Kendisi 1727 tarihinde vefat ettiği zaman erkek çocuklarından hangisinin şah olacağı hakkında halk ve taraftarlar arasında büyük bir kavga çıktı. Bu kavga üzerine dökülen kanlar haddini aştı. Bu anlaşmazlık üzerinden seneler geçtiği hâlde bir türlü halledilemeyip nihayet 1757 tarihinde hükûmetin başına geçen Mevla Sidi Muhammed, ortalığa düzen vermeye muvaffak oldu.
Fakat o zaman Sidi Muhammed’in verdiği düzen pek ehemmiyetliydi. Âdeta Avrupa düzenlerini kendi memleketinde yerleştirmeye teşebbüsle, birçok düzenlemeyi icra ve birtakım medeniyet ve ilerleme sebeplerine tevessül ederek hatta her sene birkaç talebeyi tahsil için İspanya mekteplerine talebeler göndermeye dahi başlamıştır. Lakin yine hesaba sığmaz birtakım prenslerin baştan çıkarmalarıyla yeni düzenlemelerin gâvur icadı şeyler olduğu ve şeran bu gibi bidatlerin kabul edilebilir olmadığı fikirleri halka yayılıyordu.
Bu yayılmaların ne kadar ehemmiyetli olacağı düşünmeye değerdir.
O kadar ehemmiyeti vardır ki işin üzerinden bir buçuk iki sene kadar vakit ancak geçerek büyük bir mutaassıplar fırkasının isyan bayrağını açmasıyla artık seller gibi kanlar akmaktan geri durulmadı.
İşte bizim Pavlos tam 1789 senesinde baş gösteren bu büyük ihtilalden bir sene önce Fas’a ayak basmıştı ki işe ne kadar mevsiminde yetişmiş olduğu ve böyle umumi bir kargaşalık arasında ne gibi külahlar kapmış olacağı ortadadır. İhtilal baş gösterinceye kadar Pavlos eline giren serveti hep Cadiz’e gönderip ihtilalin çıkması üzerine kaptığı külahları dahi oraya göndermekten geri durmadı.
Ancak bir hafta içinde birkaç renge giren ihtilal boraları, bir aralık kendi hizmet etmekte olduğu fırkanın aleyhine dönmekle Pavlos bu değişikliği de vaktinde haber alarak gizlice Tanca’ya ve oradan da deniz yoluyla Cadiz’e kapağı atmıştı.
Atmıştı ama Cadiz’de, asıl kendi gerçek namıyla yaşamak mümkün müydü? Heyhat! Namını değiştirme değil hatta simasını bile değiştirmeye mecbur idiyse de işin bu derecesine kadar muvaffak olamayacağı ortada bulunduğundan ileride işe bir suret verinceye kadar Cadizli ortağının evinde gizlenmeye mecbur olmuştur.
Bu gizlenme müddeti de ferah ferah iki sene kadar uzadı. Ancak bu müddet zarfında bütün bütün mahpus gibi bir hâlde de kaldı. Aralıkta bir öteye beriye seyahatler dahi ederdi ki Cartagena’ya gelip Cuzella’yı tanıması bu seyahatler esnasında vuku bulmuş ve nihayet mutlaka Cuzella’yı nişanlamak kararıyla, bu kere dahi yukarıda yazılı olduğu gibi Cartagena’ya gelmişti.
Pavlos hakkında buraya kadar verdiğimiz malumat üzerine, bizim için iki şekilde şüphe kapısı açıldı. Birisi bu adamın ticaret hususunda rivayet edilen şöhreti ne zaman kazanmış olmasıdır ki buna siz de şaşınız, biz de şaşalım. İkincisi ise Pavlos’un Cuzella’ya nişanlanmaya bu derece meyletmesine ve kendisi beğenilmeyecek koca olmamasına karşılık Cuzella’nın bu herifi sevmemesinin sebebidir.
Pavlos’un Cuzella’ya gösterdiği meyil ve rağbetin sebebi pek sade olup bu ise o asırda hemen bütün İspanya içinde fazilet ve irfanca kendisine denk olabilecek Cuzella’dan başka kız olamamasından ibarettir. Cuzella’nın bu zata nefret göstermesi dahi bizim kocakarıların tabirince “perisi hoşlanmamış” olmasından başka bir şeye yorulamaz.
İşte, hikâyemizin şimdiki derecesine göre aldığımız bu kadar malumatla yetinmeye mecburuz. Bu malumat üzerine icap eden izahatı, bize hikâyenin ilerisine doğru devam etmemiz verecektir.
Beşinci Bölüm
Sinyor Alfons, Sinyor Pavlos’a çekeceği ziyafeti tedarik edenleri bir takım telaşlı kumandalar ile boşuna meşgul etmemek için geldiği zaman, her şeyi hazır bulmak tembihleriyle çıkıp gittiği vakit, kararı gereğince doğruca iskeleye ve Pavlos’un uskunasına gitti.
