Kuzin Bette. Оноре де Бальзак. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Оноре де Бальзак
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6486-34-8
Скачать книгу
kedim!” dedi. “Büyük dertlere büyük derman!”

      Marneffe kapıda karısının önüne geçerek “Valérie! Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı.

      O, şık şapkası altındaki buklelerini düzeltirken “Bizim ev sahibini göreceğim.” diye karşılık verdi. “Sen de şayet müdürünün kuzini ise, o ihtiyar kızla aranı iyi etmeye çalışmalısın.”

      Aynı binadaki kiracıların birbirlerinin içtimai vaziyetleri hakkındaki bilgisizlikleri Paris hayatının dağdağasını en iyi tasvir edebilecek her zamanki vakıalardan biridir lakin her gün sabahleyin erkenden bürosuna giden, akşam yemeğini yemek için evine dönen, her akşam sokağa çıkan bir memurun ve Paris eğlencelerine dalmış bir kadının, oturdukları bina avlusunun nihayetinde, üçüncü katta kiracı ihtiyar bir kızın, -bahusus ki bu kız Matmazel Fischer’ın huylarına sahip olunca- varlığından haberleri olmamasını anlamak kolaydır.

      Evde herkesten önce Lisbeth hiç kimseyle konuşmadan sütünü, ekmeğini, ateşini almaya gider; güneşle birlikte yatardı. Hiçbir zaman ne mektup alır ne de ziyaret kabul ederdi, hiç kimse ile komşuluk etmezdi. Dördüncü katta Voltaire’i, Pilatre de Rozier’yi, Beajon’u, Marcel’i, Mole’yi, Sophie Arnoult’yu, Franklin’i ve Robespierre’i tanıyan ihtiyar bir mösyö bulunduğunun dört yıl sonra öğrenildiği bazı evlerdeki emsalleri gibi o da adı sanı olmayan entomolojik mahluklardan biriydi. Mösyö ve Madam Marneffe, biraz önce Lisbeth hakkında söyledikleri şeyleri, mahallenin ıssızlığı ve düşkün hâllerinin iyilikseverliği dikkat ve ihtimamla idame ve muhafaza edilecek derecede lüzumlu kapıcılarla kendileri arasında kurdukları münasebet sebebiyle öğrenmişlerdi. İhtiyar kızın kibir ve azameti, sükûtiliği, ihtiyatı, kapıcılarda o aşırı saygıyı, aşağı insanın itiraf edilmemiş hoşnutsuzluğunu gösteren o soğuk münasebetleri doğurmuştu. Esasen kapıcılar kendilerini, adliye sarayında söylendiği gibi kirası iki yüz elli frank olan bir kiracı ayarında sayarlardı. Kuzin Bette’in küçük kuzini Hortense’a açtığı sırlar gerçekleşince herkes anlayacaktır ki kapıcı kadın Marneff’le yaptığı mahrem bir görüşmede Matmazel Fischer’e sadece dil uzattığını sanarak iftira etmiş olabilirdi.

      İhtiyar kız, saygıdeğer kapıcı Madam Olivier’nin elinden şamdanı alınca kendi dairesi üstündeki çatı arası odasında ışık yanmış olup olmadığını görmek için acele etti. Temmuzda, bu saatte avlunun nihayeti öylesine karanlık oluyordu ki ihtiyar kız ışıksız yatamıyordu.

      Madam Olivier şeytanca ve alaylı bir eda ile Matmazel Fischer’e “Oh! İçiniz rahat olsun, Mösyö Steinbock evinde, hatta sokağa bile çıkmadı.” dedi.

      İhtiyar kız hiçbir karşılık vermedi. Kendisine uzak insanların yerli yersiz lakırtılarına kulak asmamak hususunda hâlâ köylü kalmıştı; tıpkı köylülerin, yalnız kendi köylerini görmeleri gibi o da yalnız içinde yaşadığı küçük muhitin fikirlerine ehemmiyet verirdi. Azimli bir tavırla kendi evine değil, çatı arasındaki o küçük odaya çıktı. Bakın, niçin? Çerez olarak torbasına âşığı için yemiş ve şekerleme koymuştu, tıpkı ihtiyar bir kızın köpeğine dışarıdan tatlı yiyecekler taşıması gibi bunları ona vermişti.

      Hortense’ın hülyalarının kahramanı, solgun sarı bir delikanlıyı, ışığı içi su dolu bir küreden geçerek aydınlığı artan küçük bir lambanın ışığında çalışır; üstü oyma takımları, kırmızı bal mumu, taslak takımları, yontulmuş dört köşe tahta parçaları, model üzerinde eritilmiş bakırlarla kaplı bir nevi tezgâh önüne oturmuş; arkasında bir önlük, elinde çalışmaya kendini vermiş bir şair dikkatiyle seyrettiği bal mumundan küçük bir heykeli tutar bir hâlde buldu.

