CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126428
Скачать книгу
de o televizyonla buzdolabı. Onları da çalmak için hamal gerek.”

      Bir deneyeyim dedim. Kendi kendime koyduğum zaman sınırını çoktan aşmıştım nasıl olsa.

      “Tabloları almak için de kamyon getirdi mi?”

      “Yok,” dedi İsmail Oba. “Süleyman Efendi’nin Kartal’ına doldurdu gitti. Hatta bana bile taşıtmadı Süleyman Efendi. Kendi taşıdı teker teker. Maşrapaları falan. Ben arabanın başında bekledim bir iş gelmesin diye.”

      Sigaramdan nefes çekmeye korkar olmuştum.

      Sustu İsmail Oba.

      “Severdik Nurullah Bey’i” dedi ne gereği varsa.

      Bundan böyle çakmak yerine kibrit kullanmaya karar veriyordum tam, kadın içeri girdi. Hızlı hızlı yürüdü bize doğru. Elinde büyükçe, tahtadan oyulmuş bir kül tablası vardı.

      “Bir koşu indim eve,” dedi gecikmesini izah etmek için. “Beyamca’nın şeylerine kıyamadım.”

      Üzerinde kocaman harflerle “Bolu Hatırası” yazan kül tablasını koyacak bir yer bulamadı önce, sonra sigarayı tutan elime doğru uzattı. Aldım elinden, Gülsüm Hanım’ın demek ki o kadar değerli olmayan halısı kurtuldu.

      “Sağ ol bacım,” dedim.

      Cevap vermeden boynunu büktü kadın.

      Otoritenin dayanağı başka bir otoritedir, diye geçirdim içimden. Ortalıkta gördüğüm tek otoriteye sığındım.

      “Neyse, üzülmeyin,” dedim. “Oldu olan. Noyan Bey’e söyleyeceğim, kendi evleri gibi bakıyorlar diye.”

      İsmail Oba’yla kadın bakıştılar.

      Bir elimle Bolu hatırası, doğru dürüst bir nefes daha aldım sigaramdan. Koltukların civarında sehpa yoktu, kalorifer peteklerinin üzerine koydum kül tablasını. Sonra geriye yaslandım koltuğumda. Kolumun ağrısı biraz hafiflemişti.

      “Başınız sağ olsun bu arada,” dedim.

      “Sen sağ ol beyim,” dedi İsmail Oba. Otoriteye sığınmayı o da seviyordu galiba. “Severdik Beyamca’yı.”

      “Hee, severdik,” dedi kadın. Aklına komik bir şey gelmiş gibi pıh diye gülüverdi.

      “O da bizi severdi,” dedi adam. “Bayramda… seyranda… Gücü yettiğince.”

      “Şunca zamandır gelirim giderim evine, bir tek kötü sözünü duymadım,” dedi kadın. “Nur içinde yatsın.”

      “Nur içinde yatsın,” dedi İsmail Oba.

      “Son nefesini verdiğinde yanındaymışsın galiba,” dedim kadına bakarak.

      “Yok beyim,” dedi kadın, gözlerini halının üstünde gezdirerek. Hatırlamaya çalışıyor gibiydi. “Ben sonradan geldim. Yatağın içinde buldum zavallıyı. Ayça Hanım’ın oradan aramışlar aramışlar, açılmamış telefon. Bizim evi aradı sonra. Git bir yokla diye. Numaramız var onlarda. Dokuz numaranın sifonu bozulmuş, bu ona bakmaya gittiydi. Geldim, öyle yatıyordu. Gözlerini ben kapadım valla. Üstünü örttüm. Sonra haber verdim. Kitabımı aldım geldim, bir Yasin okudum başında. Ne edeyim? Noyan Bey, Ayça Hanım, Süleyman falan doluştular sonra.”

      “Nasıl anladın öldüğünü?” dedim. “Korkmadın mı?”

      Kalbinin oralarda bir delik olanda hemen anlaşılıyor, diye düşündüm kendi kendime. Biraz acele etse miydim acaba?

      “Ne korkacağım beyim?” dedi kadın. “Hiç mi görmedik ölü.”

      “Ne korkacak?” dedi İsmail Oba. “Allah rahmet eylesin. Üç Gulluval bir Elham, bitti. Hepimizin başında bir iş. N’olacak?”

