“Buradaki kayış ne işe yarıyor?” diye sordu Ted, tek dizgini ve gemi, kemendiyle beraber Kızılderili eyeri incelemekle meşguldü. Atın boynunun etrafına dolanmış deri kayıştan söz ediyordu.
“Düşmana karşı yandan taarruz yapmak istediğimizde, atın arka taraflarına doğru oturup göze batmamaya çalıştığımızda ona tutunuyoruz ve döne döne dörtnala gittiğimizde atın boynunun altından ateş ediyoruz. Sana şimdi gösteririm.” Ve hemen eyerin üzerine atlayan Dan, atıyla beraber basamakların üzerinden sıçradı; büyük bir hızla çimlerden geçti. Bazen Octoo’nun sırtındaydı, bazen yarı gizlenmiş şekilde marsipet ayağı ile kayışa tutunarak gidiyordu, bazen de tamamen aşağı atlayarak atın yanında uzun adımlarla koşuşturarak ilerliyordu. Fazlasıyla eğlendiği belliydi. O sırada Don da peşlerinden koşuşturuyordu, tekrar özgür olup arkadaşlarıyla birlikte olmanın verdiği köpeklere özgü bir coşkuyla.
Mükemmel bir görüntüydü. Üç tane azgın şey oynaşmaktaydı, o kadar yaşama gücü olan, zarif ve özgür ruhlu gözüküyorlardı ki o an için, o düzgün kesilmiş çimler uçsuz bucaksız bir çayıra dönüşmüştü ve bu anlık bakış, izleyicilere kendi yaşantılarının ne kadar yavan ve donuk olduğunu hissetmelerine neden oldu.
“Bu bir sirkten daha güzel!” diye haykırdı Bayan Jo, tekrar bir genç kız olmayı dileyerek. Belki o zamanlar at dedikleri bu zincirli şimşeğin üzerinde dörtnala koşabilirdi. “Nan’in kırılan kemikleri alçıya aldığını öngörebiliyorum, ne de olsa Dan ile aşık atmaya çalışacak olan Ted, her bir kemiğini kıracaktır.”
“Birkaç kere attan düşmekten zarar gelmez ve bu yeni bakım ile haz ona her bakımdan iyi gelecektir. Ama korkarım ki böyle bir Pegasus’a bindikten sonra Tom asla toprağı sabanla sürmeyecektir.” diye cevap verdi Bay Bhaer. O sırada siyah kısrak bahçe kapısının üzerinden atlayarak ağaçlı yoldan âdeta uçarak geldi ve sahibinin tek bir komutuyla heyecan ile titreyerek hemen durdu. Dan attan atlayarak alkış alıp almayacağını görmek için etrafındakilere bakındı.
Oysa alkışı fazlasıyla aldı ve kendisinden çok hayvanın hatırı için memnun oldu. Ted bir ders almak için derhâl yaygarayı kopardı ve kısa bir süre sonra o antika eyerin üzerinde, kendini son derece huzurlu hissetti. Üniversitede gösteriş yapmak için uzaklaşırken Octoo’yu çok yumuşak başlı buldu. Uzaktan koşuyu gören Bess telaşla yokuş aşağı koşuşturdu, hepsi verandada toplandıktan sonra Dan ekspresin kapısının önüne “çöpü bırakır gibi” attığı büyük kutunun kapağını hızlıca çekti. Bu arada bir parantez açarak tam olarak Dan’in kullandığı kelimeleri ödünç almakta mazur görmüyorum.
Genellikle Dan az ama tam teçhizatlı yolculuklar yapmayı severdi ve iyice eskimiş bavuluna taşıyabileceğinden daha fazla eşya koymayı hiç tercih etmezdi. Ama artık kendisine ait biraz parası olduğundan yay ve mızrağı ile kazandığı zafer hatıralarından oluşan koleksiyonunu eve getirip arkadaşlarına hediye etme arzusuna karşı koyamadı. “Bu güveler bizi yiyip bitirir.” diye düşündü Bayan Jo çok tüylü bir kafa ortaya çıktığında. Peşinden kendisi için ayakları altına serilebilecek kurt derisinden yapılmış bir kilim, Profesör’ün çalışma odasına aynısından ama bu sefer ayı derisinden yapılmış olanı ve oğlanlar için tilki kuyruklarıyla bezenmiş Kızılderili kıyafetler dağıtıldı.
Bir temmuz günü için hepsi hoştu ve sıcak tutuyordu belki ama yine de hepsi sevinçle karşılandı. Ted ve Josie hemen giyinip süslendiler, savaş narası atmayı öğrendiler ve savaş baltaları, yaylar ve oklarla evin arazisinde bir dizi ufak çaplı bir kavgaya tutuşarak arkadaşlarını hayrete düşürdüler; ta ki yorgunluk, onların rehavete kapılmasına neden olana kadar. Av kuşlarının kanatları, tüylü pampa otları, Kızılderililerin para olarak kullandıkları boncuklar ve güzelce işlenmiş tespihler, ağaç kabukları ve kuş tüyleri kızları çok memnun etti. Maden filizleri, ok başları ve kabataslaklar ise Profesör’ün ilgisini çekti. Kutu tamamen boşaldığında huş ağacının kabuğuna yazılmış hüzün dolu birkaç Kızılderili şarkıyı da hediye olarak Dan Bay Laurie’ye verdi.
