Gençlik dönemlerinde kadın hakları ve köleliğin kaldırılması için mücadelelere katıldı. Bir taraftan aile bütçesine katkıda bulunabilmek için öğretmenlik, hemşirelik, dadılık, temizlikçilik gibi işler yapıyor, bir yandan da yazarlık denemeleri ve fikir mücadeleleri sürdürüyordu. Çeşitli fabl denemelerini bir araya getiren ilk kitabı 1854’te yayımlandı. 1860’ta tanınmış edebiyat dergisi Atlantic Monthly’de yazıları yayımlandı. Alcott bu arada didaktik çocuk hikâyeleri de yazdı. 1868’te yayımlanan Küçük Kadınlar romanı büyük bir edebî başarı kazandı ve ismini klasik eserler yazarları arasına soktu.
Aslında Louisa May Alcott, Küçük Kadınlar’ı yazmayı pek istememişti. O zamana kadar genellikle yetişkinler için romanlar kaleme alıyordu. Ama Küçük Kadınlar’ın ilk yayıncısı, ona küçük kızlar için kitap yazmayı ve babasıyla bir anlaşma yapmayı önerdiğinde bu teklife sıcak bakmıştı. Bu öneriye göre babası da kendi yazdığı hikâyeleri yayımlatma fırsatı bulacaktı. Yazar o sırada otuz beş yaşındaydı ve bu kitabı yazmak sadece on haftasını aldı. Bu kitap bir bakıma yazarın otobiyografik bir romanıydı ve karakterleri yaratırken genelde kız kardeşlerinden ve çocukluk anılarından yola çıkmıştı. Dört kız kardeşin -Meg, Jo, Beth ve Amy- çocukluk yıllarını anlatan bu romanı ertesi yıl, aynı karakterlerin ailelerini kurmalarını ve çoluk çocuğa karışmalarını anlatan İyi Hanımlar izledi. 1871’de yayımladığı ve Jo’nun kocasıyla birlikte bir okul kurmasını anlatan Küçük Erkekler ve 1886’da yayımladığı Jo’nun Oğulları roman dizisini tamamladı. Aradaki dönemde yazdığı Eski Kafalı Kız, Jo Teyze’nin Karalamaları, Sekiz Kuzen ve devamı Gül Açarken ile iyi bir okur kitlesine sahip oldu.
Koyu bir feminist olan Alcott, hikâye kahramanı Jo’yu evlendirmeyi düşünmüyordu ama okurlardan evlenmesi gerektiğine dair tepkiler alınca -bu kitap ilk olarak iki cilt yayımlanmıştı- mecbur kalıp hikâye kahramanı Laurie ile evlendirmişti. Laurie karakterinin Ladislas Wisniewski adlı Polonyalı bir müzisyenden yola çıkarak yaratıldığı düşünülüyordu çünkü Alcott ve Wisniewski 1865’te yazarın Avrupa’da bulunduğu sırada tanışmış ve aralarında bir flört yaşanmıştı. İkisi iki hafta Paris’te bir aşk yaşamış ancak sonra da son bulmuştu.
Louisa May Alcott, hiçbir zaman evlenmedi ama ölen kız kardeşinin çocuğunu evlat edindi. Amerikan İç Savaşı’nda sağlık hizmetini yerine getirirken bu görevin yan etkisi olan cıva zehirlenmesi sonucu hastalığı giderek arttı. 6 Mart 1888 yılında elli beş yaşında iken, babasının ölümünden iki gün sonra, hayata gözlerini yumdu.
Semra Eşlisoy, İlk ve orta öğrenimini Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamladı. Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Çeşitli kurumlarda İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra yine aynı üniversitenin Yabancı Diller Yüksek Okulu, hazırlık bölümünde okutman olarak görev yaptı ve aynı bölümden emekli oldu. Türkçeye kazandırdığı eserler arasında Kazananlar ve Kaybedenler, 4 Kadın, Sherlock Holmes seri kitapları yer almaktadır. Deniz’in annesidir.
BİRİNCİ BÖLÜM
ON YIL ÖNCESİ
“Eğer biri bana on yıl sonra buralarda çok olağanüstü değişikliklerin olacağını söyleseydi asla inanmazdım.” dedi Bayan Jo, Bayan Meg’e bir yaz gününde Plumfield’da verandada oturup gurur ve mutlulukla etraflarına bakınırlarken.
“Bu öyle bir sihir ki sadece para ve iyi kalple elde edilebilir. Eminim Bay Laurence’ın cömertçe bağışladığı üniversite binasından daha asil bir eser olamaz. Ayrıca yıkılmadığı sürece böyle bir ev, March teyzenin anısını hep canlı tutacaktır.” diyerek cevap verdi Bayan Meg. Her zaman yanında olmayanları övmekle mutluluk duyardı.
