Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-75-4
Скачать книгу
çeyrek kadar dahi böyle bambaşka bir hâl içinde kaldı. Derken fevkalade bir vaka vuku buldu ki kızın her düşünce ve hayalini defe sebep oldu.

      Kendisi üst katta yatmakta bulunduğu cihetle tam penceresinin yanında ve hanenin yüksekliğine nispetle iki kat yüksek bulunan bir ağacın dallarında, rüzgârın tahrikinden fazla bir hareket işitti.

      Zaten dehşet içinde idi dedik ya! Bu hâl dehşetini bir kat daha arttırdı. Karşı tarafta hafif hafif yanmakta bulunan kandili söndürmeye lüzum gördü. Ona da cesaret edemedi. Bununla beraber böyle kalkıp bakmak ve kandili söndürmek tedbirlerine ne gibi bir lüzum üzerine mecbur olduğunu dahi bilemiyordu.

      Bir kere yatağın içinde kalkıp oturdu. Derken oturmayı kendisi için daha tehlikeli buldu. Yine yattı. Örtüyü dahi yine başına çekti. Ancak etrafı gözden kaybetmekle daha ziyade korkacağını dahi hesap ederek yine başını yorgandan çıkardı. Kıza bu derece korku veren şey, hayaller nevinden değildi. Bahsettiğimiz ağaç üzerinde şamata dakika dakika artıyordu. Bu şamatayı Cuzella gibi dehşet içinde bulunan bir kız değil, en cesur ve kanı soğuk bir erkek bile işitse mutlaka ağaca bir adam çıkmakta bulunduğunu anlardı.

      Vakıa öyleymiş. Ağaca çıkan adam tam pencerenin yanına kadar gelen, kalınca bir dal üzerinden yürüyerek ve sürünerek pencereye kadar geldi.

      Alfons konağının pencerelerini gemi kamaralarının pencereleri gibi geçmeli yaptırmıştı ki cam sürmeleri birbirinin üzerine kalkmayıp duvar içine giriyordu.

      Gelen adam her kimse camı zorlamaya başladı. Camın hareketlerinden herifin camı her cihete doğru kımıldattığı anlaşılıyordu. Lakin sürmenin, duvarın içine girdiğini o harekete mahsus olan gürültüden anladı.

      İş bu dereceyi bulunca Cuzella korkusundan az kaldı ki haykıracaktı. Lakin gelen adam gizlice gelmekte olup bunun işi dahi gizlice bir hırsızlık olacağını anladığı cihetle şiddetli haykırırsam herif beni öldürmeye mecbur olur düşüncesi kızı haykırmaktan dahi menetti. Ufak tefek eşya alacaksa bir ziyanı olmadığı ve eğer kendi oda kapısını açıp ve çıkıp içeriki odalara girmek isterse o hâlde kapıyı tekrar kapayınca herifin mahpus kalacağı ve diğer taraftan bahçedeki uşaklara bağırmak dahi mümkün olacağı gibi birkaç fikir dahi gelmişti.

      Gelen herif sürmeyi açtıktan sonra başını uzattı. Cuzella bunun genç bir adam olduğunu gördü. Kızcağız herifin diğer hareketlerini görmemek için gözlerini yumdu. Ama bir türlü yine sabredemedi, açtı.

      Herif bir kere etrafa göz gezdirdi. Sonra kanaat getirmiş bir tavırla başını sallayıp içeriye doğru sürüne sürüne pencereden girdi. Uzun boylu, nahif endamlı, güzelce yüzlü bir adam ise de arkasında yırtık pırtık yağ içinde bir gemici gömleğiyle, ayağında bin yamalı bir gemici pantolonu ve başında da yamrı yumru bir şapka vardı.

      Belindeki rengi kaybolmuş kuşağın üzerinden dahi bir kamanın el kadar kabzası görülüyordu. Herif odanın içini bir daha gözden geçirip sonra pencereye dönüp başını dışarıya çıkararak aşağıya boğuk bir sesle iki lakırtı söyledi. Gerçi bu lakırtıları Cuzella anlayamadı. Ama bu hâlden herifin aşağıda arkadaşı dahi bulunduğunu anlayarak özellikle belinde kamayı dahi görünce artık çeneleri kilitleşip haykırmak değil soluk almaktan bile korktu.

      Hırsız yine odaya girdi. Cuzella ise hem kendisini uyur göstermek için gözlerini kapamaya lüzum görüyor hem de gözlerini bir türlü kapayamayarak hırsızın hareketlerini kontrole merak ediyordu.

      Bir aralık hırsız hâlâ etrafa göz gezdirirken gözleri Cuzella’nın gözlerine rast gelmesin mi? İkisi dahi birbirinin gözlerine değil, göz bebeklerine kadar baktılar.

