“Bundan daha da önemlisi, içinde bulunduğumuz zaman vampir ırkı için oldukça önemli bir zamandır. Burada bir yol ağzında duruyoruz. Sizler bu yüzyılın eşiğine belli bir sebeple geldiniz.”
Caleb “Nedir bu sebep?” diye sordu.
Kadın başka bir kapıdan içeri girmeden önce onlara gülümsedi.
“Bu soruya verilecek cevabı siz kendiniz bulmalısınız.”
Yükselen tavanı, vitray camları, mermer yerleri, devasa mumları olan ve krallar ve azizlerin oyulmuş heykelleriyle süslü başka olağanüstü bir odaya girdiler. Fakat bu oda diğerlerinden farklıydı. Her yanına dikkatli bir şekilde lahitler ve büstler yerleştirilmiş ve tam ortasında metrelerce yükseklikte ve altınla kaplı muazzam bir mezar duruyordu.
Rehberleri doğruca ortadaki mezara doğru yürüdü ve onlarda takip ettiler. Mezarın önünde durdu ve onlara döndü.
Caitlin muazzam mezara baktı: büyük ve azametliydi. Mezarın kendisi olağanüstü bir sanat eseriydi, altınla kaplanmış, girift oymalarla süslenmişti. Caitlin ayrıca, sanki belli bir önemi varmış gibi ondan dışarı doğru bir enerji yayıldığını hissetti.
Vampir “İtirafçı Aziz Edward’ın Mezarı” dedi. “Burası kutsal bir yerdir, Yüzlerce yıldır bizim türümüzün haç yaptığı yerdir. Söylendiğine göre, eğer biri bu mezarın yanında dua ederse, o kişi hasta olanlar için mucizevi şifalar alırmış. Ayağınızın altındaki taşa bakın: o taş burada diz çöken insanlardan ötürü zamanla aşınmıştır.”
Caitlin ayaklarının altına baktı ve bunun gerçek olduğunu gördü, mermer platform köşelerinden biraz aşınmıştı. Bunun olması için yüzyıllar boyunca ne kadar çok insanın burada diz çökmüş olması gerektiğine hayret etti.
“Ama sizin durumunuz için, bu mezar çok daha fazla önem arz ediyor.”
Döndü ve doğrudan Caitlin’e baktı.
“Senin anahtarın.”
Caitlin şaşıp kaldı. Acaba hangi anahtardan bahsediyordu? Caitlin elini cebine doğru götürdü ve şu ana kadar bulmuş olduğu iki anahtara tekrar dokundu. Kadının hangisini istediğinden emin değildi.
Kadın başını salladı. “Hayır. Diğer anahtarın.”
Caitlin düşündü, afallamıştı. Unuttuğu başka bir anahtar mı vardı?
Ardından, vampir kadın boynundan aşağıya bir bakış atınca Caitlin farkına vardı. Kolyesiydi bu.
Caitlin elini koynuna götürdü ve anahtarın hala orada olduğunu anlayınca hayret etti. Dikkatli bir şekilde anahtarı boynundan çıkardı ve narin, antika gümüş haçı avucunun içine alarak kadına uzattı.
Vampir başını salladı.
“Onu yalnızca sen kullanabilirsin.”
Uzandı ve nazik bir şekilde Caitlin’in bileğini tuttu ve onu heykel kaidesinin altındaki anahtar deliklerinden en küçüğüne doğru yönlendirdi.
Caitlin hayretler içindeydi. O olmasa bu anahtar deliğini asla fark edemezdi. Anahtarı soktu, çevirdi ve hafif bir tık sesi geldi.
Yukarı baktı ve mezarın yanındaki ufacık bir bölmenin açılmış olduğunu gördü. Vampire kadın baktı ve o da ciddiyetle başını salladı.
Caitlin uzandı ve yavaşça uzun, derin bir gözü çekip dışarı çıkardı. İçinde uzun, altından bir kraliyet asası vardı. Caitlin bunu keşfettiğine inanılmaz şaşırmıştı. Asanın başı yakutlarla ve zümrütlerle süslenmişti.
Elini içeriye götürdü ve onu alıp çıkardı. Tuttuğu asanın ne kadar ağır ve altının ne kadar pürüzsüz olduğuna şaşıp kaldı. Neredeyse bir metre olmalıydı ve saf altından yapılmıştı.
