CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126428
Скачать книгу
de çok geçti.

      Başka bir şey bekliyordum galiba. Galiba değil, bekliyordum. Yok, üstüme ateş edilmesini değil.

      Hep haklı çıkmaya eğilimli kadının aramasını bekliyordum. İçimde tuhaf zamanlarda bana mesajlar yollayan ses beklememi söylüyordu. Sen arama, bekle, diyordu. Neden öyle söylüyordu bilemiyordum. Öyle söylüyordu işte. Çayımı yudumlayıp içimdeki sese kulak vererek ve demir yemiş kolumu arada sırada ovuşturarak oturdum. Sonra da kumandaya uzanıp televizyonu açtım.

      Aramadı.

      Aramadı işte.

      Hani belki affetmiştir, diyordum içimden. Evindeki koca kütüphanedeki kalın kalın kitapların arasından durumuma uyan bir şeyler okumuştur, zihni açılmıştır gecenin bu saatinde. Mesleği ağır basmıştır. Anlamıştır. Affetmiştir.

      Öyle bir şey olmadı.

      Ararsa yine haklı çıktığını ona söyleyip söylemeyeceğimden emin olmadığımı biliyordum ama yine de heyecanla bekledim zap yaparak.

      Telefon, kabloda ne var ne yoksa otuz kere üstünden geçtiğim, artık on altıncı kere seyrettiğim John Wayne filminden bile vazgeçtiğim ana kadar çıtını çıkarmadı. Bahar Sitesi’nde esrarlı cinayet anonsu da yoktu haberlerde.

      O da aramadı. Başka bir kimse de. Arayan olmadı.

      Gidip yatmaya karar verdim. Televizyonu kapadım. Salondan çıkmadan önce Sig Sauer 232’ye tepesinden bir kere baktım yalnızca. Bıraktığım gibi duruyordu. Ne daha az ne daha çok tehlikeli. Beyaz kefeninin içinde. Ama yine de canlı. Biraz masum, biraz kışkırtıcı. Işığı kapadım.

      En azında Süleyman Çiçek konusunda masumdu. Bak, bunu biliyordum.

      Banyonun önünden geçerken, dişlerimi fırçalamayacağım bu gece, dedim kendi kendime. Koridordan yatak odasına doğru yürüdüm.

      Kapının zili çaldı.

      Sevindiğimi itiraf etmeliydim. Çok sevindiğimi.

      Geldi, dedim içimden. Bu, telefon etmesinden daha iyi. Çok daha iyi. Konuşurken gözlerinin içine bakmak, duvarların tavanla birleştiği köşeye bakmaktan çok daha iyiydi. Gece daha genç sayılırdı o gelince.

      Geri döndüm. Kapıya doğru hızla yürüdüm. Hani çok acele etmesem, antredeki boy aynasına da bakardım nasıl görünüyorum diye.

      Elimi kapıya attığımda durdum. Durmak zorundaydım.

      “Bir dakika!” diye bağırdım kapının arkasına. Nasıl olsa bir kadın saklamıyordum evin bir köşesine. Çok fazla haklı çıkmasını istemiyordum ama.

      Neredeyse koşarak salona girdim. Sig Sauer’i Nurullah Sert’in bir daha asla giyemeyeceği çamaşırının içinde yakaladım iki elimle. Koridoru hızla geçip kullanılmayan misafir odasına girdim. Aceleyle etrafıma bakındım. Akıllı bir yer bulamadım saklamak için. Uzatmadım, yatağın altına iteledim.

      Muhtemel bir tartışmaya silahları karıştırmamayı garantiye almış olarak daha ağır ağır yürüdüm kapıya doğru. Silahı koyduğum yatağın altına bakmaya fırsatı olmayacağından emindim.

      Kapıyı hızla sonuna kadar açtım eriştiğimde.

      Ama gülümsemem dondu yüzümde. En azından ben öyle sanıyorum.

      Kapıdaki adam Yıldız Turanlı’dan çok daha uzundu. Tanımıyordum adamı ama sanki tanıyor gibiydim.

      Aşağı yukarı benim boyumdaydı. Ama benden biraz daha gençti. Balıksırtı uzun bir palto vardı üstünde. Yumuşak bir kumaştan lacivert bir atkı boynunu kapatıyordu. Yakışıklı denilebilecek bir yüzü vardı. İsterse delici bakabilecek siyah gözleri, evden çıkmadan önce makasla düzeltilmiş gibi disiplinli duran bıyığın vurguladığı biçimli bir burnu, ince dudaklarının sergilediği beyaz dişleri vardı. İşini bilen bir berberin kestiği saçları, ortaya çıkan alnındaki iki santimlik yara izini sanki göstermek için arkaya doğru taranmıştı.

