Saatine baktı. Ona on vardı. İtfaiye erlerinden birine seslendi.
“Çevreyi aramaya ne zaman başlayabilirim?”
“Yangını henüz tam olarak söndüremedik,” diye cevapladı iftaiye eri. “Sanırım öğleden sonra araştırmaya başlayabilirsiniz.”
“İyi,” dedi Wallander. “Feci bir patlama olmuş.”
“Yüzlerce kilo dinamiti ateşlemek için çakılmadıysa, bir kibritle çıkacak yangın değil,” dedi itfaiyeci.
Wallander arabasına binerek Ystad’a geri döndü. Yoldan, santralde görevli Ebba’yı arayarak Björk’e merkeze gelmekte olduğunu haber vermesini istedi. Sonra birden bir şeyi unuttuğunu hatırladı. Geçen akşam polis devriye arabalarından biri bozuk yolların birinde az kalsın bir Mercedes’le çarpışmak üzere olduklarını rapor etmişti. Wallander bu olayın havaya uçan evin civarında olduğundan emindi.
Rastlantılar biraz fazla, diye geçirdi içinden. Yakında artık bilmecenin parçalarını bir araya koyabileceğiz.
Wallander içeri girdiğinde Björk merkezin girişindeki danışmanın önünde volta atıyordu.
Wallander’i görünce, “Şu basın toplantılarına bir türlü alışamıyorum,” dedi. “Svedberg’in telefonla haber verdiği yangından ne haber? Bu konuda bir hayli garip konuştu. Evle ahırın havaya uçtuğunu söyledi. Bu ne demek oluyor? Hangi evden söz ediyor?”
“Svedberg’in söyledikleri büyük bir olasılıkla doğru,” dedi Wallander. “Ancak bu mevzuyu Louise Åkerblom’un kayboluşu hakkında yapacağımız basın toplantısından sonra konuşuruz. O zamana kadar oradaki çocuklar belki biraz bilgi de toplamış olurlar.”
Björk başını evet dercesine salladı.
“Basın toplantısını olabildiğince basit tutalım,” dedi. “Kısa ve net bir şekilde kadının kaybolduğunu söyleyelim, resmini verelim ve basından bu kayıp haberinin yayınlanmasını isteyelim. Soruşturmayla ilgili sorulara sen yanıt verirsin.”
“Hangi soruşturmayla? Soruşturma diye bir şey yok,” dedi Wallander. “Kadının arabasını bulabilseydik, o zaman belki bir şeyler söyleyebilirdim. Ama bulamadık ve elimizde tek bir ipucu bile yok.”
“O zaman bir şeyler bul,” dedi Björk. “Gazetecilere söyleyecek bir şeyleri olmayan polislere kimse saygı göstermez. Bunu sakın unutma.”
Basın toplantısı yarım saat sürdü. Yerel gazete ve radyo istasyonlarının yanı sıra Expressen ve Idag gazetelerinin yerel temsilcileri de gelmişti. Buna karşın Stockholm gazetelerinden kimse yoktu. Kadını bulmadan gelmezler, diye düşündü Wallander. Onlar da kadının öldüğünü düşünüyorlar.
Björk basın toplantısını açarak bir kadının kaybolduğunu ve polisin bu olayı büyük bir ciddiyetle incelediğini açıkladı. Kadınla arabayı tarif ettikten sonra Louise’in resmini dağıttı. Sonra da gazetecilere sorularını beklediklerini söyleyerek Wallander’e doğru baktı, başını sallayıp yerine oturdu. Wallander kürsüye çıkarak bekledi.
“Sizce ne olmuş olabilir?” diye sordu yerel radyo istasyonundan bir muhabir. Wallander onu daha önce hiç görmemişti. Yerel radyo istasyonu sürekli eleman değiştiriyordu galiba.
“Şu anda hiçbir şey bilmiyoruz,” diye yanıtladı Wallander. “Ama olaylar Louise Åkerblom’un kaybolmasını büyük bir ciddiyetle ele almamızı gerektiriyor.”
“O zaman bize olaylardan söz edin,” dedi yerel muhabir.
Wallander anlatmaya başladı: “Bu ülkede kayıp haberi verilen insanların çoğunun er ya da geç geri geldiğini hepimiz biliyoruz. Kayıp olaylarının üçte ikisi mutlu sonla bitmiştir. En yaygın neden, unutkanlıktan ileri gelmektedir. Ara sıra da başka nedenler ortaya çıkar. İşte ancak o zaman bizler bu kayıp olayını büyük bir ciddiyetle ele alırız.”
