“ ‘Anlaşılması güç olan yaşlılık’ konusuna döndük yine babacığım, sanki dünyada en önemli konu buymuş gibi!” dedi Bess alelacele. Şiiri çok severdi ve çok iyi okurdu:
Karların arasında hürmete layık şekilde dikilmiş
Taze güllerin yetiştiğini görmek istemez miyiz?
diye alıntı yaptı Bay March. O sırada Josie gelip diğer kolçağa tünedi, bol dikenli ufak tefek bir gülü andırıyordu o sırada çünkü Ted ile çok ateşli bir tartışmaya girmiş ve her hâliyle alt edildiği gözlerinden okunuyordu.
“Büyükbaba, erkeklerin sadece en güçlü oldukları için mi kadınların onlara itaat etmesi ve en akıllı sizsiniz demesi gerekir?” diye yüksek sesle sordu. O sırada kışkırtıcı bir gülümsemeyle, uzun boylu yapısında hep komik duran, çocuksu yüz ifadesiyle taciz edici bir tavır takınan kuzeni içeri girdiğinde ona öfkeyle baktı.
“Ah, tatlım, o modası geçmiş bir inanış ve onu değiştirmek biraz zaman alacaktır. Ama artık günümüzün kahramanlarının kadınlar olduğuna inanıyorum ve bana öyle geliyor ki artık kadınların da aynı seviyeye eriştiklerini ve amaçlarına ulaşacaklarını biliyorum. Bu nedenle erkekler, onları el üstünde tutmalıdır.” diye cevap verdi Bay March. Orada bulunan genç kadınların aydınlık yüzlerini babacan bir memnuniyetle inceledi. Aslına bakarsanız bu kadınlar, üniversitenin en parlak öğrencileri arasındaydılar.
“Bizim zavallı Atalantaların5 önlerine konulan bütün engeller dikkatlerini dağıtıyor ve zaman kaybettiriyor maalesef. Öyle ya da böyle bu engeller altından yapılmış elmalar da değil. Ama daha iyi koşmayı öğrendiklerinde eşit şartlara sahip olacaklarını düşünüyorum.” diyerek güldü Laurie amca, kızgın bir kedi yavrusu gibi tüyleri diken diken olan Josie’nin hacimli saçlarını okşayarak.
“Varilleri elmalarla doldurup önüme atsalar bile ben yoluma başladığımda beni hiç kimse durduramaz ve ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bir düzine Ted bile olsa karşımda, bana asla engel olamazlar! Bir kadının, bir erkek kadar iyi olabileceğini hatta daha da iyi olabileceğini göstereceğim ona. Bu daha önce kanıtlandı ve ben yine kanıtlayacağım. Benim beynimin hacmi daha küçük olabilir ama onunki kadar iyi çalışmadığı anlamına gelmez!” diye heyecanla haykırdı genç kız.
“Eğer öyle şiddetle kafanı sallamaya devam edersen geriye kalmış beyin hücrelerini iyice sersemleteceksin ve ben senin yerinde olsam onlara da iyi bakarım.” diye alaylı alaylı konuşmasını sürdürdü Ted.
“Bu iç savaşı kim başlattı?” diye sordu büyükbaba, kullandığı kelimelere hafif vurgu yaparak. Bu da yiğitlerin hararetini söndürmeye yetti.
“Vallahi biz gece gündüz demeden İlyada destanını çalışıyorduk ve Zeus’un, Juno’ya6 planları hakkında soru sormamasını yoksa onu kırbaçlayacağını anlatan bölüme gelmiştik. Juno’nun süklüm püklüm susması üzerine Jo çok sinirlendi. Ben de ona bunun çok normal olduğunu, Zeus’a katıldığımı, kadınların pek fazla bilgili olmadıklarını ve erkeklere itaat etmeleri gerektiğini söyledim.” diye açıklamada bulundu Ted, bu sözleri dinleyicilerin eğlence kaynağı olmuştu.
“Tanrıçalar ne isterlerse yapabilirler ama kendi savaşlarında bile doğru dürüst dövüşemeyen ve yenilgiye uğramak üzereyken Pallas7, Venüs8 ve Juno tarafından apar topar başka yerlere götürülmek zorunda kalan o erkekleri önemseyen Yunan ve Truvalı kadınlara sadece korkak diyebiliriz. Düşünsenize bir çift kahraman birbirlerine taş atarken diğer iki ordu durup oturuyor ve bekliyor bitmesini! Sizin Homeros hakkında çok iyi şeyler düşünmüyorum. Benim kahramanlarım Nopolyon ya da Grant diyebiliriz.”
