Sultan İbrahim de bu masalı dinleyince sakalının tellerini inci ile süsleme sevdasına düştü ve halkta ne kadar inci varsa toplatarak hazinesine getirdi.”
Turhan Sultan bu komik masalı dinledikten sonra, Kösem Sultan’a;
“Efendimiz de Hint padişahı gibi dünyanın en zengin hükümdarı oldular mı?” diye sordu.
Kösem Sultan dudaklarını ısırarak güldü ve:
“Mısır’dan ve Anadolu vilayetlerinden para gelmese hazinede fareler cirit atar, yavrum! Sultan İbrahim her gün sakalını incilerle süslemekten bıkmadı. Fakat hazineye açıktan para gelmesi şöyle dursun, son günlerde sakalına takacak inci bile bulamayacak neredeyse!” dedi.
Amber tütsüsü Kösem Sultan’ın da başını döndürmüştü.
Devlet işlerindeki hakimiyetinin yanında, zevküsefa alemlerinde de padişahtan geri durmayan Valide Sultan, baygın gözlerini ovuşturarak “Çengiler oynasın, söz dursun saz devam etsin!” dedi.
Sultan İbrahim’in ortalarda görünmemesine daha fazla tahammül edemeyen Kösem Sultan’ın bu emrinin üzerine Üsküdar çengileri derhal ayağa kalktılar.
Evvela Çengi Afet meydana çıktı.
Saz, ferahfeza faslından yeni bestelenmiş bir şarkıyı çalmaya başladı. Amber tütsüsünün mavi bir bulut halinde istila ettiği odada Çengi Afet de oynamaya başladı.
Çengi Afet, kıvrak ve ince vücuduyla, dolgun kalçalarıyla, Kösem Sultanın o kadar çok hoşuna gitmişti ki, bu esnada Kara Mustafa Paşa tarafından gelen cariye ile görüşmeye bile vakit bulamamıştı.
Sultan İbrahim’in neden hâlâ gelmediğini anlamaya gerek duymayan Valide Sultan, yanında oturan Turhan’la görüşürken birden, Sadrazamın cariyesine gözü ilişti.
Bu hafiyenin Turhan Sultan’ın odasında ne işi vardı?
Kösem Sultan cariyeyi yanına çağırdı.
“Kız, seni buraya kim gönderdi?”
Sadrazamın cariyesi, Kösem Sultan’ın üç defa eteğini öperek, korkak bir tavırla cevap verdi:
“Paşa hazretleri gönderdi Sultanım!”
“Ne istiyor?”
“Beş dakika huzurunuza kabulünü rica ediyor.”
“Bu gece hiç kimseyle görüşmeye vaktim olmadığını söylersin!”
“Çok mühim bir iş için görüşmek istediğini söyledi.”
“Ne varmış?”
“Ne olduğunu söylemedi Sultanım! Fakat cariyeniz meseleyi biliyorum.”
“Zaten sen, bacak kadar boyunla her şeyi biliyorsun! Söyle bakalım neymiş paşanın derdi?”
Sadrazamın cariyesi, iyice Kösem Sultan’ın yanına sokuldu.
“Sultanım, Efendimiz, Üsküdar’a gitmeye hazırlanıyorlar. Sadrazam paşa hazretleri, Efendimizin gece yarısı sokağa çıkmalarını arzu etmiyorlar.”
Kösem Sultan bu haberi alınca kaşlarını çattı. Yanında ayakta duran Ferahfeza’ya işaret ederek “Saz dursun!” dedi ve cariyenin kolundan çekti.
“Padişah sakallarına inci dizdirmiş mi?”
“Evet, Sultanım! Paşa da bunun için Efendimizin sokağa çıkmasına mani olmak istiyor.”
“Padişah şimdi nerede?”
“Kendi dairelerinde.”
“Yanında kim var, biliyor musun?”
“Biraz evvel Şekerpare vardı. Şimdi o da çıktı.”
“Mustafa Paşa odasında mı?”
“Hayır Sultanım, Efendimizin kapısında bekliyor!”
Kösem Sultan, padişahın bu halde sokağa çıkmasını ve halkın gözünde komik duruma düşmesini hiç istemiyordu.
“Sultan İbrahim’in bu manasız arzusuna engel olmak lazım,” dedi ve cariyenin kulağına eğilerek:
“Paşaya söyle, ben şimdi geliyorum!” diye ekledi.
Padişahın Yeni Aşkı
Kösem Sultan, Turhan Sultan’a bir şey söylemeden sofaya çıktı ve Padişahın kapısının önünde bekleyen Kara Mustafa Paşa’nın yanına geldi.
Sadrazam telaşla Valide Sultan’ı selamlayarak “Sultanım” dedi, “Millete rezil olacağız! Efendimiz incili sakalıyla gece yarısı sokağa çıkmak istiyorlar!”
“Mani olamadınız mı?”
“Sokakların karanlık olduğunu, yarın çıkmak isterlerse daha uygun olacağını söyledim.”
“Ne cevap verdi?”
“Haydi çık dışarı! Benim zevkime kimse karışamaz! dedi. Huzurundan çıkmak zorunda kaldım ve siz Sultanıma meseleyi arz etmeye mecbur oldum.”
“Peki, nereye gitmek istediğini söyledi mi?”
“Paşakapısı’na gitmek istiyorlar.”
“Gece yarısı bu rüzgarlı havada Üsküdar’a geçilmez!”
“Kulunuz da aynı fikirdeyim Sultanım!”
“Peki, siz odanıza gidin, ben Padişahı yolundan çeviririm!”
Kösem Sultan bunları söyleyip Padişahın dairesine girecekken Sadrazam, Sultana bir adım daha yaklaştı:
“Sultanım” dedi, “size bir şey daha söylemek isterim.”
Kösem Sultan’ın izin vermesini beklemeden devam etti:
“Padişahımız geçen gün Üsküdar’a geçtiklerinde yolda bir Ermeni kızına tesadüf etmişlerdi. Ermeni kızı boğa gibi şişman ve otuzunu geçkindi. Köleniz de yanındaydım. Bendenize hitaben Mustafa şu yosmaya bak dedi, ne dolgun kalçaları, ne dolgun baldırları var, dedi. Fazlasını söylemeye cesaretim yok, Sultanım! Yüz okkadan fazla ağırlığı olan bu şişman kadın, padişahın çok hoşuna gitti.”
Kösem Sultan gözlerini yere indirdi:
“Sen ne cevap verdin?”
“Ne diyebilirim, Sultanım? ‘Gönül kimi severse, güzel odur’ dedim.”
“Sonra ne oldu?”
“Kadını Efendimizin yanına getirdiler. Sultanım, görseniz Padişahımız bu mendebur kadından o kadar hoşlandi ki!”
“Kadını oradan uzaklaştırmak aklına gelmedi mi?”
“Nasıl cesaret edebilirdim Sultanım! Sokakta aleme rezil olamayı göze alamadım.”
“Üsküdar sevdası yavaş yavaş anlaşılıyor Paşa!”
“Haklısınız Sultanım! Efendimizin bu kadını görmek için Üsküdar’a geçmek istediği âşikar. Bu işi bir tek siz engelleyebilirsiniz!”
Kösem