“Hamza, sana mühim bir meseleden bahsetmek istiyorum. Ben sarayda çok zor ve tehlikeli bir vaziyete düştüm. Bu vaziyetten beni ancak sen kurtarabilirsin!” dedi.
Hamza Bey, sevgilisinin söylediklerini aşkla dinliyordu.
“İçine düştüğünüz bu tehlikeli vaziyeti bana anlatınız, Sultanım!” diyerek iyice sevgilisine sokuldu.
Turhan Sultan biraz çekinerek:
“Senden bir fedakârlık isteyebilir miyim, Hamza?” dedi.
Hamza Bey tereddütsüz:
“Sizin herhangi bir tehlikeden kurtulmanız için canımı fedaya hazırım, Sultanım!” dedi.
Bu cevaptan güç alan Turhan Sultan:
“Bu kadar büyük fedakârlığa ihtiyaç yok. Bir başkasının ölümü, beni bu tehlikeli vaziyetten kurtar maya yeterli olacaktır.” dedi.
“Başkasının ölümü mü?”
“Evet. Ve bunu bir tek sen yapabilirsin!”
“Sizi bu derece korkutan adamın kafasını derhal koparmakta tereddüt etmeyeceğimden emin olunuz, Sultanım!”
“Zaten, ben de senin, beni kalben sevdiğine, ancak bu fedakârlığına şahit olduktan sonra inanacağım.”
“Aşkımdan şüphe etmeyiniz Sultanım! Ben, sizi sevdiğim günden beri, aklını kaybetmiş bir serseri gibi dolaşıyorum. Ne yaptığımı, ne yediğimi, ne söylediğimi bilmeden yaşıyorum.”
“Fedakârlıklarla takviye edilmeyen aşklar, bence, en hafif esen bir hazan rüzgârı karşısında bile sarsılır, söner gider.”
“Size biraz evvel de söyledim ya, Sultanım! Bana ismini verin bu hilekârın. Hemen gidip kellesini gövdesinden ayırayım.”
“Sözünden dönmeyeceksin, değil mi?”
“Ben tükürdüğümü yalayan kancıklardan değilim. Beni hâlâ tanıyamadınız mı?”
“Fakat dikkat et, bu sır ölünceye kadar aramızda kalacak. Eğer günün birinde ağzından bir lâf kaçırırsan, ikimiz de cellâdın palası altında can verdik demektir.”
“Merak etmeyin. Benim adım Behram değil! Ben sarayda daima ağzı kilitli gezerim.”
“Onu ne vakit ve nasıl öldüreceksin?”
“Eğer kuvvetli biriyse, tuzağa düşürünceye kadar çalışacağım.”
“Kolları zayıf ve korkak bir kimseyse?”
“Derhal! Beş dakikada başını yere düşürürüm. Hem siz benim, çardaktan sarkan dalından asma kabağı keser gibi bir vuruşta, insanın kafasını gövdesinden ayırdığımı görmediniz değil mi?”
Bu cevabı işiten Turhan Sultan’ın tüyleri ürperdi. Bir an içinde cellâtlarla sevişen kadınların halini hayal etti ve kendine acıdı. Peri masalı adeta bitmişti. Fakat kendisine bu derece fedakârlık göstereceğini vaat eden bir erkeğe karşı sahte de olsa samimi davranmaya mecburdu.
“Beni bu kadar çok sevdiğini ümit etmiyordum, Hamza!” dedi, “Şimdi biraz daha gözüme girdin!”
Hamza Bey, bu kelimelerin altında gizlenen alaycılığı farketmedi.
“Haydi, Sultanım, kimdir bu mendebur?” dedi. “Çabuk söyleyin. Onu mademki idama mahkûm ettiniz. Bu lâtif ve temiz havayı daha fazla teneffüs etmesine müsaade etmeyelim!”
Şivekâr’ın ismini söylemeye bir türlü cesaret edemeyen Turhan Sultan, yanında duran zakkum saksısından bir çiçek kopardı. Yapraklarını yolarak avucunun içinde ovuşturdu. Ufaladı ve yere attı.
“Onu böyle bir anda mahvolmuş görmek istiyorum, Hamza! O, Padişahı bile avucunda oynatıyor. Sen ve ben, hepimiz onun esiri, oyuncağıyız!”
