– Kutlu kağanım! Size İdikut’tan at getirdim. Şimşek hızıyla koşar. Sanki kanatlı kuşa benzer. Kişneyip duran o ata sizi bindirmeme izin veriniz!
Cengizhan’ın at binmeye pek meraklı olmadığını onun yüzünden fark etmek mümkündü. İdikut’un hediyesini almamaya çare yok. Hayır diye ters çevirse İdikut’un gönlünü kıracaktı. O zaman bu gönlü onarmak çok zor olurdu. Cengizhan bunu iyice düşündü. Bu yüzden Uygur misafirlerin isteğine uygun davrandı.
– Teklifinizi kabul ediyorum! dedi Cengizhan gülümseyerek. Yerinden yavaşça kalktı ve herkesin önünde dışarı çıktı. Kağanın özel muhafızları hemen onun yanına toplandı. İdikut’u takip eden Tora Kaya çabucak gidip kazığa bağlanmış atı alıp ipini İdikut’un eline tutuşturdu. Kendisi yeşim taşıyla süslenen eyeri atın sırtına yerleştirdi. At kişneyip ayaklarını kıpırdattı. Avuca benzeyen kulakları dik duruyordu. Onun etrafını kuşatan atlar kendisiyle beraber otlayan atlara benzemiyordu. “Cengizhan bu atı yabani at olarak görüyor olmalı.” diye düşünen Bavurçuk Art Tekin herkesin önünde Cengizhan’ın koltuk altından tutup ata binmesine yardım etti. Atın dizginini kağanın eline bıraktı. Cengizhan’ın ağır gövdesine rağmen at kımıldamadı bile.
– Uygur atı size yakıştı!dedi Bavurçuk.
Cengizhan, hayatta attan düşen insan değildi. Her hangi bir huysuz ata binerse ağır gövdesiyle onu aciz duruma düşürür, sert kırbaçlarıyla onu kendine alıştırırdı. Cengizhan, bir şey demeden ata bir kırbaç vurdu. Beşbalık atı kırbaç darbesine dayanamadı, kişnedi, ağır ayakları altında kazılan yer eşildi, toz dumanı göklere yükseldi. Cengizhan Kerulen nehrinin güney ve doğu tarafını atla dolaştı. Buraya toplanan Noyanlar, Kağanın hatunları Börte, Çahe, Kızı Altın Bike, Oğulları Cuci, Çağatay, Toli, Üketay, batur komutanlar Subetay ve özel muhafızları bunu büyük bir zevkle seyrediyordu. Cengizhan Beyaz Çadıra yaklaştığında, atın dizginini sert çektiğinde at direnerek hızlı koştuğunda onlar,
– Kağan! Kağan! diye bağırdılar ve muhafızlar kısa boylu atlarını koşturarak onun sağ ve sol tarafına yanaştılar.
At kendini kontrol edemeden Beyaz Çadır etrafında birkaç defa döndü… Kağan özel muhafızlarını yanına hiç yaklaştırmadı. Ayağını üzengiye dayayıp dizgini güçlükle çekti ve attan atlayarak indi. Atın boynunu geniş avucuyla okşadı ve
– Yorulmaz bir atmış! diye övmeye başladı.
– Gücü de yeterince varmış. Ona göre tepe ve düzlüğün hiç farkı yok!. Sanki bir insan gibi her yeri gözetleyerek koşuyor. Harika atlar beslemişsiz. Bu benim için büyük bir armağan!
Cengizhan, Bavurçuk Art Tekin’in elini eline koydu.
– Size at gerekse biz hiç esirgemeyiz! dedi İdikut rahat bir tavırla.
Cengizhan atın dizginini muhafızların komutanı Angurat Noyan’a verdi ve
– İyi bağla! Kaçarsa, seni binerek kovalarım! diye uyardı.
– Türkistan seferimizde bineceğim. Bu at sadece savaş için yaratılmış. Büyük, kanlı savaş meydanı bana yabancı değildir. O Müslümanların memleketi olan Türkistan, Karahanlılar…
Bavurçuk Art Tekin bu sözlerden sıkıldı, yüzü değişti. “Bu adam ne diyor? Ne söylediğinin farkında mı? Karahanlılar kim? Onlar Uygur kardeşlerimiz değil mi?” diye kendi kendine söylendi, dudakları titriyordu. Tora Kaya, Cengizhan’ın İdikut Devleti ile dost olmasının maksadını anlayıp endişe içinde yanmaya başladı. Pişmanlık onun kalbini ezdi. Bavurçuk Art Tekin, Kağan’dan çekinmeden,
–İdikut, kan dökülmesini istemiyor kudretli Kağanım! Uygur Orhun devletinde yaşayan atalarım, o aziz ceddim de öyle yapmışlardı!