(Birinci Kitap’ın Sonu)

      İKİNCİ KİTAP

      Birinci Bölüm

      Malta’dan gemiye binerek Sebte tarafına doğru yelken açıp yola çıkan bir seyyah, Tunus Körfezi’nin doğu sahilini teşkil etmiş ve İspanyol gemicileri tarafından “Bona” namını almış burnu yakaladıktan sonra Cezayir ülkesinin güzel ve mamur şehirlerini, kasabalarını, karyelerini, sahilden temaşa ede ede giderken Hora’nın öte tarafında bulunan büyücek bir burnu dahi görüp sonra sahilin kendisinden uzaklaşmaya başladığını ve denizin ufku çepeçevre kuşattığını müşahede eder.

      Bu ufkun merkezinde bulunan gemideki yolcular içinde o kıyıları tanıyan adamlar varsa gözlerini batı tarafından ayıramayarak aradıkları şeyin denizin düzgün olmayan yüzüne nispetle alçakça kalmış olduğunu bildikleri cihetle, başlarını havaya kaldırıp bakışlarına da bir eğrilik vermeyi ve aradıkları şeyi böylelikle bulmayı arzu ederler.

      O hâlde bunların aradıkları şey nedir? Aradıkları şey, Forcas denilen burundur ki göründüğü anda kendilerine bir kurtuluş ümidi vadeder.

      Bu Forcas Burnu, bir manda kafasının iki boynuzundan birisi şeklinde olup kuzeye doğru ilerlemiş ve bu boynuzun diğeri ise güneydoğuya doğru sivrilip çıkmıştır. Bu kısmın sonunda güzelce bir koy teşekkül eder.

      Bu mevkiyi bir mağrur şair görecek olsa bunu böyle manda boynuzuna filana benzetmeyip, benzetmesine daha ziyade süs vermek için âdeta bir güzel insan pençesine benzetirdi ki güya bu pençe, karışını açmış ve orta parmağının arasında kalan yer koyu teşkil ederek parmağa da Forcas ismi verilmiştir.

      İşte, gerçekten pek ziyade yakışık alan bu benzetme gereğince baş ve orta parmaklarının teşkil ettiği karışın en ziyade açılmış olan yerinde, yani ortasına yakın mevkisinde küçük bir liman üzerinde gayet zarif bir kale görünür ki ismine Melile derler. Bu kalenin aslında Müslümanlar tarafından yapılmış veya hiç olmazsa yepyeni bir şekilde tamir edilmiş olduğu ilk bakışta müşahede olunur. Afrika’nın en kuzeyinde ve Cezayir ile Fas arasında bulunan böyle bir mevkinin politikaca ehemmiyeti ortada olmakla hâlâ Cezayir veyahut Fas hükûmetine tabi olması lazım gelir idiyse de buna ta Endülüs ve Mağrip’te Müslümanlar zayıflamaya başladıktan beri İspanyollar taarruz etmişler ve kaleyi almışlardır. Bugün dahi yine onların muhafazası altında bulunur.

      Melile’nin kalesi savaş fenni bakımından ne kadar ehemmiyeti haiz ise limanı dahi ticaretçe o kadar ehemmiyeti haizdir. Çünkü Marsilya, Sebte, Tunus ve Akdeniz’in Sicilya taraflarından gelen gemiler için toplanma yeri Melile Limanı’dır. Limanın bu ticari ehemmiyeti yeni değil, eski bir şeydir. Bahsettiğimiz bu ehemmiyetin en büyük ciheti ise limanın korsan, yani deniz haydutları şerrinden pek muhafazalı olmasıdır. Zira şimdiki vakitte bile o taraflarda hâlâ çat pat vücudu eksik olmayan korsan gemileri, geçen yıllarda kelebekler kadar çok olup Arap korsanları daima yabancı gemileri ve bunlar da onları soydukları gibi bazı kere Araplar ile İspanyollar ittifak ederek önlerine hangi gemi çıkarsa ortaklaşa vurdukları bile olurdu.

      Korsanlığın şu tarif ettiğimiz derecesi bundan yüz sene kadar evveldi. Ondan önce daha mükemmel idi ya!.. Korsanlar otuz kırk kadar parçadan oluşan filo donanmaları ile gezip sadece rast geldikleri gemileri değil, hatta şehirleri, kaleleri bile vururlar ve şehri tamamıyla yağma ettikten sonra ahalisini ya bire kadar katlederler veyahut gençlerini esir alarak giderlerdi.

      Kıyılarda bulunan devletler bu haydutlar aleyhine ittifakla hareket ederek mükemmel donanmalar sevk ede ede nihayet bundan yüz sene evvelki zamana gelinceye kadar, mesela en büyük bir korsanın bir iki parça gemi ile küçük bir kasabayı vurabilmesi veyahut birkaç korsanın birleşerek büyücek bir tüccar gemisini soyması derecesine kadar indirmişlerdi. Ondan sonra dahi nerede ve hangi milletten korsan tutulursa derhâl gemisine asılması hakkında şiddetli kanunlar konularak o yolda devam edilmekle şimdiki pek küçük dereceye kadar indirildi.

      Şimdi hırsızlığın orta derecede rağbet gördüğü sırada,