Cuzella: “Babamın hakkınızdaki teveccühü gerçekten tamdır.”
Pavlos: “Kulunuz, sizin yüksek hüsn-i teveccühünüzü ümit etmekteyim.”
Cuzella: “Estağfurullah efendim. Teveccühün benim haddimin haricinde olduğunu bilmez değilim. Benim borcum, zatıalinize en büyük ihtiramlardan geri durmamaktır. Eğer bu borcumu güzelce yerine getirmeye muvaffak olursam gerçekten memnun olurum.”
Alfons: (sırıtarak ve yılışarak) “Hürmet ve riayet denilen şey de teveccühten gelmez mi ya? Fakat bazı teveccühlerin gül gibi açılmasına bilmem ne mâni olur da…”
Pavlos: “Ne kadar şairane bir benzetme buldunuz.”
Alfons: (bütün bütün yılışarak) “Gerçekten beğendiniz mi?”
Pavlos: “Yalnız bendeniz mi ya? Cuzella Hazretleri’nin bile…
Alfons: (garipçe bir tebessüm ile) “Aman demeyiniz Sinyor Pavlos, şimdi Cuzella bir estağfurullah da bunun için basar.”
Söz bu suretle başladıktan sonra her biri bir tarafa oturup muhabbette bir müddet daha devam ettiler. Pavlos Cadiz şehrinden malumat verdi. Yolda Sebte Boğazı’nı geçinceye kadar rüzgâr bordadan geldiği için uskuna yalpa yaparak biraz rahatsızca olmuşlarsa da boğazı geçtikten sonra artık âdeta pupadan geldiği için pek rahat geldiklerini anlattı. Alfons damadının her ince fikrini alkışlayarak karşılıyordu. Cuzella ise ne pek soğuk ne de pek ihtiramlı davranıp daima müdafaa ile hareket ediyordu.
Sohbet ferah ferah bir buçuk iki saat kadar devam etti. Sonra Pavlos kalkıp yine yerlere kapanırcasına Cuzella’yı selamlayarak, birtakım çocuk aldatıcı diller daha dökerek geri döndü. Alfons kendisini dış kapıya kadar uğurladı. Sonra kızının yanına gelerek inceden inceye konuşmaya başladı.
Alfons: “Galiba bu Cadiz’in havası pek güzel olmalı. Benim de Akdeniz’de uğramadığım iskele kalmadığı hâlde bu yaşa gelip de Cadiz’e uğramayışım gariptir. Ama havası güzel olmalı.”
Cuzella: “Niçin?”
Alfons: “Ya Sinyor Pavlos evvelki geldiği gibi mi? Yanakları al al olmuş.”
Cuzella: “Ben dikkat bile etmedim.”
Alfons: “Sen dikkat etmezsin ama ben dikkat ettim. Hem baksana kızım, bugün tedariksiz bulunduk ama yarın için Pavlos’a bir kuşluk ziyafeti vermek icap eder.”
Cuzella: “Veriniz.”
Alfons: “Veriniz değil, verelim. Konağın sahibi sizsiniz demektir. Sen bakmazsan ben ne yaparım? Hem ziyafeti senin namına vereceğim.”
Cuzella: “İşte o olamaz.”
Alfons: “Niçin?”
Cuzella: “Ben gencim. Bir genç kızın bekâr bir adama ziyafet vermesi nasıl olur?”
Alfons: “Allah Allah, yine mi inadı ele aldın? O ziyafette nişan merasiminizi de icra ederiz vesselam.”
Cuzella: “Öyleyse beni yemekte bile bulamazsınız vesselam.”
Alfons: “Eğer başka babalar gibi beni de zorlamaya mecbur edersen sayarım seni.
Cuzella: “Siz de henüz aslı faslı olmayan bir iş için bugün, şu saatte beni ayaklarınız altına alıp döverseniz ben de sayarım sizi.”
Cuzella’nın göze aldırdığı cesaret Alfons’a hayret verip la havle çekerek, burnundan soluyarak bir müddet düşündükten sonra, “Pek iyi, senin ziyafetin yoksa da benim var. Sana baba sıfatıyla emrediyorum ki gerekenlere emir ver de yarın için dört kişilik güzel bir sofra hazır etsinler!” diyerek kapıdan çıkmaya yöneldi.
Cuzella: “Kimler için?”
Alfons: “Pavlos, sen, ben, bir de öğretmenin Marie için. Yarın geleceği gün değil midir?”
Cuzella: “Başüstüne! Sofrayı hazır bulursunuz. Lakin Pavlos’un gemisindeki birinci kaptan bulunmayacak mı?”