      Sigaramı kaloriferin peteğinin üstüne koyduğum kül tablasına bastırıp söndürdüm. Bu kadar kolay olup olmadığından emin değildim.

      “Doktor ne demiş?” dedim.

      İsmail Oba’yla kadın yine birbirine baktılar.

      “Kıvırcık saçlı doktor mu?” dedi kadın.

      Küçük doktorun kuaförü değildim. Ama hemen cevap verdim.

      “Evet.”

      “O, o gün gelmedi beyim,” dedi İsmail Oba. “O bir gün önce, akşam gelmiş.”

      Bu “miş” dikkatimi çekti.

      “Sen görmedin mi geldiğinde?” dedim.

      “O nereden görecek?” dedi kadın. “Bakma vır vır konuştuğuna. At yarışı oynamaktan apartmana uğradığı mı var? Merdivenleri siliyordum ben üst katta. Kapıyı çaldığını duydum. Ben soluklanıyorum yukarda iki büklüm. “Vay doktor, hoşgeldin,” dedi Beyamca kapıyı açtığında. Gülüştüler hatta. Hiç devrisi gün ölecek hasta gibi değildi Beyamca’nın sesi. Takdiriilâhi.”

      “Takdiriilâhi…” diye yineledi İsmail Oba. “Allah cemi cümleye…”

      “Amin,” dedim neye amin dediğimi bilmeden. Bir süre sessizlik oldu. Kadın sanki alışkanlıkla karyolanın örtüsünün kırışmış yerini düzeltti eliyle.

      “Bir kahve içer misin beyim?” dedi sonra.

      “Yok, sağ ol bacım,” dedim. O kadar da değil, dedim içimden. Sormadan edemedim ama.

      “Bir tabanca…” dedim. “Evde hiç tabanca gördünüz mü? “Kadına baktım. “Hani ortalığı silerken, toparlarken…”

      Tekrar birbirlerine baktılar. İsmail Oba elini uzatır gibi oldu burnuna, sonra çekti.

      “Yok beyim,” dedi. “Görmedik hiç.”

      “Görmedik vallaha,” dedi kadın. “Ne tabancasıymış?”

      Soru değildi bu. Cevaplamadım zaten. Soracak bir şeyler daha bulmalıyım yakalamışken, dedim içimden.

      “Geleni gideni olur muydu Nurullah Bey’in çok?”

      “Kim gelip gidecek?” diye başladı kadın. “Garibim tek başına. Hasta adam. Gülsüm ablanın geleni gideni olurdu az biraz. O ölünce ayakları kesildi tabii. Bir başına. Noyan Bey gelirse arada bir… Karısı bir iki uğrardı ama kulak asma. Gelin gibi gelin öyle mi olur? Cart curt… Bütün bildiği…”

      “Asiye!” diye uyardı adam karısını.

      “Yalan mı?” dedi Asiye Hanım. “Asiye’ymiş… İnsan kayınbabasına böyle mi bakar? Attılar adamı bir köşeye… Tamam. İnsanlık parayla değil. Bir çene kadında, Allah göstermesin.”

      “Bir de Doktor Hanım gelirdi haftada bir,” dedi İsmail Oba, ortalığı sakinleştirmek isteyen bir sesle. “Sabahları erkenden.”

      Asiye Hanım hızını alamamıştı.

      “Vallaha beyim,” dedi. “Bir seferinde, iki gündür gördüğüm tek Âdem evladı sensin, dediydi Beyamca bana. Ortalığı toplamaya geldiğimde. Günah, günah bu kadarı!”

      “Dışarı çıkmaz mıydı peki?”

      “Çok az,” dedi İsmail Oba. Karısının lafa karışmasını önlemek için hızlı hızlı konuşuyordu. “Korkuyordu herhal. Sokağın birinde başına bir iş gelir diye. Bildiğim, on gün önce Yasemin Hanım arabayla çıkardı bir hava alsın diye. Arabası da pek yaman, hecin devesi gibi. Bir o görüp gördüğü aylardır. Bakkala çakkala ben giderdim işte. Bir de Süleyman Efendi uğruyordu eksiği gediği var mı diye.”

      Yüzümden bir şey anlaşılmaması için gayret ettim adamın adı geçince. O konunun üstüne gitmedim ama.

      “Garibim