“Hemen buraya gelsinler,” dedi. “Yemekleri bitmemiş de olsa, hemen gelsinler. Arabamın arka koltuğunda boş bir plastik torba var. Onu getir buraya.”
Polis söylenileni yaptı.
Neler oluyor, diye geçirdi içinden Wallander. Bir siyahi parmağı. Bir parmak! Kesilmiş bir parmak! Skåne’nin orta yerinde…
Polis plastik torbayla döndüğünde Wallander parmağı yağmurdan korumak için torbaya koydu. Haber hemen duyulmuştu, itfaiyeciler parmağı görmek için Wallander’in başına üşüştüler.
“Küllerin arasında bir ceset aramalıyız,” dedi Wallander itfaiye şefine. “Bu parmağın sahibinin cesedini… Burada ne olup bittiğini ancak Tanrı bilir.”
“Bir parmak,” diye mırıldandı Peter Edler şaşkınlıkla.
Yirmi dakika sonra Svedberg’le Martinson koşarak yanlarına yaklaştı. Parmağa şaşkınlıkla baktılar. İkisi de bir şey söylemedi. Sonunda sessizliği bozan Wallander oldu. “Hiç olmazsa bir şeyden eminiz,” dedi. “Bu, Louise Åkerblom’un parmağı değil.”
5
Saat beşte merkezdeki toplantı odalarından birinde toplandılar. Wallander bundan daha sessiz geçen bir toplantı hatırlamıyordu. Kesik parmak masanın ortasında, plastik torbanın içinde duruyordu. Björk’ün parmağı görmemek için sandalyesini hafifçe çevirdiğini fark etti. Onun dışında herkes masanın ortasındaki parmağa sessizce bakıyordu.
Bir süre sonra hastaneden bir ambulans gelerek parmağı alıp götürdü. Ardından Svedberg kahve getirmeye gitti ve Björk de toplantıyı başlattı.
“Bir kez daha nutkum tutuldu,” diye başladı söze. “Aranızda bu parmağa ilişkin bir açıklaması olan var mı?”
Kimseden ses çıkmadı. Bu, aslında öylesine sorulmuş bir soruydu.
“Wallander,” dedi Björk. “Soruşturmada ne kadar yol aldığımızın kısa bir özetini yapar mısın?”
“Pek kolay olmayacak,” dedi Wallander. “Ama yine de çalışacağım.”
Not defterini açarak sayfaları çevirdi. “Louise Åkerblom tam dört günden beri kayıp,” diye başladı söze. “Kesin konuşmak gerekirse doksan sekiz saattir kayıp. Bildiğimiz kadarıyla onu gören yok. Onu ve arabasını ararken bir evde büyük bir patlama oldu. Louise’in o evde olabileceğini düşünmüştük. Evin sahibinin bir süre önce öldüğünü ve binanın vârisler tarafından satılığa çıkarıldığını biliyoruz. Onları Varnämo’da yaşayan bir avukat temsil ediyor. Ev bir yıldan beri boş. Vârisler evin satılması ya da kiralanması konusunda henüz kesin bir karar alamamışlar. Vârislerin bir kısmının evi satın almaları da söz konusu. Avukatın adı Holmgren. Varnämo’daki meslektaşlarımıza avukatla konuşmalarını rica ettik. Vârislerin adlarını ve adreslerini öğrenmek istiyoruz.”
Devam etmeden önce kahvesinden bir yudum aldı.
“Yangın saat dokuzda başladı,” dedi. “Kanıtlar, zaman ayarlı, çok güçlü bir patlayıcının kullanıldığını gösteriyor. Yangının her zamanki basit nedenlerden ötürü çıktığını düşünmemizi gerektirecek bir neden yok ortada. Holmgren evde gaz kaçağı olmadığından emin. Ev geçen yıl baştan sona onarılmış. Yangın söndürme işlemleri sürerken polis köpeklerinden biri yangından yaklaşık yirmi beş metre ötede bir insan parmağının kokusunu aldı. Bu sol elin ya işaret ya da orta parmağı. Bir siyahiye ait. Olay yeri her şeyi didik didik aradı ama başka bir şey bulunamadı. O bölgede yoğun bir arama yaptık ama biz de hiçbir şey bulamadık. Ne Louise Åkerblom’u ne de arabasını bulabildik. Ev havaya uçtu ve biz bir siyahinin parmağını bulduk. Hepsi bu kadar.”