Cengizhan’ın, Türkistan’da kimlerin yaşadığına hiç itibar etmediğini anlayan Bavurçuk Art Tekin cevap vermedi. Çok kurnaz olan Kağan, İdikut’u şimdilik rencide etmek istemedi ve onu rahatlatmaya çalıştı.
– Biliyorum, İdikut kan dökülmesini istemiyor. Ben de istemiyorum! dedi
Cengizhan iki elini yükseklere kaldırdı ve gülerek göğsüne koydu, – Benim ekmek ve tuzum hep İdikut ile beraberdir. Buyurun cenabı İdikut, eve girelim!
Bavurçuk Art Tekin İdikut’tan getirilmiş değerli sandığı onun eline verdi. Cengizhan oturanların önünde sandığı usulca açtı ve hafif bir soluk alarak içine baktı. Gözlerinde şimşek çaktı ve heyecanla bir süre baktı.
“Harika! Harika!” diye düşündü. Sandık içindeki altın gümüşleri elinin ucunda birden tutup göstermeye başladı.
– Bu değerli mücevherler İdikut’ta yapılmış değil mi? diye sordu Cengizhan, anlamak için.
– Ne kadar ince hüner bu! Bu nazik küpe, bu cilalı bilezikleri sizin mahir ustalarınız mı yaptı! diye anlamak için sordu.
– Evet, hepsini İdikut ustaları yapmıştır. Cenabı Kağan, sizi İdi-kut Devletine davet ediyorum. İsterseniz merak ettiğiniz o ustaları sizle tanıştıracağım!
– İstiyorum!
– Beklerim o zaman!
– Mahir ustalar Moğollara da gerek!
– Öyleyse onları size göndereceğim!
Cengizhan elini sandıktan çekmeden öylece durdu ve aniden güldü. Onun bu gülüşü memnun olduğundan değil, belki “Bu kadar mücevher bende olsa ustaları bulmak benim için kolay.” diye düşündüğünden idi.
Ne gariptir ki o, Bavurçuk Art Tekin’in biraz önce söylediği samimi fikrine bir türlü inanamadı ve onu reddetti. Dinlemeyi de istemedi. O, “Her iş, güç ve zorbalıkla gerçekleşir.” diye kendine kendine söylendi. O karşısına çıkan her gücü yenip, her şeyi yutup sonra onu tükürmekle karşı tarafı korkutmayı istiyordu. Bavurçuk Art Tekin’i bir saniye bile dinlemediği halde sonunda İdikut’a baş eğeceğinin farkına varamadı.
Cengizhan’ın Bavurçuk Art Tekin ile olan ilişkilerini güçlendirmeyi unutmaması lazım. Oğulları da bu yolu takip etmenin gerekliliğini biliyor, İdikut’un Moğollara yaptığı iyilik için teşekkürlerini ifade etmek istiyordu. Ama onlar babasının izni olmadan ağzını bile açamıyordu. Onlar babasının kendini bir an önce toparlaması için Tanrıya gönülden yalvarmaktaydı.
Cuci babasına dimdik bakarak “Sen İdikut’a teşekkür et! Sen çok mutlusun! Çünkü Uygurlar sana hizmet edeceğim diye huzurunda oturuyor!” der gibi dudaklarını kımıldattı. Asık suratlı Kağan göz kapağını biraz kaldırdı ve Cuci’nin neler düşündüğünü sezdi. Bu kez surat asmadı. Oğulları bunu görünce bir birine sevinçle baktılar. Cengizhan her ne kadar vahşi olsa da çocuklarına merhametliydi, onları seviyordu ve onlara bakarak kendini toparlıyordu. Kendi şan ve şöhretinin sadece Cuci, Üketay, Çağatay ve Tolilar ile ilgili olduğunu çok iyi biliyordu. O altın gibi batur çocuklarını hep “Altın Şura” diye adlandırıyordu. Bir büyük iş yapacaksa onlarla istişare meclisi düzenliyordu. O, böyle kahraman çocuklarını