Kral Mezarları’nın karşısındaki yol kenarında kadınlarla beraber oturan bir çocuk, grubun gelişini gördü ve hemen ellerini çırparak bağırdı: “Bakın, bakın! Ne güzel çanlar! Ne büyük develer!”
Çanlar gümüştendi, alışılmadık büyüklükte ve beyazlıkta olan develer eşsiz bir heybetle hareket ediyorlardı. Süslü koşum takımları çölü, üzerindeki uzun yolculukları, küçük güneşliklerin altında oturup dağın ötesindeki randevularına giden sahiplerinin zenginliğini anlatıyordu. Ama o kadar muhteşem olan ne çanlar ne develer ne üzerindeki tahtırevanlar ve sürücülerin tavırlarıydı, üçlünün en önündeki adamın sorduğu soruydu.
Kuzeyden Kudüs’e gelirken, Şam Kapısı’nı bir vadi ya da boşlukta bırakarak güneydoğuya doğru alçalan bir ovadan geçilir. Yol daracıktır ve uzun süredir kullanılmaktan iyice derinleşmiş, yağmurların yıkamasıyla yer yer taşları da gevşemiştir. Eskiden yolun her iki tarafında uzanan verimli tarlalar ve zeytin ağaçları özellikle de çölün çoraklığından gelen yolcular için çok güzel olmalıydı. İşte üç bilge bu yol üzerinde, mezarların oradaki grubun önünde durdu.
“İyi insanlar!” dedi Baltazar, tahtırevandan eğilip kıvırcık sakalını okşayarak. “Kudüs yakınlarda değil mi?”
“Evet.” diye cevap verdi çocuğun kollarına sokulduğu kadın. “Şurada yükselen ağaçlar biraz daha alçak olsaydı pazar yerinin kulelerini görebilirdiniz.”
Baltazar, Yunanlıya ve Hintliye baktı.
“Yahudilerin yeni doğan kralı nerede?”
Kadınlar cevap vermeden birbirlerine baktılar.
“Onu hiç duymadınız mı?”
“Hayır.”
“İyi o hâlde, doğuda onun yıldızını gördüğümüzü ve ona tapınmak için geldiğimizi herkese söyleyin.”
Bunun üzerine üç arkadaş yola devam etti. Başkalarına da aynı soruyu sorup aynı cevabı aldılar. Yeremya’nın mağarasına giderken rastladıkları büyük bir grup, sorudan ve yolcuların görünüşlerinden öyle şaşkına döndü ki, dönüp şehre kadar peşlerine düştüler.
Üçlü, misyonlarına o kadar dalmıştı ki önlerinde olanca muhteşemliğiyle yükselen manzaraya aldırmadı. Bezetha Tepesi üzerinde bir köy onları karşılıyor, sol taraflarında Mizpah ve Olivet kuleleri yükseliyor, köyün ardındaki duvar kırk uzun ve sağlam kulesiyle kısmen gücü kısmen de onu yapan kişinin zevkini temsil ediyordu. Üzerindeki kapısıyla aynı kuleli duvar sağa doğru kıvrılarak büyük beyaz Phasaelus, Mariamne ve Hippicus kulelerine ulaşıyordu; tepelerin en yükseği olan Sion mermer saraylarla süslüydü, Moriah üzerindeki tapınağın göz alıcı taraçaları hiç kuşkusuz dünyanın harikalarından biriydi; kutsal şehrin kenarını süsleyen muhteşem dağlar şehre muazzam bir çanağın içindeymiş gibi bir görüntü vererek onu çevreliyordu.
Sonunda şimdiki Şam Kapısı olan kapıya nazır, Shechem, Jericho ve Gibeon’dan gelen yolların buluşma noktası olan yüksek ve sağlam bir kuleye geldiler. Romalı bir muhafız girişi koruyordu. O ana kadar develeri takip eden insanlar kapının etrafında aylak aylak dolaşanları da yanlarına çekerek bir kafile oluşturmuşlardı. Baltazar muhafızla konuşmak için durunca, üçlü olup bitenleri duymaya hevesli bir çemberin merkezi hâline gelmişti.
