– Hazırlıklar nasıl gidiyor? diye sordu İdikut.
– Düşündüğünüz ve buyurduğunuz gibi!
– Söyleyin bakalım Tora Kaya cenapları! Biz acele edip acemilik mi yapıyoruz?
Tora Kaya bu sözün mesajını anladı.
– Hayır! Önünüzde zikzaklı yollar, dar geçitler, dağ tepeler, engeller olacak tabii, “Eski düşman dost olmaz, eteği kessen kol olmaz.” sözünde olduğu gibi, eğer iki taraf bir birini düşman saymazsa işin başlangıcı iyi olacak.
– Ben Cengizhan’ı düşman olarak görmüyorum! dedi İdikut içtenlikle.
– Cengizhan da sizi dost görmüş olmalı, Cenabı hakanım! Siz, vatan ve gelecek nesiller için cesur bir adım attınız!
Bavurçuk Art Tekin kendini iyi hissetti.
– Gökteki yıldızlar yolunuzu aydınlatsın! Yıldızınız sönmesin! Kaldı ki vatana zarar gelmesin!
– İdikut Devletinin bağımsızlığı için zarar görürsek görelim! dedi Bavurçuk Art Tekin, kararlılıkla. Sonra biraz düşündü
– Dünyadan çekilmek bu dünyayı tamamıyla terk etmek anlamına gelmez, değil mi? dedi.
İdikut’un başka çaresinin olmadığını Tora Kaya biliyordu.
– Başka çare, başka yol yok! Başka menzil görünmüyor! dedi Tora Kaya, İdikut’a moral vermek için, – Cengizhan’ı kızdırmayın. Onun eteğinden tutmamız iyi olur.
İnsan gevheri kabiliyettir. Sizin de büyük işlere muktedir olduğunuza inanıyorum! dedi.
Bavurçuk Art Tekin ona memnuniyetle baktı.
– İyiye bakıp tefekkür et, kötüye bakıp şükret! dedi Bavurçuk Art Tekin bu sohbetlerden memnun,
– Filhakika, sözlerin doğrudur!
İyi arkadaş, samimi dost olan bu iki cesur, azametli insan bir birine destek verdi, ama bundan sonra ne olacağını, ülkeye ne felaketler, başlarına ne belalar geleceğini tam olarak bilemiyordu.
Bu uzun boylu yakışıklı yiğitler Beşbalık kırlarına gidip at koşturdu, dinlendi ve sonra evlerine döndü.
– Buraya gelin! dedi Bavurçuk Art Tekin. Tora Kaya atını koşturup İdikut’un yanına geldi.
– Cengizhan’a nasıl armağanlar götürürüz? Aklınızda bir şeyler var mı?
– Evet! Hepsi aklımda! dedi Tora Kaya ve onları tek tek saymaya başladı.
– Armağanlar için kervanlar tahsis edildi. Yük taşıyacak beş yüz deve, üç yüzden fazla yeşim taşı, kırk çeşit nişadır tuzu, binlerce top yün kumaş götüreceğiz. Yeşim taşıyla süslenen eyer ve gemler de var. Atların sayısınca gümüş tabaklar, güllü kumaştan yapılmış geniş kaftan, altın kemerler var. Kağanın Börte adlı hatununa yüz çeşit giysi, üç yüz tane gümüşten yapılan kâse, çocuklarına birer eyerli at hazırlandı. Bununla birlikte elmas, güzel kokulu eşyalar, inci, ak şahin, akrep, baharat ham maddeleri, kulan derisi, at derisinden işlenmiş kürklü kaftanlar var. Büyük oğlu Cuci’ye kürk giysiler, terlik, yakutlarla süslenen kemerler, böken boynuzu, kırmızı tuz, güllü kumaş, pamuk ve yün kumaş, ipek, Tibet öküzü kuyruğu götüreceğiz. Eşyalar yüklenmiş at ve develer yola çıkmamızı bekliyor!
– Güzel! dedi İdikut memnuniyetini ifade edip,
– Büyük bir iş başarmışsınız. Ben Şaykım’ın mumyalanan başını götürürüm! Yine de bir tane dökme demir gürz ekleyin. Bu defa yolculuğumda Cengizhan’ın kılıcını bir deneyeyim bakalım! dedi ve güldü.
Tora Kaya bu tebessüme katıldı.
