Ben-Hur. Lew Wallace. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Lew Wallace
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-953-0
Скачать книгу
Böylece şehir, Herod’dan kalan Sion Dağı üzerindeki saraydan ülkeyi yöneten kral yerine vekil diye adlandırılan ikinci dereceden bir subayın eline düştü; subay Roma ile olan ilişkilerini Antakya’da oturan Suriye elçisi üzerinden yürütüyordu. Bu aşağılamayı daha da acılı hâle getirmek için vekilin Kudüs’e yerleşmesine izin verilmedi, yönetim yeri Kayserya’ydı. Bütün dünyada en çok horlanan Samiriye de aynı vilayetin bir parçası olarak Yahudiye’ye katıldı! Kayserya’da hem de vekilin huzurunda Gerizim sofuları tarafından itilip alay edilen bağnaz Ayrılıkçılar ya da Ferisiler ne tarifsiz sefaletlere katlanmak zorunda kaldılar!

      Bu elem sağanağının içinde insanlara sadece tek bir teselli kalıyordu: Başrahip pazar yerindeki Herod sarayında oturuyor, orada bir meclis yönetiyordu. Otoritesinin aslında ne olduğunu tahmin etmek zor değil. Ölüm kalım kararı vekilin yetkisindeydi. Adalet Roma’nın adına ve dinî hükümlerine göre yönetiliyordu. Daha da önemlisi, saray, imparatorluk vergi memuru ve bütün yardımcıları, sicil memurları, tahsildarlar, muhbirler ve casuslarla ortaklaşa kullanılıyordu. Yakın bir özgürlüğün hayalini kuranlar için tek memnuniyet konusu saraydaki hükümdarın bir Yahudi olmasıydı. Onun oradaki varlığı onlara günbegün peygamberlerin güvenceleri ile vaatlerini ve Yehova’nın Harun’un oğulları aracılığıyla kabileleri yönettiği yılları hatırlatıyordu. Bu onlar için Tanrı’nın onlardan vazgeçmediğinin bir işaretiydi. Böylece umutları yaşadı, sabırlarını korudular, İsrail’i yönetecek olan Yahuda’nın oğlunu beklediler.

      Yahudiye seksen yılı aşkın bir zaman boyunca bir Roma vilayeti oldu, bu süre Sezarların halkın kişisel özelliklerini incelemelerine ve Yahudilerin eğer dinlerine saygı duyulacak olursa kolaylıkla yönetilebileceklerini öğrenmelerine yetecek bir süreydi. Gratus’tan önceki valiler bu politikayı sürdürerek vatandaşlarının kutsal geleneklerine karışmaktan dikkatle uzak durmuşlardı. Ama o farklı bir yol izledi, neredeyse ilk resmî eylemi Hannas’ı başrahiplikten azletmek ve onun yerine Fabus’un oğlu İsmail’i getirmek olmuştu.

      Bu eylem ister Augustus tarafından yönetilmiş, ister bizzat Gratus’tan çıkmış olsun, yanlış olduğu hızla ortaya çıktı. Okura Yahudi politikası üzerine bir bölüm sunulacaktır; bununla birlikte ilerideki anlatımın net olarak anlaşılması için konuya ilişkin birkaç söz söylemek şart olmuştur. O zamanlar Yahudiye’de bir soylular bir de Ayrılıkçılar ya da halk partisi vardı. Herod’un ölümü üzerine bu iki parti Archelaus’a karşı birleşti, tapınaktan saraya, Kudüs’ten Roma’ya kadar, bazen entrika, bazen de gerçek silah yoluyla hep onunla savaştı. Defalarca Moriah Tepesi’ndeki kutsal manastırlar savaşçıların çığlıklarıyla çınlamıştı. Sonunda onu sürgüne gönderdiler. Bu arada bu mücadele esnasında müttefikler muhalif amaçlarını planladılar. Soylular Başrahip Joazar’dan nefret ediyorlardı; öte yandan Ayrılıkçılar onun ateşli taraftarıydılar. Herod’un vasiyeti Archelaus ile birlikte geçersiz kalınca Joazar da bu düşüşten payını aldı. Seth’in oğlu Hannas soylular tarafından bu göreve seçildi, böylelikle müttefikler ikiye bölündü. Seth’in oğlunun atanması onları şiddetli bir düşmanlıkla yüz yüze getirdi.

      Talihsiz valiyle mücadele sürecinde soylular kendilerini Roma’ya bağlamayı avantajlı buldular. Vasiyetnamenin bozulmasıyla başka bir yönetim şeklinin gerekli olduğunu fark ederek Yahudiye’yi bir vilayete dönüştürmeyi önerdiler. Bu durum Ayrılıkçılar için bir başka saldırı nedeni oluşturdu. Samiriye bu vilayetin bir parçası hâline getirilince soylular rütbelerinin ve zenginliklerinin prestiji ile imparatorluktan başka bir destekleri olmayan bir azınlık hâline geldiler. Ama on beş yıl boyunca, ta ki Valerius Gratus’un gelişine kadar hem sarayda hem de tapınaktaki varlıklarını korumayı başardılar.

      Partisinin idolü olan Hannas gücünü sadık bir şekilde imparatorun lehine kullanmıştı. Bir Roma garnizonu Antonia Kulesi’ni elinde tutuyor, Romalı bir muhafız sarayın kapılarını koruyor, Romalı bir yargıç hem medeni hem de ceza hukukunda adalet dağıtıyor, Romalı bir vergi sistemi acımasızca uygulanıyor, hem şehri hem ülkeyi kasıp kavuruyor, halk binbir yolla hırpalanıp incitiliyor ve özgür bir yaşamla bağımsız bir yaşam arasındaki farkı öğreniyordu. Ama Hannas onları nispeten sükûnet içinde tutuyordu. Roma’nın gerçek bir dostu yoktu ve bu kaybı hissediyordu. Papaz elbisesini yeni atanan İsmail’e teslim edip tapınağın avlusundan Ayrılıkçıların meclislerine yürüdü ve yepyeni bir oluşumun başkanı oldu.

      Vali Gratus, on beş yıldır sönmüş olan ateşin tekrar yanmaya başladığını gördü. İsmail göreve geldikten bir hafta sonra Romalı, Kudüs’te onu ziyaret etmeyi gerekli gördü. Yahudiler surların üzerinden onun muhafızlarının şehrin kuzey kapısından girip Antonio Kulesi’ne doğru ilerlediklerini yuhalayarak izlerken, ziyaretin gerçek niyetini anladılar. Garnizona tam bir lejyoner alayı eklendi, artık boyundurukları hiç çekinmeden sıkılaştırılabilirdi. Eğer vekil ibret olsun diye cezalandırmayı gerekli görürse, vay ilk suçlunun hâline!

      II

      MESSALA VE YAHUDA

      Önceki açıklamaları aklında tutan okur Sion Dağı üzerindeki sarayın bahçelerinden birine bakmaya davet ediliyor. Temmuz ortalarında bir öğle vakti, yaz sıcağı kavurucu.

      Bahçe dört bir yanından yer yer iki katlı binalarla kuşatılmıştı, alt katın kapıları ve pencereleri verandalara açılıyor, üst katı ise güçlü parmaklıkların koruduğu balkonlar süslüyordu. Yer yer rüzgârın geçişine izin verecek şekilde dizilen alçak sütunlar evin diğer bölümlerinin büyüklüğünü ve güzelliğini ortaya koyuyordu. Zeminin düzeni de aynı derecede göze hitap ediyordu. Yürüyüş yolları, çimen ve fundalık kesitleri, keçiboynuzu, kayısı ve ceviz ağaçlarıyla bir grup oluşturan birkaç büyük ağaç ve nadir bulunan hurma türleri vardı. Eğimli arazi dört bir yandan bir havuz ya da mermer bir havzaya doğru iniyor, havuz yer yer küçük kapılarla bölünüyor, bu kapılar açıldığında sular yürüyüş yoluna sınır çizen olukların içine akıyor, böylece burayı bölgenin diğer yerlerinde hüküm süren kuraklıktan koruyordu.

      Havuzun yakınlarında, tıpkı Ürdün ve Ölü Deniz civarlarında yetişenlere benzer bambu ve zakkum kümesini besleyen küçük bir temiz su havuzu vardı. Bu ağaç kümesiyle havuzun arasında, biri on dokuz, diğeri on yedi yaşlarında iki delikanlı esintisiz havada tepelerine düşen güneşe aldırmadan oturup hararetli bir sohbete dalmıştı.

      İkisi de yakışıklı olan delikanlıların ilk bakışta kardeş oldukları söylenebilirdi. Siyah saçlı, kara gözlü ve esmerdiler. Otururken yaşlarına uygun cüssede görünüyorlardı.

      Yaşça büyük olanın başı çıplaktı. Üzerinde sadece dizlerine kadar inen bol bir elbise ve sandaletler vardı, yere serilen açık mavi bir pelerin üzerinde oturuyordu. Elbisesi, yüzü gibi esmer olan kollarını ve bacaklarını açıkta bırakmıştı. Tavırlarındaki zarafet, yüz hatlarındaki incelik ve sesinin tonu sınıfını ortaya koyuyordu. Boynundan, kol ve etek kenarlarından kırmızı biyeyle çevrili, yumuşacık yünlü kumaştan gri elbisesi, belini kuşatan püsküllü ipek kuşağıyla onun bir Romalı olduğunu belgeliyordu. Konuşurken ara sıra kibirle arkadaşına bakışı ve sanki astıymış gibi hitap edişi bağışlanabilirdi, çünkü Roma’nın soylu bir ailesinden geliyordu, bu da o yaştayken kibri haklı gösteriyordu. Birinci Sezar ile büyük düşmanları arasındaki korkunç savaş esnasında bir Messala Brütüs’ün arkadaşı olarak kalmıştı. Filippi Savaşı’ndan sonra onurundan ödün vermeden fatihle uzlaşmıştı. Ama daha sonra Octavius imparatorluğu için mücadele verirken Messala onu desteklemişti. Octavius, İmparator Augustus olunca onun hizmetlerini unutmayıp ailesini şana şerefe boğmuştu. Diğer her şeyin yanı sıra Yahudiye vilayetliğe indirildiğinde imparator eski dostunun oğlunu, o bölgede zorunlu olan vergilerin idaresi için görevlendirerek