O zaman Mösyö Rivet, “Bu delikanlının bize verebileceği biricik teminat, hürriyetidir.” dedi.
Mösyö Achille Rivet, ticaret mahkemesinde hâkimdi.
“Yabancılar için bu şaka bir iş değildir.” diye devam etti. “Bir Fransız beş yıl hapiste yatar, sonra da borçlarını ödemeden çıkar, bu doğrudur çünkü bundan sonra onu ancak vicdanı tazyik edebilir, oysaki vicdanı onu hiçbir zaman rahat bırakmaz. Ama bir yabancı hiçbir zaman hapisten çıkamaz. Senedinizi bana veriniz, bunu kâtibim namına ciro ediniz. Senedi o protesto edecek, ikiniz aleyhine dava açacak, hapisle tazyiki emreden şifahi bir ilam alacak. Her şey yoluna girdiği zaman da o size mukabil bir makbuz imzalayacak. Böyle hareket etmekle faiz yürüyecek, elinizde de Polonyalınıza karşı her zaman dolu bir tabanca bulunacak!”
İhtiyar kız işleri yoluna koymaya girişti, himaye ettiği delikanlıya da kendilerine bir miktar para vermeye razı bir tefeciye sadece teminat vermek için yapılmış bu muameleden kuşkulanmamasını söyledi. Bu bahane ticaret mahkemesi reisinin icatçı dehasının eseri idi. Velinimetine körü körüne emniyet besleyen masum sanatkâr, resmî evrakla piposunu yaktı çünkü sigarayı ya uyutulacak dertleri olunca yahut da enerjisi olan kimseler gibi içerdi.
Günün birinde Mösyö Rivet, Matmazel Fischer’e bir dosya gösterdi. Dedi ki “Wenceslas Steinbock elleri ayakları bağlanmış olarak elinizdedir, hem öylesine ki yirmi dört saat zarfında onu ömrünün sonuna kadar Clichy’de ikamet ettirebilirsiniz.”
Ticaret mahkemesinin bu hem ağırbaşlı hem namuslu hâkimi o gün, kötü bir iyi iş işlemiş olmasının sebep olduğu bir hoşnutluk duydu. Paris’te iyiliğin bunca şekilleri vardır ki bu garip ifade o tenevvürlerden birine karşılık düşer. Livonyalı, ticaret mahkemesi ağlarına bir kere sarılmaya görsün, iş parayı ödemeye kalırdı. Çünkü bu mühim tacir, Wenceslas Steinbock’a bir dolandırıcı gözüyle bakıyordu. Hissiyat, doğruluk, şiir; iş hayatında onun gözünde uğursuz şeylerdi. Rivet, kendi sözünce bir Polonyalı tarafından kaz gibi yolunmuş olan sırf bu zavallı Matmazel Fischer’in menfaati için Steinbock’ın yanlarından ayrıldığı zengin fabrikacıları görmeye gitti. Paris kuyumculuğunun belli başlı sanatkârlarının yardımıyla Fransa sanatını şimdiki gelişmiş hâline ulaştıran, Floransalılarla, Rönesans’la boy ölçüştüren Stidmann, Rivet; Steinbock adlı Polonyalı bir mülteci hakkında izahat almaya geldiği sırada Chanor’un odasında bulunuyordu.
Stidmann alaycı bir eda ile “Steinbock adlı biri mi dediniz?” diye bağırdı. “Sakın bu bir vakitler talebem olan genç bir Livonyalı olmasın? Biliniz ki mösyö, o büyük bir sanatkârdır. Benim kendimi pek yüksekte gördüğümü söylerler, neyse, bu zavallı oğlan bilmiyor ki bir tanrı olabilir.”
“Ah! Gerçekten, Seine Mahkemesi hâkimi olmakla müşerref bir adam karşısında pek pervasız konuşuyorsanız da…”
Stidmann, elinin tersiyle alnına vurarak “Affedersiniz, konsül!..” diye karşılık verdi.