      Yüzünde yabancı bir evin kapısını çalanlarda sık rastlanan cinsten bir tedirginlik görmedim ilk bakışta. Sanki kime geldiğini çok iyi biliyordu.

      Bir şey söylemedim. Soran bir ifade oturttum suratıma.

      Cinayet masasının yeni kuşak dedektifleri bu kadar iyi giyinmiyordur inşallah, dedim içimden.

      “Remzi Ünal?” dedi kapımdaki yakışıklı adam, gözlerimin içine bakarak.

      “Kimin aradığına bağlı,” dedim sanki bir işe yarayacakmış gibi.

      “Biraz görüşebilir miyiz?” dedi adam hafif bir gülümsemeyle. “Gecenin bu saatinde rahatsız ediyorum biliyorum ama… Murat Girgin ben. Noyan’ın eniştesiyim. Eski eniştesi yani…”

      Sağ eli paltosunun cebinde duruyordu. Sol eli paltosunun arkasındaydı.

      Kapımı çalması şaşırtıcıydı ama başkalarının çalmasından çok daha iyiydi. Sanki karar vermekte zorlanıyormuşum gibi baştan ayağa gözden geçirdim adamı. Ayakkabıları pırıl pırıldı. Dörtlü fotoğrafı hatırladım sonra.

      “Daha pijamamı giymemiştim,” dedim kapının önünden çekilirken.

      Bu esprimi daha takdir etti sanki kendince. Elini paltosunun cebinden çıkardı.

      “Geçin,” dedim elimle içeriyi göstererek. “Paltonuzu alayım isterseniz.”

      “Zahmet etmeyin,” dedi önüm sıra hareketlendiğinde. “Çok kalmamayı umuyorum.”

      İlk adımını attığında bastonu gördüm.

      Arkasında sakladığı sol elini öne getirip, siyah, pırıl pırıl bir bastonu sol bacağına destek vererek yürüdü. Hafifçe aksayarak yürüyordu. Baston altını çizmese fark etmeyeceğiniz kadar. Antrede durup çevresine baktı. Salonun kapısını gösterdim.

      “Girin lütfen.”

      İçeri girince yana çekilip ışıkları yakmamı bekledi. Ortalığa şöyle bir göz attı etraf aydınlanınca. Paltosunun düğmelerini çözerken televizyonumun karşısındaki iki koltuktan misafirlere ayırdığıma doğru ilerledi. Hani şu Yıldız Turanlı’dan başkasının oturmadığına. Sezgisini beğendim.

      Sanki iznimi bekler gibi ayakta durdu sırtını koltuğa verip. Baston yine arkasına saklanmıştı.

      Ben de kendi koltuğuma dirseğimi dayamış, ayaktaydım.

      “Bir soruma cevap verirseniz ödül olarak size bir de kahve yaparım,” dedim gözlerinin içene bakarak.

      Oturdu koltuğa. Bastonu dıştan koltuğa dayadı. Paltosunu iki tarafa doğru açınca içinden boğazlı siyah bir kazakla yine siyah kadife bir pantolon çıktı. Sevdiğim ikili.

      “Sorun,” dedi iki eli koltuğun iki kolçağında. Kendine güvenen bir Kim Beş Yüz Milyar İster yarışmacısı gibi.

      “Adresimi nereden buldunuz?” dedim. “Noyan Bey’e verdiğimi hatırlamıyorum. Aslını isterseniz son altı aydır herhangi birisine verdiğimi de hatırlamıyorum.”

      Parmaklarını tam önünde birleştirerek hafifçe öne doğru eğildi Murat Girgin.

      “Ödülü kazandırır mı bu cevap bana bilmiyorum ama,” dedi gözlerinde ufak ufak ışıklar saçarak, “kimin nerede oturduğunu küçük bir soruşturmayla bulabilecek arkadaşlarım var. Aşağıdaki demir kapı da açıktı, eğer merak ediyorsanız.”

      Buyur buradan yak, dedim kendi kendime.

      Hemen cevap vermememi şaşkınlığıma yordu herhalde Murat Girgin.

      “Kazandım mı kahveyi?” dedi.

      “Kahve