Ve senin mavi ceketinle alay ederse
O zaman yelkenlerini yükselt ve diğer limanlara git,
Oralarda daha sadık bir bakire bulursun.
diye ekledi Emil, her sorunu ve tasayı keyifli hâle getirerek bir şarkının fragmanını mutlaka biliyordu ve bunları arkadaşlarıyla paylaşmaktan hiç çekinmiyordu.
“Bunu diplomamı aldıktan sonra düşünebilirim. Bu ölümlü dünyanın üç yılını heba etmeye hiç ama hiç niyetim yok, zaten elimde ne yaptığımı gösterecek hiçbir şeyim de yok. O zamana kadar.”
“Ben asla Bayan Micawber’i terk edemem.” diye araya girdi Teddy, hıçkırarak ağlamaklı bir sesle konuştu.
Tom onu hemen basamaklardan yuvarlayarak aşağıdaki ıslak çimlerin üzerine düşürdü ve bu ufak çaplı kavgaları bittiğinde onların ilgilerini çekebilecek çay kaşıkların çıkarttığı tıngırtıların daha serinletici yiyeceklerin ikram edildiğini ima etti. Eski zamanlarda kızlar erkeklere hizmet ederdi, o da karışıklığa sebebiyet vermemek içindi ama artık genç erkekler, genci ve yaşlısı, bütün kadınlara servis etmek için âdeta yarış hâlindeydiler ve bu ufak detay, zamanla durumların nasıl tersine çevrildiğini açıkça gösteriyordu. Ama ne kadar hoş bir düzendi! Josie bile yerinden kalkmayarak Emil’in ona meyve getirmesine izin verdi, genç kadınlığa attığı adımın her anından zevk alarak. Ama ne var ki Ted, onun pastasından çaldığında bütün görgü kurallarını unutarak parmaklarına vurdu ve böylece cezalandırmış oldu. Evin onur konuğu olan Dan sadece Bess’e hizmet etmekle görevlendirildi, yaşı küçük olmasına rağmen kendi ufak dünyalarında en önemli yere sahipti bu kız. Tom her yiyeceğin en iyisini dikkatle Nan için seçti ama ne var ki şu sözlerle ezildi:
“Ben bu saatte hiçbir şey yemem ve eğer sen de yersen gecenin bir vaktinde kâbuslar görürsün.”
Ve böylece görev aşkıyla acıkma duygularını bastırarak hazırladığı tabağı Daisy’ye vermek zorunda kaldı, kendisi de akşam yemeği olarak gül yapraklarını çiğnemekle yetindi.
Şaşırtıcı miktarda besin değeri yüksek yiyecekleri mideye indirdikten sonra birisi “Haydi şarkı söyleyelim!” diye bağırdı ve böylelikle hoş nağmelerden oluşan bir saat geçirdiler. Nat keman çaldı, Demi kaval çaldı, Dan eski banjoyu tıngırdattı ve Emil de “Bounding Betsy” enkazı hakkında çok efkârlı bir halk şarkısını şakıdı, sonra da hep beraber eski şarkılardan söylediler. Ta ki tüm odanın her yerinde müzik notaları uçuşana kadar ve oradan gelip geçen herkesi gülümseyerek dinlettirip, “Eski Plum bu gece oldukça neşeli.” dedirtene kadar.
Herkes gittikten sonra Dan verandada biraz daha oyalandı, bir taraftan otlaklardan gelen yumuşak ve ılık rüzgârın esintisinin keyfini çıkarıyor, bir taraftan Parnassus’tan gelen çiçek kokularıyla ferahlıyordu. Ay ışığı altında romantizmin tadını çıkarıyorken birdenbire Bayan Jo kapıyı kapatmak için çıkageldi.
“Hayaller âleminde misin, Dan?” diye sordu Bayan Jo, o hassas anın gelmiş olabileceğini düşünerek. O anı ilginç kılabilecek ve kendisine güvenmesini veya şefkatli birkaç söz söylemesini beklerken, Dan’in aniden ona dönerek dobra dobra konuşarak yaşattığı şoku düşünemezsiniz.
“Sigara içmeyi düşünüyorum.” dedi.
Tüm ümitlerinin yıkılmasına rağmen Bayan Jo güldü ve sevecen bir şekilde cevap verdi.
“Evet, içebilirsin ama odanda! Bu arada sakın evi ateşe vereyim deme!”
Belki o an Dan kadının yüz ifadesindeki hayal kırıklığını okudu ya da bir zamanlar oğlan çocuğuyken yaptığı muziplikleri hatırlayıp içine mi işledi bilemiyorum ama yine de eğilip onu öptü ve fısıltıyla “İyi geceler, anne.” dedi. Bu bile Bayan Jo’yu memnun etmek için yetti.
