Tam caitlin yorgun, aç ve huysuz hissetmeye başlamıştık ki kocaman bir kavşağa geldiler. Caitlin durdu ve yukarı doğru baktı. Oyulmuş ahşap bir tabelanın üzerinde “Grace Church Sokağı” yazıyordu. Burada havayı ağır bir balık kokusu kaplamıştı.
Caitlin bıkkın bir şekilde durdu ve Caleb’e baktı.
“Daha ne aradığımızı bile bilmiyoruz,” dedi. “Bir köprüden bahsediyor. Ama hiçbir yerde tek bir köprü bile göremiyorum. Burda zamanımızı boş yere harcıyor olabilir miyiz? Yoksa bunu başka bir şekilde mi düşünmeliyiz?”
Caleb aniden Caitlinin omuzuna hafifçe dokundu ve gördüğü yeri işaret etti.
Caitlin yavaşça döndü ve gördüğü manzara karşısında şok oldu.
Grace Church Sokağı çok büyük bir köprüye iniyordu, bu köprü Caitlin’in hayatında gördüğü en büyük köprülerden biriydi. Kalbi yeni bir umutla çarptı. Üzerindeki kocaman tabelada “Londra Köprüsü” yazıyordu ve Caitlin’in kalbi daha da hızlı attı. Bu sokak daha genişti, aslında
koca bir ana caddeydi ve insanlar, atlar, at arabaları ve bunlar gibi bir sürü farklı şeyden oluşan trafik köprüden bir o yana bir bu yana geçip gidiyordu.
Aradıkları gerçekten bir köprüyse, şimdi onu buldukları kesindi.
Caleb, Caitlin’in elini tuttu ve orada yer alan trafiğin içine karışarak onu köprüye doğru götürdü. Caitlin yukarı baktı ve gördüğü manzara karşısında başı döndü. Hayatında gördüğü hiçbir köprüye benzemiyordu. Girişini devasa, kemerli bir kapı haber veriyordu ve iki tarafında da muhafızlar vardı. En tepesinde pek çok sivri uçlu demir vardı, onların üzerine ise gövdelerinden ayrılmış başlar oturtulmuştu ve bunlar boğazlarından kan damlayarak sivri uçlu demirlerin ucunda sallanıyorlardı. Tüyler ürpertici bir görüntüydü. Caitlin bakışlarını başka tarafa çevirdi.
Caleb içini çekti. “Bunu hatırlıyorum. Yüzyıllar öncesinden. İşte her zaman köprülerini böyle süslemişlerdir: mahkûmların başlarıyla. Bunu diğer suçlulara uyarı olarak yaparlar.”
Caitlin “Bu korkunç,” dedi, başını eğdi ve hızla köprünün üzerinden geçmeye başladılar.
Köprünün üzerinde satıcılar balık satıyordu ve Caitlin etrafa şöyle bir bakınca nehrin üzerinde kıyıya doğru teknelerin durduğunu ve çalışanların balıkları çamurlu kıyılara taşıdıklarını, giderlerken sürekli kaydıklarını görebiliyordu. Köprünün girişi o kadar kötü balık kokuyordu ki Caitlin burnunu tutmak zorunda kaldı. Her çeşit balık vardı, küçük derme çatma masaların üzerlerine konulmuşlardı ve bazıları hala hareket ediyordu.
Birisi “Levrek, bir pound üç peni!” diye bağırdı.
Caitlin kokudan uzaklaşmaya çalışarak aceleyle geçti.
Üzerinden geçerlerken, köprü Caitlini tekrar şaşırttı, çünkü köprünün mağazalarla dolu olduğunu keşfetti. Küçük dükkânlar, satıcılar her iki yanda da köprüye dizilmişlerdi ve yaya trafiği, çiftlik hayvanları, atlar ve at arabaları da ortaya sıkışmıştı. Karman çorman, kalabalık bir bir manzaraydı, insanlar her yöne doğru bağırıyor ve mallarını satıyorlardı.
Birisi “Tabakhane burada!” diye bağırdı.
Bir diğeri “Hayvanınızı yüzebiliriz!” diye bağırdı.
“Mumlar burada! En iyi kalite mumlar!”
“Samanla çatı örtülür!”
“Yakacak odunlarınızı buradan alın!”
“Yeni tüy kalemler! Tüy kalemler ve parşömen burada!”
