“Evet,” diye yanıtladı Robert Åkerblom gözlerini yoldan ayırmayarak. “Bundan sonraki tepeyi geçtikten hemen sonra sola döneceğiz.”
Krageholm ormanından geçtiler. Göl, ağaçların arasında sol tarafta kalmıştı. Wallander arabayı yavaşlattı, sapağı aramaya başladılar.
Sapağı ilk gören Robert Åkerblom oldu. Wallander sapağı geçmişti, arabayı geri vitese taktı, sapağa yaklaşınca durdurdu.
“Siz arabada kalın,” dedi. “Ben çevreye bir bakmak istiyorum.”
Bozuk yolu kesen sapak az ilerideydi. Wallander yere çömelerek tekerlek izlerini bulmaya çalıştı, belli belirsiz izler gördü. Robert Åkerblom’un gözlerini ensesinde hissediyordu.
Arabaya geri dönerek Martinson’la Svedberg’i aradı. Skurup’taydılar.
“Bozuk yolun başındayız,” dedi Wallander. “Bu yola girdiğinizde dikkatli olun. Tekerlek izlerini bozmayın.”
“Tamam,” dedi Svedberg. “Geliyoruz.”
Wallander arabayı dikkatle yola çıkardı. İki araba, diye geçirdi içinden. Ya da aynı araba gelmiş ve geri dönmüş.
Çamurlu ve bozuk yolda sallanarak ilerlediler. Satılık evin bu yoldan bir kilometre uzakta olması gerekiyordu. Wallander krokide çiftliğin adının Issızlık olduğunu görünce şaşırdı.
Üç kilometre sonra tekerlek izleri azalmıştı. Robert Åkerblom önce haritaya, sonra Wallander’e şaşkınlıkla baktı.
“Yanlış yoldayız,” dedi Wallander. “Evi kaçırmış olamayız. Yolun hemen sağında olmalı. Hadi dönelim.”
Ana yola çıktıklarında, Wallander arabayı iyice yavaşlattı ve yaklaşık beş yüz metre kadar gittikten sonra karşılarına bir sapak çıktı. Wallander burada da incelemesini yineledi. Diğer yolun tersine burada birçok kamyon lastiği izi vardı, bu izler üst üsteydi. Yol ayrıca sık kullanılan ve bakımı daha sık yapılan bir yol izlenimi veriyordu. Ne var ki burada da aradıkları evi bulamadılar. Ağaçların arasından bir an için gözlerine bir çiftlik evi ilişti ama bu, ellerindeki tanıma hiç uymadığından durmadılar. Dört kilometre gittikten sonra Wallander arabayı durdurdu.
“Bayan Wallin’in telefonu var mı yanınızda?” diye sordu. “Bana kalırsa bu kadının yön kavramı ya gelişmemiş ya da hiç yok.”
Robert Åkerblom başını onaylarcasına sallayarak iç ceketinin cebinden küçük bir telefon defteri çıkardı. Defterin içindeki melek şeklindeki ayraç Wallander’in dikkatini çekti.
“Kadını arayın,” dedi Wallander. “Kaybolduğunuzu söyleyin. Adresini yeniden vermesini isteyin.”
Telefon bir süre çaldıktan sonra açıldı. Bayan Wallin’in sapağa kaç kilometre olduğunu bilmediği anlaşıldı.
“Başka somut bir işaret vermesini söyleyin,” dedi Wallander. “Nereden sapacağımızı gösteren bir şey olmalı. Eğer yoksa, onu buraya aldırtalım.”
Wallander, Robert Åkerblom’un Bayan Wallin’le konuşmasını bekledi.
“Meşe ağacı,” dedi Robert Åkerblom. “Ağaca gelmeden sapacağız.”
Bir ya da iki kilometre gittikten sonra meşe ağacını gördüler. Burada sağa doğru giden bir yol vardı. Wallander diğer arabayı arayarak onlara eve nasıl geleceklerini anlattı. Sonra da tekerlek izleri aramaya koyuldu ama bu yolun uzun bir süreden beri kullanılmadığı anlaşılıyordu. Tek bir iz bile yoktu. Ya da izler yağmurla birlikte yok olup gitmişti. Yine de düş kırıklığına kapılmaktan kendini alamadı.