– Belki Cengizhan sizinle karşılaşmanın başka bir yolunu bulmuştur.
– Elbette, doğru. Tora Kaya cenapları, siz de denemeyi seviyorsunuz değil mi? Karşılaşmaya hazırlık yaptınız değil mi? Cengizhan’ın canını biraz sıkmayı düşünüyorum!
– Aferin! Aferin! dedi Tora Kaya ona gülen nazarla bakıp.
Bavurçuk, Beşbalık’ta doğmuştu. Moğolca, Çince, Tibetçe biliyordu. Bu yüzden bu yolculuğunda tercüman bulundurmayı düşünmedi.
– Bana tercüman gerekmez. Moğolcayı biliyorum! dedi İdikut güvenle, – Yarın sarayda sizin vesilenizle ziyafet olacak. Tercümanı çağırmayasınız. Sarayda Atay Sali, Bulad Kaya, siz ve Tarkan Bilge Buka bulunsun! diye ekledi.
– Baş üstüne hakanım! Fermanınızı hemen yerine getireceğim! dedi ve ikisi iki tarafa gitti.
Bavurçuk Art Tekin’i Aygümüş Melike bekliyordu. İdikut’un önüne yakut fincanlar kondu. Aygümüş Melike gümüş demlikte demlenen çayı mutlu bakışlarıyla fincana döktü. İdikut, mutfakta pişirilen çeşitli yemeklerin güzel kokusunu aldı. Melikeye baktı, “Güzel yüzlü kadın! Melikeler olsa olsa böyle güzel olur! İşte nezaket, işte letafet!” diye içinden geçirdi. İnce sedef gibi dişleri, kırmızı çiçek gibi dudakları arasından parlıyordu. Bu dudaklar İdikut’u kendine çekti. Melike güzelliği yanında akıllı ve gururlu kadındı. Bavurçuk Art Tekin, Melikenin yönetim işlerine hiç karışmamasını; bir insan olarak hoş görülü, ağır başlı olmasını, nefsini terbiye edip hiçbir iş görmemiş gibi yaşamasını emrederdi. “Alışmış gönül tutuşsa da yanmaz.” sözündeki gibi Melike Bavurçuk Art Tekin’in bir saniye olsa da yanından ayrılmasına tahammül edemiyordu. İşte mesele bu idi. İdikut, Melikeye tekrar bakarak çay içiyordu. O, sarayda yaşanmakta olan işleri, Cengizhan’a neler armağan edeceğini Melike’ye anlatmayı istemedi. Ama kısa süre sonra Melike’den ayrılacağını söylemeden edemedi.
– İki gün sonra yola çıkacağım Melike’m!
Melike bir şey söylemeden parlak gözlerini sessizce İdikut’a dikti. Önce hiç üzülmedi. Biraz sonra yüzü değişti ve gözlerinde yaş belirdi. Ama yine de sabretti. Yolculuk nereye diye sormadı.
– Size iyi yolculuk diliyorum! dedi Melike dantelli başörtüsünü sedef gibi dişleriyle ısırarak.
– At izleri ve tezekleriyle dolu kırlara yolculuk edeceksiniz galiba? dedi endişelenerek.
– Evet, öyle bir mekâna gideceğiz! Cengizhan Baturun huzuruna gideceğim!
– Affedersin sevgilim! Bu sözü söyleyen dilim kesilsin, dişlerim kırılsın!
İdikut, Melikenin çekici bir afallayışını, sevimli hüzünlerini gördü.
– Oraya sığınmak için gitmiyorum melikem! dedi yumuşak bir biçimde, – Gönlünde şek şüphe olmasın!
İdikut’un bu sözleri Melikenin perişan gönlünü sakinleştirdi.
– Ben yemek getireyim! diyerek Melike mutfağa gitti, gül tabaklarda yemek ve meyveler getirip masaya dizdi.
– Buyurun, çok acıktınız belki! dedi Melike.
– Ya sen! Yemeyecek misin? dedi İdikut tebessümle.
– Ben! Size baksam yeter, kalbim aydınlanır!
– Öyleyse Melikem hiçbir şey yapmadan gece gündüz yanınızda oturayım! diye güldü İdikut.
– İyi olurdu! Emin olurdum!
– Ebedî beraber yaşayacağız!
Melike kalkıp eşinin sıcak ellerini tutarak ateşlenen yüzüne