“Huzur seninle olsun.” dedi Mısırlı, berrak bir sesle.
Muhafız cevap vermedi.
“Yeni doğan Yahudi Kralı’nı bulmak için çok uzun yoldan geldik. Nerede olduğunu söyler misin?”
Asker miğferinin siperini kaldırdı ve yüksek sesle bağırdı. Girişin hemen sağındaki binadan bir subay çıkageldi.
“Yolu açın!” diye bağırdı iyiden iyiye yanaşan kalabalığa. Onlar yavaş yavaş emre itaat ederken subay mızrağını bir sağa bir sola fırıl fırıl döndürerek ilerledi, böylece kendisine yer açtı.
“Ne istiyorsunuz?” diye sordu Baltazar’a, şehrin şivesiyle.
“Yeni doğan Yahudi Kralı nerede?” diye cevap verdi Baltazar.
“Herod mu?” diye sordu subay, şaşkınlık içinde.
“Herod’un krallığı Sezar’dan geliyor; o değil.”
“Yahudilerin başka kralı yok.”
“Ama biz onun yıldızını gördük ve ona tapınmaya geldik.”
Romalının kafası karışmıştı.
“İleri doğru gidin.” dedi sonunda. “Daha da ilerleyin. Ben Yahudi değilim. Sorunuzu tapınaktaki din bilginlerine ya da Papaz Hannas’a veya en iyisi Herod’un kendisine sorun. Eğer başka bir Yahudi Kralı varsa o bulur.”
Bunun üzerine yabancılar için yolu açtı, onlar da kapıdan geçtiler. Dar sokağa girmeden önce Baltazar arkadaşlarına, “Yeterince duyulduk. Gece yarısına kadar bütün şehir bizden ve misyonumuzdan haberdar olacak. Şimdi hana gidelim.” dedi.
XIII
HEROD VE MAGİLER
O akşam güneş batmadan önce kadınlar Siloam Havuzu’na inen merdivenlerin üst basamağında çamaşır yıkıyorlardı. Her biri genişçe bir toprak kabın önünde diz çökmüştü. Merdivenlerin alt tarafında duran bir kız onlara su sağlıyor, testiyi doldururken şarkı söylüyordu. Neşeli bir şarkıydı ve hiç kuşkusuz işlerini hafifletiyordu. Kadınlar arada bir topuklarının üzerinde oturup Ophel bayırına ve şimdilerde Zeytin Dağı olan dağın batmakta olan güneşle görkemli hâle gelen zirvesine bakıyorlardı.
Toprak kapların içindeki çamaşırları ovarak ve sıkarak çalışırlarken, omuzlarında iki boş testiyle iki kadın yanlarına geldi.
“Huzur sizinle olsun.” dedi yeni gelenlerden biri.
Çamaşırcı kadınlar durakladılar, doğrulup ellerindeki suyu sıktılar ve selama karşılık verdiler.
“Neredeyse akşam oldu, gitme zamanı.”
“Çalışmanın sonu yok.” cevabı geldi.
“Ama dinlenme zamanı…”
“Olan biteni öğrenme zamanı.” diye araya girdi bir başkası.
“Ne haberlerin var?”
“Demek duymadınız.”
“Hayır.”
“İsa’nın doğduğunu söylüyorlar.” dedi dedikoducu, hikâyesinin içine dalarak.
Çamaşırcıların ilgiyle aydınlanan yüzleri görülecek şeydi. Bu arada testiler yere indirilip sahiplerinin sandalyesi oluverdiler.
“İsa!” diye bağırdı dinleyenler.
“Öyle diyorlar.”
“Kimler?”
“Herkes konuşup duruyor.”
“Buna inanan var mı?”
“Bugün Shechem yolundaki Kidron deresini geçen üç adam geldi.” dedi konuşmacı, kuşkuları bastırmak niyetiyle. “Her biri bembeyaz ve şimdiye dek Kudüs’te görülen en büyük develere biniyorlardı.”
Dinleyenlerin gözleri ve ağızları açık kaldı.
“Adamlar öyle zenginlerdi ki…” diye devam