“Hatırlar mısın eskiden perilere inanırdık ve üç tane dileğimiz olsa neler isteyeceğimizi planlardık. Dileklerimin en sonunda gerçekleştiğine inanıyorum. Sana da öyle gelmiyor mu? Para, şöhret ve çok sevdiğim işim.” dedi Bayan Jo ve genç kızken yaptığı gibi dikkatsizce saçını karıştırıp ellerini başının üzerinde kavuşturdu.
“Benimkiler de gerçekleşti ve ayrıca Amy de kendi isteklerinin tüm kalbiyle tadını çıkarıyor. Keşke Marmee, John ve Beth de burada olsaydı o zaman her şey daha da mükemmel olurdu.” diyerek ekledi Meg, sesi hafif titreyerek. Ne de olsa artık Marmee’nin yeri boş kalmıştı.
Jo elini kız kardeşininkinin üzerine koydu ve ikisi bir süreliğine öylece sessizce oturdular. Hem üzüntülü hem de mutlu düşüncelerin karışımıyla önlerindeki hoş manzaraya bakakaldılar.
Gerçekten sihirli bir değnek değmiş gibiydi çünkü eskiden sessiz sakin bir yer olan Plumfield artık işlek, ufak bir dünyaya dönüşmüştü. Evin ise eskiye göre daha da misafirperver bir havası vardı, yeni yapılmış badanasıyla ferah bir görüntüye sahip olmuş, ek binalar eklenmiş, çimler ve bahçe daha bakımlı bir hâl almış; çok müreffeh bir hava oluşturulmuştu. Huzuru bozan oğlan çocuklarının her tarafta cirit attığı ve iki yakalarını bir araya getirmekte zorlanan Bhaer ailesinden eser kalmamıştı âdeta. Eskiden uçurtmaların uçurulduğu tepede ise Bay Laurence’ın cömertçe bağışladığı o göze çarpan üniversite binası duruyordu. Bir zamanlar küçük çocukların ayaklarıyla ezdiği o patika yollarda artık arı kovanı gibi öğrenciler gidip geliyor; birçok genç erkek ve kadın artık zenginliğin, irfanın, iyilikseverliğin sağladığı avantajların tadını çıkarıyorlardı.
Plumfield’ın giriş kapısının hemen yanında çok sevimli, kahverengi, Dovecote’ye çok benzeyen, ağaçların arasına sıkıştırılmış bir kır evi bulunmaktadır. Batıya doğru uzanan yemyeşil bayırda, güneşin altında pırıl pırıl parlayan beyaz sütunlarla destekli konağı vardır. Laurie’nin hızla büyüyen şehir hayatı da bu evi çevrelediğinden, Meg’in de yuvasını mahvettiğinden ve olanlara çok öfkelenen Bay Laurence’ın burnunun dibine bir sabun fabrikası kurulduğundan beri arkadaşlarımız, Plumfield’a göç etmeye başladı ve bunun üzerine büyük değişikliklere adım atıldı.
Tabii daha güzel şeyler de yaşadık ve kaybettiğimiz yaşlıların arkalarında bıraktıkları hayır dualarıyla taçlandırılarak bizim ufak ahalimizin işleri rast gitmeye başladı. Üniversiteye başkan olarak atanan Bay Bhaer ile din adamı olarak atanan Bay March uzun zamandır üzerine titredikleri hayallerine bir güzel kavuşmuş oldular. Kız kardeşler, her biri kendine uygun rolü üstlenerek gençlerin bakımını kendi aralarında bölüştüler. Genç kadınlar için Meg anne figürüydü, Jo ise bütün gençlerin sırdaşı ve koruyucusuydu ve hayırsever bir kadın olan Amy, yardıma muhtaç olan öğrencilere gururlarını incitmeden yardımlar yapıyordu. Tüm samimiyetiyle onları evinde ağırladığından, öğrencilerin de onun sevimli evine Parnas Dağı adını takmaları şaşılacak şey değildi. Müzik, güzellik ve kültürle o kadar dopdoluydu ki bunlara aç olan genç kalplere çok çekici geliyordu.
Geçen onca yılda tabii ki bizim on iki oğlan dünyanın dört bir yanına dağılmıştı ama hayatta olanlar bizim eski Plumfield’ı gayet iyi hatırlıyor, dünyanın dörtte birini arşınlayarak karşılaştıkları çeşitli deneyimlerini anlatmak, geçmişte yaşadıkları keyif verici anılarına gülmek ve günümüzdeki görevlerini büyük bir yüreklilikle dört elle sarılmak için dönüyorlardı evlerine. Ne de olsa eski ve mutlu günlerin anısına bu eve dönüşler, sadece kalpleri merhametle doldurmuyor; aynı zamanda gençler bu sayede yardım ellerini de uzatıyorlardı. Birkaç kelimeyle her birinin geçmişinden söz edeceğim, sonra da hayatlarının yeni bölümleriyle