Kendisi henüz yirmi yirmi iki yaşında genç bir adam olup uzunca boylu ve boyunun uzunluğu balık eti denilecek kadar semiz olan vücuduna görünüşte bir incelik vermiş, incerek bıyıklı, kösece sakallı, mavice gözlü fakat yüzünün hatları bakışlara oldukça güzel görünen bir delikanlı idi. Bu delikanlı gence, yüzünün yuvarlaklığı da ayrı bir güzellik katıyordu. Suretinin bütününde, o kadar zekâ müşahede olunuyordu ki mübalağada mahareti olan bir adam, karşısında bulunan kimseyi sükûtuyla mat eder dese maharetine nispetle mübalağa edememiş olur.
Söz ustası idi. Fakat malum ya söz ustası olanlar cart cart ötmezler. Sözü zamanında ve yerinde söyleyip de az söz söylemekle işi yoluna koyabileceği gibi çok söz söylediği zaman halka usanç vermeyip tatlı tatlı dinlemeye mecbur ederdi.
Müstahzaratına8 nihayet yoktur. Lakin müstahzarat dediğimiz şeyin ne olduğunu bilir misiniz? Eğer gerek başkaları ve gerek kendisi tarafından hazır söylenmiş şeylerin ezberinde olduğuna inandınızsa hata edersiniz. Burada müstahzarat tabirinden muradımız, her mevkiye, her zamana, her hâle mahsus olan cevaplar kendisinin zaten müstahzarı imiş gibi derhâl ağzından fırlayıp inci tanesi gibi saçılmıştır. Yani Pavlos’a pek çabuk anlayışlı desek de olur. Çünkü leb demeden leblebiyi anlamak kendisi için işten bile olmayıp hatta karşısında bulunan adam leblebi dediği zaman verilmesi lazım olan cevaba kadar derhâl meseleyi kavrardı.
Bahsetmediği fen yoktu, söylemediği lisan dahi yoktu diyemeyiz. Zira dünyada iki binden fazla lisan olup bunların isimleriyle mahiyetlerini bilmek dahi büyük bir fen sayılır. Lakin ana dili olan İspanyolcayı ne kadar bilmekte ise Arap, Fransız ve İtalyan lisanlarındaki mahareti ondan da ziyade olup bunlardan başka ikinci derecede olarak Farsça, Türkçe ve Rumca bilirdi. Ancak ikinci derecede bildiği lisanlar dahi olur olmaz adamlar için övünülecek derecedeydi.
Demek oluyor ki Pavlos, zamanının bir tanesi idi. Hayhay! Hem hikâye yazarlarının sırf hayal ile meşgul olduklarına bakarak Pavlos hakkında verdiğimiz malumatı hayal zannetmemeli. Yukarıda dahi dediğimiz üzere bu zatın ismi İspanya, Fransa ve Fas tarihinde geçip Osmanlı tarihlerinde dahi geçmesi lazım gelirken tarihlerimizdeki hadsiz, nihayetsiz noksan sebebiyle anılması unutulmuştur. Durum daha sonra meydana çıkınca malum olur ya…
Yukarıda Pavlos’un Akdeniz’in her tarafında ismi meşhur bir tüccar olduğunu beyan etmiştik. Hâlbuki yine yukarıdan beri hâl ve şanı hakkında verdiğimiz malumata göre bu kadar ilim ve irfanın, bu derece fazilet ve olgunluğun bir tüccar adam için çok görüleceği hatıra gelmiyor mu?
Bizim hatırımıza geldi. Çünkü haber verdiğimiz malumatın derecesi en büyük bir devletin, en büyük bir diplomatı için bile fazladır.
Hem Pavlos gibi bir adam bu kadar şeyi ne zaman tahsil etmiş ve ticaretçe bu kadar namı ne zaman kazanmıştır?
Biz ticaretçe bu kadar namı ne zaman ve nasıl kazandığını bilemiyoruz. Gerçekten bilemiyoruz. Fakat tahsiline ve bir dereceye kadar da hayat hikâyesine dair malumatımız vardır.
Bu adam aslen İspanya’nın payitahtı olan Madrid şehri ahalisinden imiş. Biz onu layığıyla bilemiyoruz. Fakat henüz sekiz yaşındayken Madrid’de cizvitlerin en büyük mektebine girmiş ki bu mektebe on beş yaşından evvel girmek mümkün olamaz. Zira bahsettiğimiz mektep ilk bilgileri öğretmeyip en ileri bulunan öğrencilere mahsustur. İşte Pavlos’un bu mektebe sekiz yaşında girdiğini bilirsek de o zamana kadar ilk bilgileri nerede ve nasıl okuduğunu dahi bilemiyoruz. Şu kadarını biliyoruz ki bu mektepte tam yedi sene okuyup çıkan talebeye fen doktorası verilirken bizim Pavlos bu diplomayı dört senede, yani on iki yaşında iken aldı.
