Deliler saltanatı. İskender Fahrettin Sertelli. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: İskender Fahrettin Sertelli
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8068-49-8
Скачать книгу
sarayda, dondurucu bir poyraz gibi her saat esmeye başladı.”

      “Merak etmeyin, Sultanım! Ben Hamza’yı ikna etmek için elimden geleni yapacağım.”

      “Turhan! Ben bu işin aksi tarafını da düşünüyorum. Eğer Hamza bu işi üzerine almaz, Şivekâr’ı öldürmek istemezse ne yapacağız?”

      Sohbetin uzayıp daha fazla yalan söylemesine sebebiyet vermek istemeyen Turhan Sultan:

      “Ben bu ihtimali düşünmedim, Sultanım. Hamza, Şivekâr’ın vücudunun ortadan kalkmasına taraftar görünürse, onu öldürmekte tereddüt etmez diye düşünüyorum” dedi.

      “Şivekâr’dan çekinmesi ihtimali bu gece, beni sabaha kadar uykusuz bıraktı. Kendi kendime eğer dedim, bu işi Hamza yapamazsa, acaba Turhan becerebilir mi?

      Kösem Sultan bu sözü söylerken, gözünün ucuyla da Turhan Sultan’ın yüzündeki manaları anlamaya çalışıyordu.

      Valide Sultan’ı odadan göndermenin yollarını arayan Turhan Sultan, ilk başta bu sözün ne maksatla söylendiğini anlayamadı.

      “Düşmanımı öldürmekte hiçbir zaman tereddüt etmem!” diye cevap verdi.

      Kösem Sultan, ayakta sözüne devam etti.

      “Bu kadının vücudu ortadan kalkarsa hepiniz rahat edersiniz!”

      “Padişah bir şey hissetmez mi, Sultanım?”

      “Ben şimdiden, Padişaha takdim edilmek üzere yeni cariyeler hazırladım.”

      ”Efendimiz son günlerde şişman kadınlardan hoşlandığı için, yeni cariyelerin de şişman olması ve Şivekâr’ı aratmaması gerekiyor Sultanım.”

      “Bunu ben de düşündüm. Hazırladığım cariyelerin biri yetmiş, diğer ikisi de yetmiş beşer okka ağırlığında.”

      Hamza Bey meselesini ve küçük yalanını unutan Turhan Sultan, rakibesinin vücudu ortadan kalkmışçasına sevindi.

      “Şivekâr geberdikten sonra Efendimizin yüzünü sık sık görebileceğim, değil mi Sultanım?”

      “Şüphesiz. İbrahim artık sizin olacak! Bilhassa senin. Çünkü o, seni diğer hasekilerden fazla sever!”

      “Eskiden haftada iki üç defa Efendimizin iltifatına mazhar olurdum. Acaba şimdi haftada bir defa olsun beni hatırlayacaklar mı?”

      “Hiç şüphe etme, yavrum! Sen Sultan İbrahim’i idare etmesini herkesten iyi bilirsin!”

      “Padişahımızın, tıpkı bir çocuk gibi, zaman zaman mizaç ve zevkleri değişir. Fakat mavi gözlerimi her şeyden fazla sevdiğini söyler. Benim gözlerimi süzerek bakışım Efendimizin çok hoşuna gidermiş.”

      Kösem Sultan’ın da hiddeti geçmişti.

      “Mavi gözü ben de severim, Turhan!” dedi. “Ferahfeza’yı da mavi gözleri için yanımdan ayırmıyorum!”

      Bu esnada, kapının önünde bir ayak tıkırtısı işitildi. Ferahfeza’nın adı geçtiği an işitilen tıkırtılar sebebiyle Turhan Sultan’ın benzi sapsarı oldu. Dışardan Hamza Bey’in sesi geliyordu.

      “Sultanım, kapıyı açınız, düşmanınızın başını getirdim! Hâdiseyi tevil etmenin imkânı yoktu.”

      Turhan Sultan’ın dizleri de titremeye başladı. Bir türlü kapıya gidemiyordu.

      Ayakta duran bir heykel gibi donup kaldı. Kösem Sultan kapıyı açınca Hamza ile karşılaştı.

      “Nereden geliyorsun, Hamza?”

