurçuk atını eyeri üzerinden kırbaçladı.
– Kağana çok itibar göstermeyelim! iyendi Tora Kaya’ya Bavurçuk.
– Karşılaştığımızda belli olur zaten, iyi mi kötü mü hepsini hissederiz. O ana kadar sabredelim
Onlar çok yürümedi, yem yeşil vadinin yem yeşil tepesine dikilmiş Cengizhan’ın karargâhı; büyük, geniş, görkemli Sarı Çadır, göründü.
– Tanrıya çok şükür! dedi heyecandan tüm vücudu sarsılan muhafız ve kırbacını başı üstüne kaldırdığı zaman has muhafızlar,
Kihe! kihe! kihe! diyerek, sanki Kağanın duymasını istiyor gibi her taraftan hep bir ağızdan bağırdılar. Bu sert, kaba sesler etrafta yankılandı.
Bavurçuk Art Tekin bu vadide beslenmekte olan ya da o yandan bu yana koşturup duran atlıları hiç görmedi. Fakat Sarı Çadırdan biraz uzakta bulunan yüksek ve büyük bir kazığa bağlanmış bir at dikkatini çekti. Bu Cengizhan’ın atıydı. Gök kubbe öylesine güneşli, hava öylesine temizdi. Güneş bu vadiyi ışıklarla sarmış, rüzgârlar bitkileri oynatıp tüm vadiyi dalgalandırıyordu. Çöpler arasında bir tane bile at gübresi bulunmuyordu. Vadi ev gibi temiz ve düzenli gözüküyordu. Ama ortada gölgelik bir ağaç bile yoktu.
Çok geçmeden, uzakta atlı askerler göründü. Onlar gittikçe çoğalıp Cengizhan’ın karargâhını yüzük şeklinde kuşattı. İdikut Devleti’nin hakanı Bavurçuk Art Tekin ve beraberindekiler, İdikut askerleri ve onların komutanı Tora Kaya, at muhafızı, at surlarının içinde kaldı. Bu hareket misafirleri çok duygulandırdı. Tepenin arkasında askerlerin karargâhı vardı.
– Mirza mahpus kaldık! diyerek Tora Kaya güldü ve İdikut’a baktı.
Derin duygularına güvenen İdikut bunu hapis değil, hürmet ihtiram olarak düşündü.
– Cengizhan ile hapis içinde konuşmayacağız ki! dedi Bavurçuk Art Tekin mağrur halde
– Endişe ve şüpheden uzak duralım şevketli Tora Kaya cenapları! Uygurlara büyüklük ve metanet yakışır!
– Yaratan Tanrım bize yardım etsin! diye mukabele etti Tora Kaya.
İdikut’un hızlı koşan savaş atları dizginleri çekildikten sonra yavaşlamaya başladı. Ama uzun yoldan gelen atların gözleri hâlâ yuvasından fırlamış gibi gözüküyordu.
– He barı!7 dedi İdikut.
Atlı ordu şimdi bu tarafa doğru koşarak geliyordu. Çok geçmeden atlı askerler sarı çadırdan başlayıp Bavurçuk Art Tekin’e kadar iki saf olarak dizildi. Bavurçuk Art Tekin gösterilen bu itibar (belki dalkavukluk) ve saygıdan dolayı sevindi. O hâlâ at üstünde geliyordu. Sarı Çadırdan başlayarak yüz adımlık mesafeye Kaşgar’ın güllü halısı, Hoten, Belh, İran, Buhara, Semerkant, Nişapur ve Bağdatlardan getirilmiş kırmızı halılar, Moğolların süt gibi beyaz kilimleri serilmişti. İdikut bu döşemeleri görünce durdu, ama gümüş ve yeşim taşından yapılmış eyerden inmedi.
Moğol askerleri,
– Kağan! Kağan! Kut sahibi! Şeref!
– Kağan Büyük! Kağan deniz!
– Geliyor! Kut sahibi geliyor! diye seslenerek sarı çadırı işaret ediyor, kurt gibi uluyorlardı.
Sarı Çadırdan büyük zat, sarı sakallı Cengizhan çıktı. Herkes susmuştu. Kağan, Bavurçuk Art Tekin önünde dikilip durdu. İdikut da at üstünde ona bakıyordu. Cengizhan iki adım ilerleyince İdikut attan indi ve ona doğru sakin adımlarla yürüdü. Moğol askerleri, – İdikut! Şanlı İdikut! diye bağırdılar.
Bavurçuk Art Tekin, Kağan’a değil vadiye bakıyordu…
Nehri takip ederek gelmekte olan atlı Noyanlar Cengizhan’ın karargâhtan çıkmasını bekliyormuş gibi gitgide çoğalmaktaydı. Onlar uzakta durup, biri karargâhın önüne, biri arkasına, bir grup askerse sağ ve sol tarafa geçerek İdikut ve beraberindekilere saygı gösterisinde bulunuyorlardı.
Kerulen Nehri ve etrafı çok güzel bir yerdi. Yem yeşil yaylak, nehir kenarında yetişmiş yaban söğüt ve dikenli çalılar, biraz uzaktaki yamaç ve tepelerde yetişmiş hayıtlar, çıngırak dikenler, kabuklarından toz duman kopan ve sertleşmiş timsah derisi gibi gözüken çınarlar boy gösterip etrafı gözetliyormuş gibi dik duruyor ve eğri dalları nehri gölgelendiriyordu. Etrafta gözün gördüğü her yer yemyeşil otlarla kaplanmıştı. Sesinden gür aktığı hissedilen nehir ve serin hava insana huzur veriyordu. Uçsuz bucaksız vadide açan çeşitli çiçeklerin hoş kokuları her taraftan geliyordu.
“Pan Tekin dedem bu bereketli Kerulen Nehri kenarında kaç defa otağ diktirip emirler verip