Pavlos bu ziyarete bir nevi kendi ziyaretinin iadesi manasını vererek Alfons’u o yolda kabul etti. Hatta ziyaretinin iadesinde kendisinin Matmazel Cuzella tarafından da vekil olup olmadığını sorarak üstü kapalı şekilde kızın da niçin gelmediğini sorduğunda Alfons bu sorudan Pavlos’un meramını anlayıp Cuzella konakta kendisiyle uskuna ve çektiri kaptanları için bir kuşluk ziyafeti tertibiyle meşgul olduğunu söyledi ki bu şekilde kendilerinin davetli olduğunu da Pavlos’a anlatmış oldu.
Damat efendi işbu daveti memnunen, hem de fevkalade bir memnuniyetle kabul etti. Zira kızın yanında ne kadar çok bulunsa sevgisini kazanabilmek hususundaki muvaffakiyetinin de o kadar kolaylaşacağını hesap ediyordu.
Sofranın öğleyin hazır bulunması verilen karar gereği olduğundan tam zeval vakti Alfons ile Pavlos, kaptanları dahi beraber alarak konağa yöneldiler.
Geldiklerinde her şeyi hazır ve amade bulup hatta Cuzella giyinmiş kuşanmış olduğu hâlde kendilerini karşıladı.
Bu karşılama Cuzella için Pavlos gibi muhterem bir misafir hakkında yerine getirilmesi lazım gelen hürmet ve tazimi icradan ibaret idiyse de babasıyla Pavlos, yavaş yavaş imana gelmesine delil olduğu zannıyla pek ziyade memnun oldular.
Uskunanın kaptanı Jeany, henüz Cuzella’ya takdim edilmemiş olduğundan takdim edildi. Ve kaptan Cuzella’yı ne kadar hürmetle selamladıysa da Cuzella ondan aşağı kalmayan bir hürmetle selamını aldı.
O gün Pavlos ayağına bir siyah pantolon ve arkasına da yine siyah renkli kadifeden yapılmış gömlek giymiş ve onun üzerine de yine siyah kadifeden bir ceket giymişti. Kaptanların ikisi de o zaman maiyet gemileri kaptanlarına mahsus olan formayı giymişlerdi. Cuzella turuncu canfesten bir fistanı kendisine pek ziyade yakışık aldırarak giymiş ve babası ise her günkü kıyafetini asla bozmamıştı.
Gerçi misafirler yemeği hazır buldular. Lakin Cuzella’nın öğretmeni Marie dahi davetli olup henüz gelmemiş bulunduğundan biraz vakit onu beklemek lazım geldi. Bu vakti Cuzella kaptanlara iltifat ve Pavlos’un bazı kinayeli sözlerine mukabele ile geçiştirdiği gibi Alfons dahi kâh Pavlos’un yüksek fikirlerine şaşmak ve kâh kızına evlilik tekliflerinin kabulünü ima eder manalı laflar atmakla geçirmiştir.
Bu müddet yarım saat kadar uzadı. Nihayet Marie de görünerek Marie’nin misafirlere takdimi kaidesi icra olunduktan sonra hep birlikte sofraya oturuldu. Sofra üzerinde cereyan eden hâllerden birinci derecede dikkati çeken şey, Alfons’un, haddizatında oldukça oburlardan iken güya Pavlos’a bir nevi kibarlık göstermek gayretiyle yemeği kasten az yemesi ve Pavlos’un ise güya kendi sofrasında imiş gibi teklifsiz ve tekellüfsüz, istediği gibi yemek yemesi idi.
Lakırtı sırasına gelince, misafirler gemici bulunmak hasebiyle en evvel birkaç günden beri esmekte bulunan havalara dair birkaç kelime söylendi. Sonra yemeklerin güzelliğinden ve sofranın intizamından bahsedildi. Nihayet Alfons’un sırıtarak, yılışarak söz açması üzerine evlilik bahsine geçildi.
Alfons: (Marie’ye) “Rahibe kısmı evlilikten nefret göstereceğine dair verdiği sözü, ilk söz verdiği günkü kalbî kuvvet gibi bir kuvvetle muhafaza edebilir mi?”
Marie: (büyük bir zarafetle) “Efendim, bir şey sual ettiniz ki ehemmiyeti, bizim insanlık havsalasına sığmayacak.”
Alfons: “Niçin?”
Marie: “Çünkü kalp üzerine bahis açtınız. Kalplerin sırlarını bilmek kime nasip olur ki hatta o bilgiye dayanarak bir hüküm verebilmek mümkün olsun?”
Pavlos: “Evet, güzel cevaptır doğrusu.”
Alfons: