“Yoksa sen de onun saraya gelmesine taraftar mısın?”
“Estağfurullah Sultanım! Köleniz saraya böyle bir şırfıntının gelmesini nasıl arzu ederim? Fakat Efendimiz bu kadını çok seviyorsa, yapabileceğim bir şey yoktur!”
Kösem Sultan, “Alçak! Sen de Padişahına uydun değil mi?” diye bağırdı.
Sadrazam, bu tepki karşısında yalvarır bir sesle, “Kulunuz ne arzu ederseniz onu derhal yapmaya hazırdır Sultanım!” dedi.
Kösem Sultan, Sadrazamın renk vermeyen tavrı yüzünden fena halde sinirlendi.
Acaba Mustafa Paşa, Padişahı Ermeni karısını alması için teşvik mi ediyordu?
Valide Sultan, Mustafa Paşa’nın zaman zaman padişahı yabancı kadınlarla meşk etmesi için teşvik ettiğini işittiğinden daha da sinirleniyordu.
“Alçak, ben sana yapacağımı bilirim!” dedi. “Sen her zaman saman altından su yürütürsün! Eğer, bu işte senin parmağın varsa emin ol ki Bostancıbaşına, kör bıçakla derini yüzdürür ve çifte naraların üzerine gerdiririm!”
Kösem Sultan bu sözü söyledikten sonra, hiddetle ilerledi ve Padişahın dairesinin kapısına yöneldi.
Valide Sultan, kapıya yönelirken bir yandan da Padişahı nasıl yolundan çevireceğini düşünüyordu. Ancak Padişahı, dairesinde yakalayacak zaman kalmamıştı. Kendisi Mustafa Paşa’yla konuşurken Padişah süslenmiş, hazırlanmış bir şekilde Yeniçeri Ağalarından Hüseyin Paşa ile beraber odasından çıktı. Sultan İbrahim, sofada Valide Sultan’ı gördüğü halde görmezden gelerek yanından geçip gitmeye yeltendi.
Fakat Kösem Sultan, yüksek sesle Padişahın arkasından Yeniçeri Ağasına hitaben, “Hüseyin, böyle gece yarısından sonra nereye gidiyorsunuz?” dedi.
Hüseyin Paşa, iki elini ağzına yaklaştırarak fısıldar gibi cevap verdi:
“Üsküdar’a Sultanım.”
Kösem Sultan, yeniden haykırır gibi söylendi:
“Zevkinize karışmak istemem ama gece sokaklarda kuduz köpekler dolaşıyor, karanlıkta bir kazaya uğramanızdan endişe ederim.”
Sultan İbrahim, kuduz köpeklerden çok korkuyordu. Bu sözü işitince birden sanki bir kuduz köpek tarafından kovalanıyormuş gibi korkarak arkasını dönüp dairesine girdi.
Hüseyin Paşa ve bostancılar hayretle oldukları yerde kalakaldılar. Herkes şaşkınlık içindeydi.
Öyle ya! Bir padişahta bu derecede korkaklık olağan bir şey miydi?
Sokakta Padişahın korktuğu kuduz köpekler dolaşıyorsa, bunların Padişahın adamları tarafından öldürülmesi güç bir iş miydi?
Kösem Sultan bile sözlerinin Padişahtaki tesirini görünce şaşırıp kalmıştı. Bu işin bu kadar kolay hallolacağını hiç tahmin etmemişti.
Kösem Sultan meselenin hallolmasından mutluluk duyarken, gezinin gerçekleşmeyeceğini anlayan Hüseyin Paşa’nın morali bozuldu. Çünkü Hüseyin Paşa, o gece ilk defa Padişahla dışarı çıkacaktı. Halk onu Padişahın yanında görecek, itibarı artacaktı. Kuduz köpek meselesi yüzünden hayalleri suya düştü, ancak yapacak bir şeyi yoktu.
Padişahın kapısında kalakalan Hüseyin Paşa’ya Padişah bir cariye aracılığıyla “Hüseyin palasını kınından çıkarsın ve kapımdan ayrılmasın. Olmaya ki sokaktan bir kuduz köpek gele ve beni helak ede!” emrini iletti.
Sultan İbrahim, o gece kuduz köpeklerin imhası için emirler verdi ve Şekerpare’yi koynuna alıp yattı.
Sarayda tüm bunlar yaşanırken, Turhan Sultan’ın dairesinde de eğlence olanca neşesiyle devam ediyordu. Çengiler, sazendeler, hanendeler ve göbeklerine şal saran ince belli cariyeler; Dönsün peymaneler, raks eylesin mestaneler şarkısıyla coşuyorlardı.