      Hamza Bey, Turhan’ın odasında göreceğini hiç tahmin etmediği Valide Sultan’la karşılaşınca önce şaşaladı ve gözlerini açarak Turhan’a hitaben ”Aferin Sultanım,” dedi, “beni ne kadar çok sevdiğinizi şimdi anladım. Ben aslında anası babası belirsiz insanlara itimat etmemeye yemin etmiştim.” dedi ve kanlı bir bohça içinde getirdiği bir insan başını odanın ortasına fırlatarak kaçtı.

      Kösem Sultan evvelâ meselenin mahiyetini anlamadığı ve Turhan Sultan’ın sohbetin başında söylediği yalanı hiddetinden unuttuğu için, Hamza’ya bir şey söylemedi. Bu arada yerdeki bohçadan kanlar sızmaya başladı.

      Kösem Sultan, Turhan’ın yüzüne bakarak güldü.

      “Bu işin bu derece çabuk halledileceğini doğrusu hiç ümit etmezdim. Hamza, acaba, Şivekâr’ın gövdesini nereye sakladı? Padişah meseleyi haber alınca etrafı araştırır.”

      Kösem Sultan lâfını bitiremedi. Oda kapısının önünde bekleyen Behram Ağa’nın sesi işitildi.

      “Sultanım, Mehmet Paşa odasında teşrifinizi bekliyor!”

      Kösem Sultan bohçaya elini sürmeden benzi sararan Turhan’ın yanına sokulup saçlarını okşadı.

      “Hakkın var yavrum, sen daha çocuksun! Bu gibi cinayetlere sarayda sık sık tesadüf edecek ve günün birinde alışacaksın! Şivekâr’ı mezara göndermeye muvaffak olan bir genç kadın, artık iman ettim ki, Padişahı parmağında çevirmeye hazırdır!”

      Turhan korkusundan sesini çıkaramadı. Söylemek istediği şeyler boğazında düğümlendi.

      Kösem Sultan kapıdan çıkarken, şu sözleri ilâve etti:

      “Bu başı ortadan kaldır. Gizli bir köşeye sakla. Sonra müsait bir zamanda Haliç’e gönderip attırırsın veya saray bahçesinin izbe bir yerine gömersin. Dikkat et, yavrum! Şivekâr’ın ölümü önemsiz bir olay değildir. Çok merak ediyorum, acaba gövdesi nerede?”

      Kösem Sultan Turhan Sultan’ın cevabını beklemeden gitti.

      Turhan Sultan, kapıyı kapayıp göz ucuyla bohçaya baktı.

      İlk bakışta yerde duran bohçanın içinden akan kanlar, Acem halılarının üzerinde net görünmüyordu.

      Turhan Sultan kapıyı kapattıktan sonra ilk iş olarak bohçayı açtı, aslında Turhan Sultan, bohçadan kimin başının çıkacağını tahmin ediyordu, zaten bu yüzden Hamza Bey geldikten sonra, Kösem Sultan’ın karşısında ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştı.

      Bohçanın içindeki Ferahfeza’nın başı canlı gibiydi, Turhan Sultan bu başı görünce bütün tüyleri ürperdi:

      “Ferahfeza! Sen misin?” diye bağırdı.

      Genç kızın çehresi solmuştu. Kesik boynundaki inci gerdanlığı kan pıhtılarıyla boğazına yapışmıştı.

      Turhan Sultan ne yapacağını bilemez bir halde, odanın içinde deli gibi aşağı yukarı dolaşıyor “Ben ne yaptım?” diyordu. “Biraz sonra bu başın kime ait olduğu anlaşılırsa, bunu nasıl açıklayacağım?”

      Bir yandan zihnini toparlamaya çalışırken, bir yandan da kesik başı bir köşeye götürüp sakladı.

      Kösem Sultan, dairesine geçince, her şeyden önce nedimesini arayacaktı! Bulamayınca kıyametler kopacaktı!

      Turhan Sultan, korkuyla bunları düşünürken aklına bir çare geldi: Bir başkasının daha kanına girerek bu işin içinden sıyrılacaktı.

      Turhan Sultan’ın planına göre Hamza’yı feda edecek, Hamza’nın kendisine bir gösteriş yapmak için Ferahfeza’yı öldürdüğünü söyleyecek, böylece bütün cinayetin mesuliyetini bu zavallı gence yükleyecekti.

* * *

      Bu esnada Padişah sokağa çıkmak için hazırlanıyordu. Sarayın en güzel cariyelerinden biri olan Şekerpare, Sultan İbrahim’in sakalını incilerle süslüyerek hazırlanmasına yardım ediyordu.

      Kadın