Turhan Sultan’ın ağzından ismi bir çırpıda alamayacağını anlayan Hamza Bey, öldüreceği kişiyi tahmin etmeye çalıştı:
“Kösem Sultan’dan mı bahsetmek istiyorsunuz yoksa? Eğer bana onu öldürtmek istiyorsanız, o, sizin zannettiğiniz kadar zayıf biri değildir!”
Turhan, iradesini kaybetmiş bir çılgın gibi, gözlerini açarak haykırdı.
“Sus, Hamza! O kadar iyi bir kadın hakkında, bu derece fena düşünmeni istemem!”
“Anladım, Sultanım! Anladım. Öldürmek istediğiniz kadının kim olduğunu anladım. Ben Padişahı bile sizin için belki öldürebilirim. Fakat Kösem Sultan’ı öldüremem.”
“Sus diyorum, Hamza! Ben sana onun ismini vermedim. Ben sana başka bir kadından bahsediyorum!”
“Saklama, sevgili Sultanım! Saklama. Siz bana ondan bahsediyorsunuz. Fakat ben ondan korkarım. Kılıcım yalnız onu kesemez.”
Turhan Sultan korkusundan tir tir titriyordu. Hamza Bey’e Şivekâr’ın adını söyleyemeyeceğini iyice anladı. Fakat Hamza Bey’in Kösem Sultan’ı kastettiğini düşünmesi çok kötü olmuştu. Onu bu düşünceden nasıl vazgeçereceğini düşünürken aklına öldürmek istediği kişiyi cariyelerin arasından birisi olarak göstererek bu işten sıyrılabileceği geldi. Hemen bu fikrini uygulamaya koydu:
“Son günlerde beni fazla rahatsız eden kadın Kösem Sultan değil, onun nedimesi Ferahfeza’dır,” dedi ve kendini tutamayarak ağlamaya başladı.
Turhan Sultan’ın aklına direkt Ferahfeza’nın isminin gelmesi oldukça tuhaftı. Çünkü Ferahfeza oldukça sessiz, sakin, terbiyeli bir kızdı. On sekiz yaşında, marifetli, uzun boylu, ince belli, buğday tenli olan Ferahfeza, Kösem Sultan’dan başkasını tanımayan, Padişahın dairesine bir kere bile geçmemiş bir kızcağızdı.
Hamza Bey’in yanlış anlaması Ferazfeza’nın ölümüne mi sebep olacaktı?
Turhan Sultan, bu ismi söylediğine çok pişman oldu fakat iş işten geçmişti, söz ağızdan bir kere çıkmıştı.
Hamza Bey, birden oturduğu yerden fırlayarak:
“Beni burada bekleyiniz, Sultanım! Size şimdi onun başını getireceğim,” deyip çıktı gitti.
Turhan Sultan, Hamza Bey’in arkasından hayretle baktı.
“Yalan söyledim. Gel. Gitme!” diye bağırmak geçti içinden fakat Hamza Bey, çoktan sarayın loş dehlizleri arasına karışarak gözden kaybolmuştu.
Turhan Sultan, çok tehlikeli bir işe girdiğini anlamıştı.
Şimdi ne yapacaktı?
Odasında yalnız kalınca düşünmeye başladı.
Şimdilik Şivekâr Sultan’ı öldürme imkânı yoktu. İsmini söyleyemezken Hamza Bey’in aklına bile gelmemişti. Demek o kadar öldürülmez bir kadındı Şivekâr.
Kendi kendine konuşmaya başladı.
“Hamza, içi sırlı bir küp gibi, her şeyi içinde saklayan bir gençtir. Ferahfeza’yı öldürse bile, bunu ondan ve benden başka kimse bilmez. Ve o vakit, bana çok daha fazla âşık olacağı için, kendisini kolaylıkla tahrik edebilirim. Demek ki Şivekâr’ın mezara gitmesi için, ondan evvel Ferahfeza’nın kurban gitmesi lazımmış.”
Turhan Sultan, yavaş yavaş kendini teselli etmeye çalışıyordu. Hamza’nın bu fedakârlığı Turhan’ı memnun etmişti. Hamza Bey’in senin uğrunda canımı fedaya hazırım sözü, sarayda entrika çevirmek isteyen bir kadın için elbette ihmal edilemezdi.
Hamza Bey, Turhan Sultan’ın dairesinden çıktıktan sonra az bir zaman geçmişti ki Valide Sultan, Turhan