Josie’nin bu tepeden bakma tavrı bir sinek kuşunun bir deve kuşunu azarlaması kadar komikti, ölümsüz şairi küçümsemesi ve tanrıları tenkit etmesi karşısında herkes kahkahalara boğuldu.
“Napolyon Juno’suyla çok iyi zaman geçirdi, öyle mi? İşte kızlar hep olayların bu yönüyle tartışmaya bayılırlar. Önce bir tarafı tutarlar sonra da diğer tarafı.” diye dalga geçti Ted.
“Johnson’ın hanım arkadaşı gibi. Asla kesin karar veremez ve onun yerine daldan dala konardı.” diye ekledi Laurie amca, bu sözlü düellodan büyük keyif alarak.
“Ben sadece onların askerî yönlerinden söz ediyordum. Ama kadınların gözünden bakarsak Grant nazik bir koca ve Bayan Grant de mutlu bir kadın değil miydi? Herhangi bir soru sorduğunda onu kırbaçlamakla tehditler savurmadı ve eğer Napolyon, Josephine’e karşı hatalar yaptıysa da en azından savaşmayı biliyordu. Minerva’nın9 gelip üzerinde titremesi beklentisi içinde hiç değildi. Züppe görünümlü Paris’ten10 gemilerinde sürekli somurtan Achilles’e11 kadar hepsi aptal bir takımdı. Ayrıca Yunanistan’daki bütün Hektorlar ve Agamemnonlar12 için asla fikirlerimden vazgeçmeyeceğim.” dedi Josie, hâlâ yenilgiyi kabul etmeyerek.
“Bir Truvalı gibi savaşabiliyorsun, bu belli. Sen Ted ile savaşırken biz de iki itaatkâr ordu gibi oturup sizi izleyeceğiz.” diye söze başladı Laurie amca, küstahça mızrağı üzerine eğilen bir cengâver gibi poz vererek.
“Korkarım burada kesmek zorundayız çünkü Pallas birazdan göklerden inip bizim Hektor’u kapıp götürecek.” dedi Bay March gülümseyerek. O sırada Jo gelmiş ve oğluna yemek zamanının yaklaştığını hatırlatmıştı.
“Bu meseleyi daha sonra tartışarak çözeriz, özellikle bize müdahale edecek tanrıçalar olmadığında.” dedi Teddy. Oradaki ikramları hatırlayarak beklenmedik bir neşeyle başka tarafa yöneldi.
“Bir kek tarafından fethedildin! Vay anasını!” diye arkasından seslendi Josie. Hemcinslerine yasak olan klasikleşmiş bir sözü kullanabilme fırsatını yakaladığına çok sevinmişti.
Ama Ted, son derece erdemli bir yüz ifadesiyle oradan neşeyle ayrılırken son sözlerini esirgemeden konuşmasını sürdürdü. “İtaatkârlık bir askerin son görevidir.”
Her zaman son sözü söylemek, bir kadını ayrıcalıklı kıldığından Josie kararlılık içerisinde peşinden koştu ama dilinin ucuna gelen o iğneli sözleri ifade edemedi çünkü mavi bir takım giymiş ve güneşten oldukça esmerleşmiş genç bir adam, merdivenleri sıçrayarak tırmanıyordu. Neşeyle “Kara göründü! Kara göründü! Neredesiniz millet?” diye haykırmaya başladı adam.
“Emil! Emil!” diye haykırmaya başladı Josie ve çok geçmeden Ted de koşarak üzerine atladı, yeni geleni neşe dolu karşılayarak. Böylelikle en son düşman olan ikili çekişmelerine son vermiş oldular.
Kekler tamamıyla unutulmuştu ve çocuklar kuzenlerini sürüklemeye başladılar, sanki işini iyi bilen bir tüccarla anlaşma sağlandıktan sonra çekme halatıyla mallarını telaşla çekiştirir gibiydiler. Çocuklar oturma odasına döndüler. Orada Emil, bütün kadınları öptü ve bütün erkeklerle el sıkıştı, amcası hariç; bildiğiniz eski Alman usulüyle onunla kucaklaştı, bu da orada bulunanların çok hoşuna gitti.
“Bugün izin alabileceğimi hiç düşünmemiştim. Sonra bir baktım ki izni koparmışım ve ben de doğruca