      Çıkınını tezgâhın bir köşesine koyarak “Bakınız, Wenceslas size neler getirdim?” dedi.

      Sonra şekerlemeleri, meyveleri, birer birer torbasından çıkardı.

      Zavallı sürgün, kederli bir sesle “Siz çok iyisiniz, matmazel!” diye karşılık verdi.

      “Bunlar içinizi serinletecek, çocukcağızım… Böyle çalışmakla kanınız kızışıyor, siz bu derece ağır bir zanaat için yaratılmamışsınız.”

      Wenceslas Steinbock ihtiyar kıza şaşkın şaşkın baktı.

      “Haydi, yiyiniz…” diye birdenbire devam etti ihtiyar kız. “Hoşunuza gidince yaptığınız şekillerden birini seyre daldığınız gibi beni seyredeceğinize.”

      Suratına bu türlü bir laf şamarı yiyince delikanlının şaşkınlığı geçti çünkü o zaman şefkati kendisini her vakit hayrete düşüren dişi mentorunu tanıdı, sert muamele görmeye öylesine alışmıştı ki. Steinbock, yirmi dokuz yaşında idiyse de bazı sarışınlar gibi o da beş veya altı yaş küçük görünüyordu. Sürgün yorgunlukları ve sefaletleri altında kaybolan bu gençliği, bu tazeliği, o kuru ve sert yüzle birleşmiş görünce insan, bu iki mahluka cinsiyetlerini verirken tabiatın yanıldığını sanırdı. Kalktı, sarı Utrecht kadifesiyle kaplı eski bir XV. Louis koltuğuna kendini attı, dinlenmek istermiş göründü. O zaman, ihtiyar kız çıkınından bir erik aldı, usulcacık dostuna uzattı.

      Delikanlı meyveyi alırken “Teşekkür ederim.” dedi.

      İhtiyar kız bir meyve daha vererek “Yorgun musunuz?” diye sordu.

      “Çalışmaktan yorulmuş değilim ama yaşamaktan bıktım usandım.” diye karşılık verdi.

      İhtiyar kız bir nevi güceniklikle “Düşündüğün şeye bak!” diye bağırdı. Ona şekerlemelerden uzatarak onun da zevkle yediğini görünce, “Size gece gündüz bakan koruyucu bir meleğiniz yok mu? Görüyorsunuz, kuzinimin evinde akşam yemeği yerken bile hep sizi düşündüm.” dedi.

      Delikanlı, Lisbeth’e hem okşar hem de hüzünlü bir bakışla bakarak “Biliyorum ki…” dedi. “Siz olmasanız çoktan ölmüştüm ama aziz hanımım, sanatkârların eğlencelere ihtiyacı vardır.”

      İhtiyar kız onun sözünü keserek, yumruklarını kalçalarına koyarak, ateş saçan gözlerini ona dikerek “Ah! Şimdi baklayı ağzından çıkardın!..” diye bağırdı. “Sonunda hastanede ölen bunca işçi gibi, siz de sıhhatinizi Paris rezaletlerinde mahvetmek istiyorsunuz! Yo, hayır, servet sahibi olunuz, geliriniz olunca da eğlenirsiniz, çocuğum. O zaman doktor ve zevk masraflarınızı karşılayacak paranız olur, sizi gidi çapkın sizi…”

      Wenceslas Steinbock, içine bir mıknatıs alevi gibi giren bakışlarla birlikte bu kuvvetli azarı işitince başını önüne eğdi. En ısırıcı, gıybetçi biri bu sahnenin başlangıcını görmüş olsaydı Olivierlerin Matmazel Fischer’e ettikleri iftiraların asılsız olduğunu çoktan anlardı. Bu iki mahlukun edalarında, hareketlerinde, bakışlarında, her şey onların iç hayatlarının saflığını gösterirdi. İhtiyar kız sert lakin gerçek bir anne şefkati gösteriyordu. Delikanlı, bir annenin istibdadına saygı gösteren evlat gibi her şeye katlanırdı. Bu garip birleşme, zayıf bir karakter üzerinde fasılasız tesir etmekte olan kuvvetli bir iradenin neticesi gibi görünüyordu çünkü Slavlar savaş meydanlarında büyük şecaat gösterdikleri hâlde, kendi hayatlarını güdüşlerinde bir istikrarsızlık, fizyolojistlerin tetkik etmeleri icap eden -ziraatta entomolojistler ne ise, siyasi hayatta da fizyolojistler odur- bir ahlak gevşekliği veren hususi bir insicamsızlık vardır.

      Wenceslas melankolik bir şekilde “Ya zengin olmadan evvel ölürsem?” diye sordu.

      “Ölmek mi?” diye ihtiyar kız bağırdı. “Oh! Ölmenize hiçbir zaman razı olamam. Hayatım ikimize de yeter, icap ederse size kanımı da veririm.”

      Bu şiddetli, saf nidayı duyunca gözyaşları Wenceslas’ın göz kapaklarını