Nasıl aldı diye hayret mi ediyorsunuz? Bunda hayrete mahal yoktur. Her sene kendi sınıfının derslerinden dahi imtihan verdikten sonra, önünde bulunan sınıfın derslerinden dahi imtihanı geçeceğini istida eder ve o imtihanı geçip bir sınıf üst tarafa kadar atlardı. Zira Pavlos için huzur ve istirahat haram olup belli olan vakitlerde kendi sınıfının derslerini ezberledikten sonra, istirahat, oyun ve uyku için ayrılan vakitlerde de bir üst sınıfın dersleriyle meşgul olurdu. Yalnız belli olan yemek vaktini yemek için kullanırdı.
Hem tahsilde gayretinin şaşılacak ciheti yalnız bundan ibaret değildir. Fransız ve İtalyan lisanlarını tamamıyla ve Arapça ile Farsçanın ilk bilgilerini dahi yine bu müddet içinde öğrenmişti.
Bizim Pavlos’un hâllerinde gariplik görüp şaşıyorsunuz öyle mi? Öyleyse bir garipliğini daha görüp daha ziyade şaşınız.
Pavlos, Cizvit mektebinden diploma hem de pek iyi derecede diplomayı alarak çıktığı zaman, tam İspanya devletinin, bir taraftan İngiliz politikaları ve bir taraftan sömürgeleri bulunan İtalyan gayretkeşleri arasında bulunup, diğer taraftan da Cezayir korsanlarının bütün İspanya kıyılarını yağma ettikleri zamandı. O zaman İspanya’da Üçüncü Charles hükûmet etmekte olup tarihlerde Üçüncü Charles’ın hükûmet süresi aranırsa İspanya’nın nasıl bir felaket içinde bulunduğu görülür.
Bizim şeytan Pavlos, henüz büluğa erip de dünya demenin neden ibaret olduğunu yaradılıştan anlamaksızın zekâsıyla anlayıp, dünyada şanla ömür sürmenin, büyük bir servete sahip olmaya bağlı olduğunu bile kestirmişti. Yalnız bu değil, öyle kolayca ve çabuk zengin olmanın, politika işlerine girmeye bağlı olduğunu da anlamıştı.
Bu anlayış üzerine İtalya’yı İspanya’dan ayırmak isteyen partiye mahrem ve İngiliz politikasına alet olan güruha yaklaşmış olduğu gibi İspanya kıyılarını kasıp kavuran Araplarla bile muhabereye başladı. Gerçi kendisi on iki on üç yaşında bir çocuk idi. Fakat yaptığı hizmetlerde çocukluk hâli mâni olmak şöyle dursun, faydalı bile oluyordu. Zira akıl ve olgunluğunun pek pirane9 olması hizmet ettiği kesimlerce kabul edildikten sonra çocuk olması ve fakat pek zeki bulunması dahi İspanya hükûmet adamlarının kendisine iltifat etmelerine yol açtığından işte bu suretle hem İspanya’nın en büyük dairelerine girer çıkar ve hem de nihayetsiz irfanıyla kendi devletine karşı yukarıda geçen teşebbüslerde bulunabilirdi. Ama diyeceksiniz ki bu bir vatan hainidir. Hıyanet başka bir şeydir, dirayet başka. Sözün kısası, İspanya devletinin muhaliflerince bu çocuğun önemi o kadar arttı ki her politikanın mihveri kendi elinde gibi bir dereceyi buldu. Pavlos’un bu kadar başarılı hareketleri yedi sekiz sene kadar devam edebildi. Bu devam ise başarısının en büyük derecesine delil olabilir. Çünkü en tehlikeli bir işte bile asla ipucu vermeyerek bu kadar müddet devam etmek, yarım asır tecrübeler arkasında zaman geçirip de güya kemale varmış olan yaşlılara bile nasip olacak bir şey değildir.
Nihayet Cezayir korsanlarıyla muhaberesi olduğu bu işe dair mektuplardan birisi ele geçmekle meydana çıktıktan sonra İtalyalılar ile münasebeti olduğu dahi bazı casusların araştırması ile ispatlanmış ve o zamanlar İspanya’da İtalya politikasına taraftar olanlar en büyük cezalara çarptırıldıkları gibi, korsanlık işinde parmağı bulunanlar dahi hatta muhakeme edilmeden asılıp idam edilmekte olduklarından Pavlos yakayı ele verdiğini sezer sezmez hemen kapağı Cezayir’e atarak canını kurtarmıştı ki bu firar Üçüncü Charles’ın hükûmetinin son senesi olan 1788 senesinde idi ve o zaman Pavlos dahi henüz yirmi yaşına varmıştı.
Bizim şeytan yavrusu Pavlos, tuttuğu işlerde her ne kazanıyorsa Cadiz’de ticaretle