Eğlence son sürat devam ederken, daireye telaşla giren Behram Ağa herkesin dikkatini çekti. Kösem Sultan’ın kethüdası olan Behram Ağa, Turhan Sultan’a hitaben “Efendimiz rahatsızlandı. Çengilerin sesini duymak istemiyor.” dedi. Bu sözler üzerine gözleri mahmurlaşan cariyeler, korkuyla köşelerine sindiler. Sazendelerin büyük bir şevkle çaldıkları Âşıkların bayramıdır, zevk-i sefa hengamıdır şarkısı tamamlanamadan eğlence bitti. Kösem Sultan’ın nedimesi Ferahfeza divanhaneye, çengiler, sazendeler ve hanendeler de evlerine gittiler.
Ertesi sabah, Kara Mustafa Paşa, gizlice ağalardan birine “Şimdi Üsküdar’a gidip Ermeni kızını saraya getirmeni istiyorum. Eğer bu işi başarırsan seni terfi ettiririm!” dedi.
Yeniçeri Ağası, o gün öğlene kadar Üsküdar’da dolaştı ve Padişahın beğendiği kadını çeşmeden su taşırken gördü, kolundan tuttuğu gibi saraya getirdi.
Saraya gelen Ermeni kızını yıkadılar, süslediler. Kırmızı kılaptanla işlenmiş zarif bir elbise giydirerek hasekilere görünmeden Padişaha sundular.
Sülün gibi ince, zarif ve sarışın kızlardan usanan Sultan İbrahim, doksan okka ağırlığında, kara gözlü, kara saçlı, çatık kaşlı bu şişman kadını karşısında görünce sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Hemen nikah hazırlıkları başladı.
Sultan İbrahim üç gün zarfında, Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin huzurunda, Kara Mustafa Paşa’nın şahitliğinde şişman Ermeni kızı ile nikahlandı ve yedinci haseki olan Ermeni kadın, Şivekâr Sultan unvanını aldı.
Nikâhın hemen ardından düğün hazırlıklarına başlandı. Sadrazam Mustafa Paşa bu hazırlıkların başındaydı. Sarayın en zenginlerinden biri olan Mustafa Paşa, düğün günü Padişaha yirmi araba eşya hediye etti. Hediyelerin arasında sarayda çok kullanılan sarı ve kırmızı kılaptan, Edirne samuru, Bağdat şalları, Acem halısı ve büyük kavanozlar içine konulmuş şahiler vardı.
Padişahın, bu yaşlı ve şişman Ermeni kızına çokça iltifat ettiğini gören diğer hasekiler ve gözdeler onu kıskanmaya başladı. Kösem Sultan başta olmak üzere, Muazzez ve Turhan Sultan “Ermeni karısına tahammül edemeyiz.” diyerek kıskançlıklarını belli etmeye başladılar.
Saraydaki kadınlar kıskançlıklarından çıldırırken, Padişah onların kıskançlığını arttıracak bir hamle daha yaptı. Bir gün Padişah, Şivekâr Sultan’la havuz başında otururken:
“Bütün bu hediyeleri sana verdim, Şivekâr! Fakat bu eşyanın içinde, benim hazinemden verilmiş hiçbir hediye yoktur. Sana kendi hazinemden, kıymetli bir hediye vermek istiyorum, ne dilersin, söyle bakayım!” dedi.
Böyle bir teklifi günlerdir bekleyen Şivekâr Sultan, fırsatı kaçırmak istemedi:
“Şam eyaletinin vergi gelirlerini ihsan buyurunuz, Sultanım!” dedi.
Sultan İbrahim, nikâhlı karısının tombul kollarını okşayarak:
“Peki, mademki böyle arzu ettin… Şam eyaletini sana verdim!” dedi.
Bu haber, aynı gün içinde sarayın içinde yayıldı. Saraydaki bütün hasekiler ve cariyeler bu haber karşısında ne yapacağını şaşırdı. Vilayetlerin en zenginlerinden biri olan Şam gibi bir vilayet nasıl olur da bu Ermeni karısına verilebilirdi! Herkes hayretler içindeydi. Kıskançlıkları bu haberle daha da artmıştı. Hasekiler kıskançlıklarıyla kendilerini yiyip bitirirken, Şam gibi bir memleketin bütün haklarına sahip olan Üsküdarlı Ermeni kızı, on beş gün zarfında, saray âdetlerini kavramış ve en gözde cariyelerden başlayarak