BEŞİNCİ BÖLÜM
TATİL
Herkes ertesi günün tatil olmasından memnundu, bu nedenle kahvaltı masasında biraz daha oyalandılar, ta ki Bayan Jo çığlığı basana kadar.
“Aman Tanrı’m, orada bir köpek var!” Ve kapı eşiğinde büyük cins bir tazı göründü, öylece sessizce duruyor, gözlerini Dan’den ayıramıyordu.
“Merhaba eski dostum! Gelip seni almamı bekleyemedin mi? Yaramaz bir çocuk gibi kaçtın mı yoksa? Bak şimdi, kendi sonunu hazırladın, erkek gibi dayak yemeyi bileceksin!” dedi Dan, köpeği karşılamak için ayağa kalkarak. Köpek de sahibinin yüzüne daha iyi bakabilmek için arka bacaklarıyla şahlandı ve havladı, âdeta itaatkârsızlık yaptığına kızgın bir şekilde itiraz ediyormuş gibiydi.
“Tamam, tamam. Don asla yalan söylemez.” diye ekledi Dan, o koca yaratığa sarılırken. O sırada pencereye göz attığında bir adamın atıyla yaklaştığını gördü.
“Sizi nerede bulabileceğimi bilemediğim için dün gece bütün ganimetlerimi otelde bıraktım. Dışarı gelin ve Octoo ile tanışın, o benim atım, tam bir güzellik abidesi.” Bunu der demez Dan hemen harekete geçti ve yeni geleni karşılamak için tüm aile de peşine takıldı.
Tüm sabırsızlığıyla atın sahibine ulaşabilmek için basamakları tırmanmaya çalıştığını gördüler. Onu getiren adam da dehşete düşmüş, onu dizginlemeye çalışıyordu.
“Gelmesine izin ver.” diye seslendi Dan. “Bir kedi gibi tırmanıyor ve bir geyik gibi atlayabiliyor. Eh kızım, gidip biraz dörtnala koşalım mı?” diye sordu o güzelim yaratık gürültü çıkararak yanına geldiğinde. Dan onun burnunu ovaladı. Pırıl pırıl parlayan dış yüzeyine şaplak attığında neşeyle kişnedi.
“Böyle bir ata sahip olmaya değer.” dedi Ted, hayran hayran baktığında çok hoşnut olmuştu, ne de olsa Dan’in yokluğunda atın bakımını kendisi üstlenecekti.
“Gözlerinden zekâ fışkırıyor! Bıraksan belki konuşacak da!” dedi Bayan Jo.
“Aslında kendince bir insan gibi konuşuyor. Onun bilmediği o kadar az şey var ki. Değil mi, canım kızım?” Ve sanki o ufak siyah atın çok değerli olduğunu göstermek istercesine kendi yanağını atın yanağına değdirdi.
“Octoo ne anlama geliyor?” diye sordu Rob.
“Şimşek. Bu ismi hak ediyor, yakında göreceksiniz. Kara Şahin benim tüfeğime karşılık olarak onu bana verdi ve orada burada gayet iyi vakit geçiriyoruz birlikte. Bu kız hayatımı birçok kez kurtardı. Şuradaki yara izini görebiliyor musunuz?”
Uzun yelesinin altında gizlenmiş ufak bir yaraya işaret etti Dan ve ayakta durarak kolunu Octoo’nun boynuna doladı, hikâyesini anlatmaya başladı.
“Bir gün Kara Şahin ile bufalo izi sürüyorduk ama beklediğimiz gibi hemen bulamadık onları, bu yüzden yiyeceklerimiz bitti. Kampımızın bulunduğu Kırmızı Geyik Nehri’nden yüzlerce mil uzaktaydık. Artık mahvolduğumuzu düşünüyordum ama benim cesur arkadaşım dedi ki ‘Şimdi sürüleri bulana kadar nasıl hayatta kalacağımızı göstereceğim sana.’ Ufak bir gölün yanında geceyi geçirmek için atlarımızdan indik, görüş alanımızda bir tane bile canlı yoktu hatta bir kuş bile yoktu. Arazinin millerce ötesini görebiliyorduk. Bunun üzerine ne yaptık dersiniz?” Sonra da Dan, etrafında toplananların yüzlerine baktı.
“Solucan yediniz, Avustralyalılar gibi.” dedi Rob.
“Çim ya da yaprak kaynattınız.” diye ekledi Bayan Jo.
“Yamyamların yaptığı gibi belki karnınızı balçıkla doyurdunuz.” diye tahminde bulundu Bay Bhaer.
“Atlardan birini öldürdünüz.” diye haykırdı