Baba, “Bu delikanlı benim damadım işte,” demiş.
Prens ise karısını alarak babasının yanına gitmeye niyetlenmiş.
Ölü adam, onun karşısına dikilip, “Parayı bölüşelim,” demiş. Bölüşmüşler.
“Parayı böldük, şimdi karını da bölüşeceğiz,” demiş ölü adam.
Delikanlı, “Onu nasıl böleceğiz? İstiyorsan sen al,” demiş.
“Hayır, bölüşeceğiz.”
“İyi de nasıl böleceğiz?” diye sormuş delikanlı.
Ölü adam, “Ben hallederim,” demiş.
Genç kıza uzanarak dizlerini bağlamış. “Sen bir ayağını tut, ben de diğerinden tutacağım,” demiş delikanlıya.
Kızı kesmek için kılıcını havaya kaldırmış. Genç kız korkuyla ağzını açıp haykırınca ağzından bir ejderha düşmüş. Ölü adam bunun üzerine delikanlıya dönerek “Bana eş gerekmez. Para da gerekmez. Diğer adamları öldüren, şu gördüğün ejderha başlarıydı. Artık öldüremezler. Eşin de paran da senin olsun. Sen bana bir iyilik yapmıştın, ben de sana bir iyilik yaptım,” demiş.
“Ben sana ne iyilik yaptım ki?” diye sormuş delikanlı.
“Beni o adamların elinden kurtardın ya…”
Ölü adam mezarına dönerken, Prens de karısıyla birlikte babasına doğru yola çıkmış.
Dazlak
Bir zamanlar adamın biri bir kalyon inşa etmiş, içini tayfayla doldurmuş. Akdeniz’den Karadeniz’e doğru yola koyulmuş. Su almak için bir köyde durduğunda dört beş erkek çocuğunun oyun oynadığını görmüş. Çocuklardan biri dazlakmış. Adam çocuğa, “Su nerede?” diye seslenmiş. Dazlak çocuk, adamı suya götürmüş. Adam suyunu aldıktan sonra çocuğa sormuş:
“Benimle gelir misin?”
“Gelirim ama bir anam var.”
“O zaman anana gidelim.” Gitmişler.
“Oğlunu bana verir misin?”
“Veririm.”
Kaptan bir aylık maaşını ödeyerek delikanlıyı yanına almış. Demir alıp yola çıkmışlar. Daha büyük bir köye vardıklarında su bulmak için karaya çıkmışlar.
Kralın oğlu yürüyüşe çıktığında bir dervişin bir kız portresi sattığını görmüş. Genç adam bu portreyi almış. Çok güzelmiş. Kızın babası yedi yıldır o portre üzerinde çalışıyormuş. Kralın oğlu resmi çeşmenin başına koymuş ve, su içmeye gelenlerden biri “ben bu kızı görmüştüm,” diyecek, diye düşünmüş. Kaptan kıyıya yanaşıp su almaya gitmiş. Gözlerini kaldırınca portreyi görmüş. “Nasıl bir güzellik bu!” demiş. Yeniden tekneye dönerek tayfasına, “Orada bir güzel var. Daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim,” demiş.
Dazlak, “Gidip bakayım,” demiş.
Dazlak çeşmenin başına varıp da portreyi görür görmez kahkahalara boğulmuş. “Dervişin kızı bu. Onu nasıl bulmuşlar ki?”
Sözünü bitirmesine kalmadan yakalayıp saraya götürmüşler. Dazlak, yakalanır yakalanmaz aklını yitirmiş. İki gün sonra adamlar tekrar gelmiş. “O kızı tanıyor musun?”
“Tanımak mı? Biz birlikte büyüdük. Annesi öldü. Hem onu hem beni emzirmişti.”
“Padişahın karşısına çıkacaksın, korkma.”
Oğlanı, padişahın karşısına çıkarmışlar.
“Bu kızı tanıyor musun delikanlı?”
“Tanıyorum, birlikte büyüdük.”
“Onu buraya getirir misin?”