Rahibe “Kutsal asa,” dedi. “Bir zamanlar senin babanındı.”
Caitlin yeni bir korku ve saygı duygusu içinde ona baktı. Onu tutarken bir elektriklenme hissetti ve hiçbir zaman olmadığından daha çok kendini babasına yakın hissetti.
“Bu beni babama ulaştıracak mı?”
Rehberleri yalnızca arkasını döndü ve bu özel odadan çıktı. “Bu taraftan” dedi.
Caitlin ve Caleb diğer kapıya doğru yönelip daha pek çok koridor geçerek onu takip ettiler ve başka bir manastırın ortaçağa ait avlusunu girdiler. Yürürlerken, Caitlin antrelerde yürüyen beyaz cübbeler giyinmiş ve yine beyaz kapüşonlar takmış diğer başka vampirleri görünce şaşırdı. Çoğunun başı, sanki dua ederlerken kendilerini kaybetmişler gibi aşağıdaydı. Bazıları ise tütsü kaplarını sallıyordu. Onların yanından geçen bir kaçı başını salladı ve sessiz bir şekilde yollarına devam etti.
Caitlin burada kaç tane vampirin yaşadığını ve bunların babasının meclisine ait olup olmadıklarını merak etti. Westminster Abbey’nin bir kilise olmanın yanında ayrıca bir manastır olduğunu ve kendi türü için bir inzivaya çekilme yeri olduğunu hiç fark etmemişti.
Sonunda başka bir odaya girdiler. Bu oda diğerlerinden çok daha küçüktü ama yüksek kemerli tavanı vardı ve içeriye cömertçe doğal gün ışığı giriyordu. Yerler sert, taş zemindi ve tam ortasında hemen göze çarpan bir eşya vardı: bu bir tahttı. Bir kaidenin üzerine yükseğe yerleştirilmiş, en az dört buçuk metre yüksekliğinde ahşap, oldukça geniş bir sandalyeydi; kolları yukarıya doğru yükselerek çıkıyordu ve ortada bir noktada birleşen üçgen bir arka kısma sahipti. Aşağıda, sağ ve sol köşesinde, sandalyeyi tutuyormuş gibi tasarlanan altından iki aslan oturuyordu.
Caitlin korku içinde tahtı inceledi.
Vampir “Kral Edward’ın tahtı” dedi. “Binlerce yıldır kralların ve kraliçelerin taç giyme tahtı olagelmiştir. Yalnızca tarihteki yeriyle değil, aynı zamanda bizim türümüz için sahip olduğu bir önemden dolayı da çok özel bir eşyadır.”
Döndü ve Caitlin’e baktı. “Bizler bu tahtı binlerce yıldır koruyoruz. Fakat mademki artık sen buradasın ve mademki kraliyet asasını yerinden çıkardın, şimdi hakkın olan yeri almanın tam zamanıdır.”
Caitlin’in tahta çıkması için işaret etti.
Caitlin afallamış bir şekilde ona baktı. O yalnızca basit bir kızdı, binlerce yıldır kralların ve kraliçelerin üzerinde oturmuş olduğu böyle bir krallık tahtına çıkmak için ne gibi bir hakka sahip olabilirdi ki? Caitlin, tahtın o devasa kaidesine çıkıp üzerine oturmak bir yana, yanına yaklaşma hakkını bile kendinde görmüyordu.
Vampir “Lütfen” diye cesaretlendirdi. “Bu senin hakkın. Sen seçilmişsin.”
Caleb, Caitlin’e başını salladı ve Caitlin yavaşça ama isteksizce elinde asayı taşıyarak devasa kaideye tırmandı. Üzerine çıktığında döndü ve dikkatli bir şekilde tahta oturdu.
Sert bir ağaçtan yapılmıştı ve hiç sallanmıyordu. Caitlin arkasını yaslanınca ellerini tahtın kollarına koydu ve o anda tahtın gücünü hissetti. Taçlarını tam bu noktada giyen binlerce yılın krallığını hissedebiliyordu. Taht elektrik yüküyle dolu gibiydi.
Caitlin oradan, herkesten en az dört buçuk metre yükseklikte odaya bakınca yükseldiğini, dünyanın üzerine çıkmış gibi olduğunu hissetti. Büyüleyici bir histi.
Vampir “Asa” dedi.
Caitlin şaşkın bir şekilde