“Her şeyin tamamlanması için üzerimize sadece bir çadır gerek. Akşam yemeği olarak size kavrulmuş mısır ve kurutulmuş et vermem gerekiyormuş gibi hissediyorum, benim cesur çocuklarım. Böyle güzel bir Kızılderili toplantısından sonra kimse kuzu ve yeşil bezelye yemek istemeyecek.” dedi Bayan Jo, uzun koridordaki resmedilmeye değer kargaşayı incelerken. İnsanlar kilimlerin üzerinde yan gelip yatıyordu ve çoğunun üzeri, az veya çok, kuş tüyleri, mokasenler veya boncuklarla süslenmişti.
“Geyik burnu, bufalo dili, ayı eti ve közlenmiş ilik kemiği benim tercihimdir ama değişikliğe her zaman açığımdır, bu nedenle meleyen kuzunla yeşil etini getirebilirsin.” diye cevap verdi Dan. Kutunun yanında, kabilenin ortasında bir reis gibi oturmuş, görkemli tazısı da ayaklarının dibine serilmişti.
Kızlar ortalığı toparlamaya başladılar ama çok da ilerleme kaydettikleri söylenemezdi çünkü dokundukları her şeyin bir hikâyesi vardı, kimi heyecan verici, kimi komik, kimisi de çılgıncaydı ve bu nedenle akıllarını işlerine vermekte zorlandılar, ta ki Bay Laurie, Dan’i alıp oradan uzaklaştırana kadar.
Bu o yaz tatilinin başlangıcı olmuştu ve o çalışkan toplumun sessiz geçen hayatında Dan ve Emil’in yuvalarına dönmeleriyle çok hoş bir his uyandırmaları görülmeye değerdi, zira herkesi şenlendiren taze bir esintiyi de beraberlerinde getirmiş gibiydiler. Üniversite öğrencilerinin çoğu tatillerde orada kalıyorlardı ve Plumfield ile Parnassus kaldıkları bu günlerde ellerinden geldiği kadar onlar için hoş vakit geçirmelerini sağlamaya çalışıyorlardı çünkü çoğu farklı eyaletlerden geliyordu, kimisi de fakirdi ve evlerine gitmek için durumları pek elverişli değildi, bu nedenle bizimkiler onların gelişimi ve eğlenceleriyle ilgileniyorlardı. Gerek erkeklerle gerek kızlarla Emil çok çabuk ahbap olabilecek bir yapıdaydı ve bir denizci gibi çılgınca eğlenmeyi biliyordu ama ne var ki Dan üniversitenin iyi aile kızları karşısında korkuya kapılıyor ve aralarına girdiğinde çok sessiz davranıyordu, tıpkı bir kartalın bir güvercin sürüsünü izlediği gibi onları süzüyordu. Ne var ki erkeklerle daha iyi geçiniyordu ve onların kahramanı oluvermişti. Mertçe elde ettiği başarılarını takdirle karşılamaları Dan’e iyi geliyordu çünkü eğitimdeki eksikliklerinin fazlasıyla farkındaydı ve sıkça merak ederdi o ders kitaplarında onu tatmin edecek bir şeyin olup olmadığını, yoksa görkemli doğanın örneklemelerle gösterdiği kapsamlı incelemeleri mi daha yararlıydı? Sessiz duruşuna rağmen kızlar onun iyi yanlarını görmekte gecikmedi ve “İspanyol” adını taktıkları bu çocuğu büyük bir beğeni ile dikkate alıyorlardı. Aslında kömür karası gözleri konuşmasından daha dilbazdı ve bu iyi niyetli gençler cana yakınlıklarını çok değişik ve cazibeli yollarla göstermeye çalıştılar.
Dan bunu fark etti ve onlara layık olmak için çok çabaladı. Konuşmalarını kontrol altına aldı, kaba saba davranışlarını yumuşattı ve söylediği ile yaptığı her şeyin onlarda yarattığı etkiye dikkat etti çünkü iyi bir izlenim yaratmak onun için çok önemliydi. Başka insanlarla beraber olmak onun yalnız kalbini ısıttı, gördüğü değişik kültürler karşısında elinden geleni yaptı ve onun yokluğunda meydana gelen değişiklikler gerek kendisinde gerek diğer insanlarda, eski yuvasını bambaşka bir dünyaya dönüştürmüştü. Kaliforniya’daki hayatından sonra burada olmak hem hoş hem de dinlendiriciydi. Etrafında bulunan bütün o tanıdık yüzler, yaşadığı pişmanlıklarını unutması için yardımcı oldular ve bu iyi niyetli insanların güvenini kazanmak ve aynı şekilde çevresinde bulunan masum kızların saygısını elde etmek için çok azmetti.
Böylelikle gündüzlerini binicilik, kürek çekmek ve piknik yapmakla