“Getiririm. Bana yaldızlı bir kalyon yapın. Yanıma yirmi müzisyen verin. Bırakın oğlunuz da benimle gelsin. Ne yaparsam yapayım kimse bana itiraz etmesin. O zaman giderim. Gidip dönmem yedi yıl sürer.”
Yanlarına yedi yıl yetecek azık ve su alıp yola koyulmuşlar. Genç kızın ülkesine varmışlar. Şafak sökerken Dazlak, kalyonu kızın evine yanaştırmış. Ev, denize çok yakınmış. Dazlak, “Ben çıkıp güverteye bir bakacağım. Sakın hiçbiriniz kendinizi göstermeyin,” demiş. Sonra yukarı çıkıp güverteyi arşınlamaya başlamış.
Dervişin kızı uykusundan uyanmış. Güneş artık hem kalyonu hem de evi aydınlatıyormuş. Kız dışarı çıkıp gözlerini ovuşturmuş. Bir aşağı bir yukarı yürüyen adamı görmüş. Başını biraz uzatınca bizim Dazlak’ı fark etmiş. Hemen tanımış.
“Ne arıyorsun burada?”
“Senin için geldim, seni görmeye. Çok uzun zaman oldu. Tekneye gelsene. Baban nereye gitti?”
“Babamın benim portremi yaptığını bilmiyor musun? Onu satmaya gitti. Birkaç gün içinde gelmesini bekliyorum.”
“Yanıma gel de biraz konuşalım.”
Kız üzerini değiştirmeye gidince Dazlak da tayfasıyla konuşmaya gitmiş. “İyice gizlenin. Kimse görünmesin. Ben kızı kamaraya götürünce ipleri çözün.”
Kız kamaraya girmiş. Oturup konuşmaya başlamışlar. Kalyon da yola çıkmış. Dazlak, kralın oğlunu gizlice içeri getirmiş.
“Bu da kim?” demiş kız. “Ben gidiyorum.”
“Delirdin mi kardeşim? Gel biraz şeker yiyelim.” Birkaç şeker vererek kızın kendinden geçmesini sağlamışlar.
“Biraz müzik çalalım sana,” demiş Dazlak.
Dışarı çıkıp müzisyenleri getirmiş. Çalmaya başlamışlar. Kız, “Kalkıp gitmeliyim, babam gelecek,” demiş.
“Biraz daha otur, bırak çalsınlar.” Müzisyenler çalmaya devam etmiş ve kız, kalyonun yola çıktığını fark etmemiş.
Daha sonra kız tekrar “Artık gidiyorum,” demiş.
Güverteye çıktığında bir bakmış ki evi uzaklarda… “Ah, kardeşim, ne yaptın sen bana?”
“Ne mi yaptım? Yanında oturan adam padişahın oğlu. Ben de onun adına seni almaya geldim.”
Kız ağlamaya başlamış. “Ne yapayım ben? Kendimi denize mi atayım?” Ama hayır, gidip şehzadenin yanına oturmuş. Müzik, yiyecek, içecek gırlaymış. Dazlak yukarıda bir başına oturuyormuş. Kaptanmış ne de olsa. Diğerleri yiyip içerken o görev yerinden dışarı bir adım bile atmamış.
Karaya yanaşmalarına iki ya da üç gün varmış. Bir sabah şafak sökerken üç kuş, kalyonun üzerine tünemiş. Oğlanın yanında kimse yokmuş. Kuşlar konuşmaya başlamış. “Kuş, ah sevgili kuş! O da ne öyle? Dervişin kızı, şehzadeyle birlikte yiyip içiyor. Başlarına gelecek felaketten haberi bile yok.”
“Ne olacak?” diye sormuş diğer kuşlar.
“Varır varmaz, onları almaya küçük bir tekne gelecek. Tekne alabora olacak ve dervişin kızıyla şehzade boğulacak. Bunu her kim duyar da başkasına anlatırsa, dizleri taş kesilecek.”
Dazlak konuşulanları dinlerken yalnızmış.
Ertesi sabah erkenden kuşlar yeniden gelmiş. Konuşmaya başlamışlar. “Ah kuş, sevgili kuş! O da ne öyle? Dervişin kızı, şehzadeyle birlikte yiyip içiyor. Başlarına gelecek