Dahada ileri gittikçe, önlerine daha hoş mağazalar çıktı, bazıları mücevher parçaları satıyordu. Caitlin Blake’le olduğu zamanlardaki Floransa’da bulunan altın köprüyü ve Blake’in ona aldığı bileziği düşünmeden edemedi.
Bir an için duygusallığın baskısı altına girdi, yan tarafa geçti, korkuluğa tutundu ve dışarı baktı. Şimdiye kadar yaşadığı bütün yaşamları ve gittiği bütün yerleri düşündü ve bunaldığını hissetti. Gerçekten bunların hepsi doğru muydu? Bir kişi nasıl olurdu da bu kadar çok hayatı yaşayabilirdi? Yoksa bütün bunlardan bir anda uyanıp kendini New York’taki apartmanında bulacak ve bütün bunların hayatının en uzun, en çılgın rüyası olduğunu mu düşünecekti?
Caleb onun yanına gelerek “İyi misin?” diye sordu. “Neyin var?”
Caitlin hızla gözyaşını sildi. Kendini çimdikledi ve hayal görmediğinin farkına vardı. Bunların hepsi gerçekti. Ve hepsinden öte en şok edici şeyde buydu.
Hızla “Bir şey yok,” dedi ve zoraki bir gülümseme ifadesi takındı. Caleb’in düşüncelerini okuyamamış olduğunu umdu.
Caleb yanında durdu ve birlikte Thames nehrinin tam ortasına doğru baktılar. Geniş bir nehirdi ve deniz trafiği ile tıklım tıklımdı. Her boyutta yelkenli rotasında seyrediyor, oradaki devasa suyu sandallar, balıkçıların kayıkları ve her türden deniz aracıyla paylaşıyorlardı. Oldukça hareketli bir suydu ve Caitlin el becerisiyle yapılmış bütün bu farklı yelkenlilere bakarken hayret etti, bazıları vardı ki havaya doğru metrelerce yükseliyordu. Aynı zamanda Caitlin suyun ne kadar sakin olduğuna da şaşırdı, içinde bu kadar deniz taşıtı olmasına rağmen durum değişmiyordu. Ne normal motor ne de deniz motoru sesi vardı. Yalnızca rüzgarda dalgalanan yelken bezlerinin sesi geliyordu. Bu Caitlin’i gevşetti. Sürekli esen rüzgarla beraber buradaki hava da temizdi, sonunda hava kötü kokulardan arınmıştı.
Caitlin, Caleb’e döndü ve Ruth’u da yanlarına alarak köprüden geçmeye devam ettiler. Ruth tekrar inlemeye başladı. Caitlin de açlığını hissedebiliyordu ve durmak istiyordu. Fakat nereye bakarsa baksın hala hiç yiyecek bulamamıştı. Giderek daha da fazla acıkıyordu.
Köprünün ortasına vardıklarında, Caitlin bir kez daha önündeki manzara karşısında şok oldu. Daha önce görmüş olduğu o mızraklara geçirilmiş başları gördükten sonra artık onu şok edecek hiçbir şeyin kalmadığını düşünürken karşısına bu çıktı.
Tam orada, köprünün orta yerinde üç mahkum darağacına gerilmişti; burunları boyunlarına asılmış, gözleri bağlı, üzerlerinde neredeyse hiçbir giysi olmayarak sallanıyorlardı ve hala hayattalardı. Siyah bir kapüşon takan gözleri yarı açık bir cellat arkalarında duruyordu.
“Bir sonraki idam saat birde!” diye bağırdı. Oldukça yoğun ve kalabalık insan yığını darağacının etrafına sokuldu, görünüşe bakılırsa bekleyeceklerdi.
Caitlin kalabalıktan birine “Ne yapmışlar?” diye sordu.
Adam Caitlin’in olduğu tarafa bakmaya tenezzül bile etmeden “Hırsızlık yaparken yakalanmışlar Hanımefendi,” dedi.
Yaşlı bir kadın “Birisi Kraliçeye kara çalarken yakalanmış,” diye ekledi.
Caleb, Caitlin’i o korkunç görüntüden uzaklaştırdı.
Caleb “İdamları izlemek buralarda günlük bir spor gibi görünüyor,” diye yorum yaptı.
Caitlin “Çok acımasız,” dedi. Bu toplumun, modern zamanlardan ne kadar farklı olduğuna, zalimliğe ve şiddete ne kadar tolerans gösterdiğine şaşıp kaldı. Ve