Björk elini kaldırıp araya girdi: “Bu da elbette polisin diğer kayıp olaylarını ciddiye almadığı anlamına gelmez.”
Aman Tanrım, diye içinden geçirdi Wallander.
Expressen gazetesinin kızıl saçlı ve sakallı genç muhabiri, elini kaldırarak konuşmaya başladı. “Biraz daha açık ve net konuşamaz mısınız?” diye sordu. “Bir cinayet olasılığını düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız neden? Bence genç kadının nerede kaybolduğu ve onu en son kimin gördüğü konusu da açık seçik değil.”
Wallander onaylarcasına başını salladı. Gazeteci haklıydı. Björk birçok konuyu üstü kapalı geçmişti.
“Geçen cuma günü öğleden sonra saat üçü biraz geçe Skurup’taki Sparbanken’den çıkmış,” diyerek açıklamaya başladı. “Banka çalışanlarından biri, genç kadının arabasına binip üçü çeyrek geçe park yerinden ayrıldığını görmüş. Saat konusunda eminiz. Bundan sonra da bir daha onu kimse görmemiş. İki olası yoldan birinden gittiğinden eminiz. Ya Ystad’a doğru E14 karayolundan ya da Slimminge ve Rögla’dan geçerek Krageholm’e doğru gitti. Sizin de az önce duyduğunuz gibi Louise Åkerblom emlakçı. Satışa çıkarılacak evlerden birini görmeye gitmiş olabilir. Ya da doğruca evine gitmiştir. Yolda neye karar verdiğinden emin değiliz.”
“Satılacak ev neresiymiş?” diye sordu yerel gazete muhabirlerinden biri.
“Araştırmamızın bir bölümünü oluşturduğu için bu soruya yanıt veremeyeceğim,” diye cevap verdi Wallander.
Basın toplantısı kısa bir süre sonra bitti. Yerel radyonun muhabiri Björk’le kısa bir söyleşi yaptı. Wallander dışarıda, koridorda yerel gazete muhabirlerinden birinin sorularını yanıtladı. Gazeteciler gittikten sonra, bir fincan kahve alarak odasına gidip yangın yerini aradı. Telefona yanıt veren Svedberg, Martinson’un polisleri gruplara ayırarak yanan evin çevresini araştırmaya gönderdiğini söyledi.
“Böyle bir yangını ilk kez görüyorum,” diyordu. “Yangın söndürüldüğünde geriye küllerden başka bir şey kalmayacak.”
“Öğleden sonra oraya geleceğim,” dedi Wallander. “Şimdi yine Robert Åkerblom’un yanına gidiyorum. Eğer bir gelişme olursa beni orada bulabilirsin.”
“Tamam,” dedi Svedberg. “Basın neler söyledi?”
“Önemli bir şey olmadı,” dedi Wallander telefonu kapatırken.
Tam o sırada da Björk kapıdan içeri girdi. “Toplantı çok iyi geçti,” dedi. “Kimse ukalalık etmedi, mantıklı sorularla yetindiler. Umarım söylediklerimizi yazarlar.”
Wallander basın toplantısına ilişkin herhangi bir değerlendirme yapma zahmetine girmeden, “Yarın santrale bir iki kişi daha koyalım,” dedi. “İki çocuklu dindar bir kadın ortadan kaybolunca birçok kişinin telefon edip hem ne olduğunu soracağından hem de polisi kutsayıp dua ettiklerini söyleyeceklerinden eminim. Bunların dışında belki bize yararlı bir şeyler söyleyebilecek birileri de arayabilir.”
“Tabii kadını bugün bulamazsak,” dedi Björk.
“Bulamayacağımızı ikimiz de biliyoruz,” dedi Wallander.
Sonra da yangını anlatmaya başladı. Patlamayı. Björk endişeli bir yüz ifadesiyle anlatılanları dinledi.
“Sence bunlar ne anlama geliyor?” diye sordu.
Wallander kollarını uzattı. “Bilmiyorum. Birazdan Robert Åkerblom’u görmeye gideceğim. Bakalım anlatacak yeni bir şeyi var mı?”
Björk