Alfons: (yelkenleri suya indirerek) “Gördün mü bir kere, ben sana konağın sahibisin dedim. Tevekkeli demedim, işte böyle ince cihetleri ancak sen düşünürsün. İstersen senin çektiri kaptanını da davet edelim de altı olalım.”
Cuzella: “Daha münasip.”
Bu suretle verilen karar üzerine Alfons çıktı gitti. Kız ise yüreğindeki gizli memnuniyeti gizlemeye çalışıyordu. Memnuniyeti iki kaptanın da sofrada bulunmasındandı. Çünkü bu takdirde babasının bu kadar halkın huzurunda üstü kapalı olsun söz söyleyemeyeceğini biliyordu.
Hemen o saat aşçı ile hizmetçiyi çağırıp sofra ve yemek hazırlığını gördü. Hizmetçiler zaten bu gibi işlerin acemisi olmadıkları cihetle hazırlığı güzelce yaptılar. Cuzella ise her işi düzenledikten sonra akşamüzeri bahçesine çıkıp içinin de sıkıntısıyla âdeta ziyaret etmedik fidan, gözden geçirmedik çiçek bırakmadı.
Akşam pederi geldiği zaman kızıyla ancak sofra başında görüşebildi. Yarın için tertip olunan ziyafetten sual eyledikçe Cuzella tarafından pek uygun, itaatli cevaplar alınca nişan meselesinde de böyle bir cevap alacağı hülyası ile o meseleyi de tekrar ortaya attı. Lakin kızdan yine şiddetli bir ret cevabı alarak yarın nişan töreninin yapılmasının mümkün olamayacağını anladı.
Yemekten kalktıktan sonra kız, babasının odasına gitmeyip doğruca kendi odasına çekildi ve bir kitap alıp okumaya başladı ise de sofra başında babasına layığıyla cevap verdiğini hatırlayarak kalbi rahatlayıp o gece başka gecelerden daha az elemli vakit geçirdi.
Alfons’a gelince; o da yalnız Pavlos’un zekâsına ve olgunluğuna değil, âdeta en çoğu üç dört yüz bin talerine âşık olduğundan kızını bu adama vermeyi kendisine gaye edinerek fakat kızı tarafından gördüğü ret üzerine “Nasıl yola getirebileceğim?” düşünceleri ile o geceyi hemen hemen gözü açık geçirdi. Ertesi sabah konak içinde ziyafet hazırlığı görülmeye başlandı. Cuzella, uzaktan işaretlerle işleri idare eder, Alfons ise birtakım boşuna telaşlarla halkı nafile yere meşgul ederdi. Nihayet oraca kendi vücuduna lüzum olmadığını kendisi de anlayarak kalktı. “Ben Sinyor Pavlos’un gemisine gidiyorum. Geldiğimiz zaman her şeyi hazır bulmalıyız.” tembihiyle çıktı, gitti.
Şimdi biz burada ziyafetin hazırlanmasına dair geniş bilgi verecek olsak kitabımızı kilerci defterine benzetiriz. Dolayısıyla o bilgiden vazgeçerek Pavlos hakkında biraz bilgi vermeyi münasip saydık.
Dördüncü Bölüm
Yukarıda sözü geçmesi münasebetiyle Pavlos hakkında bir iki söz söylemiş ve bu arada kendisinin Akdeniz’de pek büyük bir tüccar olduğunu haber vermiştik. Lakin Pavlos bu hikâyenin birinci kahramanlarından olmaktan başka, hikâyemizin aşağısına doğru verilecek bilgiden de anlaşılacağı gibi bu adam İspanya’nın millî tarihinde birinci derecede bir adam olup bundan başka Fransa, Fas ve Osmanlı tarihlerince de hayli mühim olduğundan kendisi hakkında hikâyemizin bu cihetine ait olan bilgiyi vermek lazımdır. Bu zatın haber verildiği kadar değil, daha fazla bile zengin olduğuna hiç şüphe etmemelidir. Zira emrinde bulunan uskunanın, iki kaptan, bir reis, bir hoca, bir lostromo, yani güverte kumandanı, iki dümenci, dört armacı, bir miço, bir kamarot ve üç de tayfadan ibaret bulunan adamlarına ve geminin hâl ve şanına bakıldıkça böyle bir geminin ancak üç, dört yüz bin taler varlığı olan bir adamın maiyetinde bulunabileceği tahmin edilir. Çünkü hesap edilecek olsa yalnız tayfasının maaşı bile yedi bin taleri geçer.
Hikâye okunurken böyle, senede yedi