Ev, daha önce de söylendiği gibi yoldan bir kilometre içerideydi. Arabayı durdurup dışarı çıktılar. Yağmur başlamıştı, rüzgâr da olanca hızıyla esiyordu.
Birden Robert Åkerblom karısının adını seslenerek eve doğru koşmaya başladı. Wallander arabanın yanında kaldı. Aslında her şey o denli çabuk olmuştu ki Wallander’in bir şey yapmasına olanak yoktu.
Robert Åkerblom evin arka tarafında gözden kaybolunca arkasından gitti.
Bir yandan, araba burada da yok, diye geçiriyordu içinden. Ne araba ne de Louise Åkerblom.
Wallander, Robert Åkerblom evin arkasındaki pencereye bir taş atmak üzereyken hemen yaklaşıp adamın kolunu tuttu.
“Bu iyi bir fikir değil,” dedi.
“Ama Louise içeride olabilir,” diye haykırdı Robert Åkerblom.
“Evin anahtarlarını almadığını söylemiştiniz ya,” dedi Wallander. “Şu taşı bırakın da gidip kapının zorlanıp zorlanmadığına bakalım. Ama karınızın burada olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.”
Robert Åkerblom birden yere yığıldı.
“Louise nerede?” diye hıçkırdı. “Neler oluyor?”
Wallander güçlükle yutkundu. Ne söyleyeceğini kestiremiyordu.
Sonra genç adamın ayağa kalkmasına yardım ederek, “Burada oturmanızın ve çaresizlikle kıvranmanızın size bir yararı olmayacak,” dedi. “Hadi çevreye bir göz atalım.”
Evin ne arka ne de ön kapısı zorlanmıştı. Perdesiz camlardan içeri baktıklarında boş odaların dışında görünen hiçbir şey yoktu. Martinson’la Svedberg geldiğinde artık araştıracak bir şey olmadığına karar vermişlerdi.
“Bir şey yok,” dedi Wallander. Aynı anda da Robert Åkerblom’un görmeyeceği şekilde işaret parmağını dudağına götürdü. Svedberg’le Martinson’un soru sormaya başlamalarını istemiyordu. Louise Åkerblom’un bu eve kadar bile gelemediğini düşünüyor, bunu da genç adamın yanında söylemek istemiyordu.
“Bizim elimizde de bir şey yok,” dedi Martinson. “Arabayı da bulamadık.”
Wallander saatine baktı. Altıyı on geçiyordu. Robert Åkerblom’a dönerek gülümsemeye çalıştı.
“Bence şu anda yapmanız gereken en iyi şey, eve, kızlarınızın yanına dönmek olacak,” dedi. “Svedberg sizi eve götürür. Biz de sistemli bir şekilde araştırmamızı sürdüreceğiz. Endişelenmemeye çalışın. Karınızı bulacağız.”
“Öldü o,” diye fısıldadı Robert Åkerblom. “Öldü ve bir daha geri gelmeyecek.”
Üç polis bu sözlere karşılık vermedi.
Bir süre sonra, “Hayır,” dedi Wallander. “Böylesine kötü bir şeyi düşünmemizi gerektirecek bir kanıt yok elimizde. Svedberg şimdi sizi evinize götürsün. Sizi daha sonra ararım, söz veriyorum.”
Svedberg’le Robert Åkerblom arabaya binip oradan uzaklaştılar.
“Artık gerçek araştırmaya başlayabiliriz,” dedi Wallander kararlı bir sesle, içindeki tedirginliğin giderek arttığını hissediyordu.
Wallander’in arabasına geçip oturdular. Wallander, Björk’e telefon ederek ellerindeki tüm personelin araçlarına binip bulundukları yere gelmelerini istedi. Bu arada da Martinson evin çevresindeki yolların en iyi ve en hızlı şekilde nasıl araştırılacağının planını yapmaya başlamıştı.
“Hava kararıncaya dek arayacağız,” dedi Wallander. “Eğer bu akşam bir şey bulamazsak yarın sabah şafakla birlikte yeniden aramaya başlarız. Orduyla da bağlantı kursan iyi olur. O zaman daha ciddi bir araştırma yapabiliriz.”
“Köpekler,” dedi Martinson.