Björk yüzünü buruşturdu. “Doktorlar ne diyor?” diye sordu.
“Hastaneden Maria Lestadius buradaydı,” dedi Svedberg. “Adli tıpla hemen bağlantı kurmamız gerektiğini söyledi. Parmak okuma konusunda uzman olmadığını belirtti.”
Björk tedirginlikle kıpırdadı. “Tekrar et bakayım,” dedi. “Parmak okumak mı dedi?”
“Evet, aynen böyle söyledi,” diye karşılık verdi Svedberg. Björk yine her zamanki gibi gereksiz bir şeyin üstünde durmuştu.
Björk’ün meşhur bir alışkanlığı vardı, bazen önemsiz şeylere takılır kalırdı. Bir elini sertçe masaya vurdu. “Bu çok kötü,” dedi. “Şöyle söyleyeyim, hiçbir şey bilmiyoruz. Robert Åkerblom kayda değer bir şey söylemedi mi?”
Wallander şimdilik kelepçelerden söz etmemeye karar vermişti. Aksi hâlde konunun başka bir yöne çekilmesinden korkuyordu. Ayrıca kelepçelerin genç kadının kaybolmasıyla bir ilgisi olduğundan emin de değildi.
“Hayır,” diye yanıtladı. “Bana kalırsa Åkerblom’lar İsveç’in en mutlu ailesi.”
“Kadın dini açıdan psikolojik bir bunalım geçiriyor olabilir mi?” diye sordu Björk. “Mezheplerle ilgili oldukça garip şeyler duyuyoruz.”
“Metodistler garip değil ki. Kilisemizin en eski mezheplerinden biri. Ama doğrusunu istersen ne işe yaradıklarından haberim yok.”
“Bunu da incelemeliyiz,” dedi Björk. “Şimdi ne yapmamız gerekiyor?”
“Umarım basın toplantısından bir şey çıkar,” dedi Martinson. “Belki birkaç kişi arayıp yararlı bilgiler verir.”
“Telefon trafiğini düzenleyecek bir iki eleman daha gönderdim santrale,” dedi Björk. “Yapmamız gereken başka bir şey var mı?”
“Elimizdekilere bir bakalım,” dedi Wallander. “Pek fazla bir şey yok, değil mi? Yalnızca kesik bir parmak var. Bu, bir yerlerde sol elinin parmaklarından biri kesik, bir siyahinin olduğunu gösterir. Bu da, adamın bir doktora ya da bir hastaneye ihtiyacı olduğu anlamına geliyor. Eğer henüz hastaneye ya da doktora gitmemişse mutlaka yakında gidecektir. Adamın polisle bağlantı kurma olasılığını da göz ardı edemeyiz. Hiç kimse durup dururken kendi parmağını kesmez. Yani buna sıklıkla rastlanılmaz demek istiyorum. Bir başka deyişle biri ona işkence yapmış olmalı. Adamın ülke dışına kaçmış olabileceğini de göz önünde bulundurmalıyız.”
“Parmak izi,” dedi Svedberg. “Yasal ya da yasa dışı olarak bu ülkede kaç Afrikalının olduğunu bilmiyorum ama dosyalarımızda parmak izini bulma olasılığını da yabana atmayalım. Ayrıca Interpol’e de haber verebiliriz. Son yıllarda Afrika ülkelerinin çoğunda suç dosyalarının kabardığını biliyorum. Bir ya da iki ay önce Svensk Polis dergisinde bu konuyla ilgili bir yazı çıkmıştı. Kurt’e katılıyorum. Louise Åkerblom ve bu parmak arasında bir bağlantı görmesek bile olduğunu varsaymalıyız.”
“Bu haberi gazetelere bildirelim mi?” diye sordu Björk. “Polis, parmağın sahibini arıyor. Haberi manşetten verebilirler.”
“İyi fikir,” dedi Wallander. “Bu haberi vermekle bir şey yitirmeyiz.”
“Bunu düşüneceğim,” dedi Björk. “Biraz daha bekleyelim. Ülkedeki her hastanenin uyarılması konusuna katılıyorum. Doktorlar bir şeyden kuşkulandıklarında polise haber vermekle yükümlüdürler değil mi?”
“Ama aynı zamanda sır saklamakla da yükümlüdürler,” diye hatırlattı Svedberg. “Yine de hastanelerle bağlantı kurmamızda yarar var. Sağlık merkezleriyle de. Ülkemizde kaç tane doktor olduğunu bilen var mı?”
Kimse