“Söylediklerinizden pek memnun oldum. Demek ki bu delikanlı para kazanabilecek…”
“Elbette.” dedi ihtiyar Chanor. “Ama çalışması lazım, bizim yanımızda kalmış olsaydı şimdiden epey parası olurdu. Ne edersiniz! Sanatkârlar boyunduruk altında yaşamaktan nefret duyarlar.”
“Kıymet ve liyakatlerini pek iyi biliyorlar da ondan.” diye Stidmann karşılık verdi. “Wenceslas’ı tek başına gittiği, kendi kendine bir isim yapmaya, büyük bir adam olmaya kalkıştığı için gıybet etmem, bu onun hakkıdır! Ama beni bırakıp gidince ben çok şey kaybettim!”
“İşte!” diye Rivet bağırdı. “İşte, delikanlıların üniversiteden çıkar çıkmazki iddiaları!.. Ama önce kendinize gelir yapmakla işe başlayınız, şan ve şöhreti sonra arayınız!”
“Altın toplamakla el hırpalanmış olur!” diye Stidmann karşılık verdi. “Bize servet getirmek şan ve şöhrete düşer.”
Chanor, Rivet’ye “Ne diyelim?” dedi. “İnsan onları bağlayamaz ki.”
“Yularlarını koparırlardı!” diye Stidmann mukabele etti.
Chanor, Stidmann’a bakarak “Bu mösyölerin…” dedi. “Kabiliyetleri kadar da fantezileri vardır. Parayı avuç dolusu harcarlar, birtakım aşüfteleri vardır, saymadan israf ederler, işlerini yapmaya artık vakit bulamazlar. O zaman ısmarlamaları yüzüstü bırakırlar; biz de onlar değerinde olmayan işçilere başvururuz, bu adamları zengin ederiz. Sonra da zamanın haşinliğinden şikâyet eder dururlar. Oysaki kendilerini işe vermiş olsalar altından nice dağları olurdu.”
“Bana ihtiyar Lumignon Baba’yı hatırlatıyorsunuz.” dedi Stidmann. “O ihtilal öncesi kitapçısı dermiş ki: ‘Ah! Montesquieu’yu, Voltaire’i, Rousseau’yu, evimde tavan arasında tutabilmiş, pantolonlarını bir dolapta saklayabilmiş olsaydım bana küçücük kitaplar yazarlardı. Ben de bu kitaplar sayesinde servet sahibi olurdum!’ Güzel eserler çivi gibi dökülebilmiş olsaydı komisyoncular bunlardan pek çok yaparlardı. Bana bin frank veriniz, susunuz.”
Temiz yürekli Rivet, her pazartesi evine akşam yemeğine gelen zavallı Matmazel Fischer hesabına memnun olarak onu evde bulacaktı.
“Eğer onu çalıştırabilirseniz…” dedi. “Akıllı uslu olduğunuz kadar mesut da olacaksınız. Paranızı faizleriyle, masraflarıyla, sermayesiyle geri almış olacaksınız. Bu Polonyalının istidadı var. Hayatını kazanabilir ama pantolonlarını, pabuçlarını kilit altında tutunuz. Onu Chaumiere’e, Notre-Dame-de-Lorette Mahallesi’ne gitmekten menediniz. Dizginleri sıkı tutun. Bu tedbirler alınmadıkça heykeltıraşınız ötede beride sürtecek. Sanatkârların ötede beride sürtmek dedikleri şey nedir bir bilseniz! Tüyler ürpertici şeyler, ya! Biraz önce öğrendik ki bin franklık kaime bir günde ezilip gidiyor.”
Bu vakanın Wenceslas’ın ve Lisbeth’in özel hayatı üzerinde müthiş bir tesiri oldu. Bu velinimet kadın paralarını tehlikede, çoğu zaman da kaybolmuş sandıkça zehirli azarlamalarıyla sürgünün ekmeğini boğazına dizdi. İyi anneyken, bir üvey ana oldu. Bu çocukcağızı azarladı; süratle çalışmadığından, zor