O zaman Sultan İbrahim, hiddetlenmiş ve “Sen nasıl bir hekimsin ki, öleceğimi bildiğin halde beni tedavi etmezsin?” diyerek Hekimbaşını cellâda teslim etmişti.
Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin ricası üzerine bir tesadüf eseri olarak başını kurtaran Hekimbaşı, Padişaha ölüm tehlikesiyle karşılaştığı halde bile söylemeye cesaret edemezdi.
Padişah, Hekimbaşının yine aynı şeyi söyleyeceğini düşünerek:
“A hekimbaşı, ben ne edeyim?” dedi. “Böyle nice civanlar kumral saçlı ateş pareler gözümün önünde birer melek gibi uçuşurlarken, kör nefis nasıl söz dinlesin?”
Hekimbaşı, Padişahın bir müddet kadınlardan uzak yaşaması gerektiğini düşünüyordu. Fakat bunu söylemeye, cesareti yoktu.
Zaten Padişahın rahatsızlığı iki günden uzun sürmedi, Padişah yine ayaklanıp zevküsefa dolu hayatına geri döndü.
Padişahın Şivekâr’a vaadettiği Sarı Kameriye eğlencesi yapıldı hatta unutuldu.
Şivekâr Sultan, Padişahla arasındaki gerginlik bitmesine rağmen Şekerpare’yi kıskanmaya devam ediyor, Padişahın ona daha fazla iltifat etmesine dayanamıyordu. Şekerpare’yi Padişahın yanından uzaklaştırmak isteyen Şivekâr, tüm gece bir çare düşündü ve sonunda aklına yeni bir kumpas geldi.
“Turhan Sultan’a iftira atarak zindana düşüren Şekerpare’dir!” diyecek ve Turhan’ın yerine Şekerpare’yi zindana attıracaktı. Çünkü Turhan Sultan’ın kendi aleyhinde neler düşündüğünden, Hamza Bey’le neler yapmak istediğinden haberdar olmayan Şivekâr, Turhan Sultan’la barışmaya karar vermişti.
Planını bir an önce uygulamak isteyen Şivekâr, o gece geç vakit, kimseye görünmeden sarayın zemin katına indi ve Turhan Sultan’ın yattığı zindanın penceresinin önünde durdu.
Zindanın penceresinden ince bir erkek sesi geliyordu.
Şivekâr Sultan yolun köşesinden başını uzattı ve zindanda Kızlarağasının başını ve cübbesini gördü.
Bir adım geriledi.
Kısa bir konuşma, ona, kendi aleyhinde dönen bazı fırıldakların iç yüzünü öğretmeye yetti.
Kulak verdi.
Kızlarağası yavaş yavaş anlatıyordu.
“Sultanım! İki gündür Hamza Bey’i arattırıyorum. Bu dakikaya kadar bulamadık. Sanki yer yarılmış da içine girmiş.”
“Hamza Bey’i Haliç’te ve Topkapı’da bulmak mümkündür. O İstanbul’dan başka bir yere gidemez.”
“Sultanım! Elden geldiği kadar gayret ettik. Gene de edeceğiz. Fakat bulduramazsak, onun göreceği hizmeti kulunuz yapamaz mıyım?”
“Hayır. Hayır. Ona çok ihtiyacım var. Başladığı bir işi tamamlamadan savuştu. Benim başımı da belâya soktu. Ferahfeza’nın katlinde benim parmağım yoktur.”
“Hakikaten köleniz de bu işin esasını bir türlü anlayamadım, Sultanım! Çok merak ediyorum, Ferahfeza’nın başını acaba kim kopardı?”
“Ben de bu işe akıl erdiremedim. Yalnız kuvvetle tahmin ettiğim bir şey var. Şivekâr, beni Padişahın gözünden düşürmek için bu oyunu oynamış olabilir.”
Turhan Sultan, olayı bu şekilde inkâr etmeye mecburdu.
Zaten o, Kösem Sultan’la böyle tehlikeli bir olaya giriştiğine çoktan pişman olmuştu.
Hamza Bey’i aratmasındaki sebep de aşikârdı. Ferahfeza’nın ölümü Turhan Sultan’da gittikçe derinleşen bir vicdan azabı oluşturmuştu.
Ancak bu vicdan azabı, Şivekâr Sultan’ın vücudunu ortadan kaldırmak için duyduğu isteği yok edemiyordu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.