Nasuh: “Ne zaman? Hangi bahiste?”
Catherine: “Canım dünkü gün edilen bahiste…”
Nasuh: “Hata etmez isem biz dün yalnız zatıaliniz ile görüştük Cartrisse ise hemen üç lakırtı söylemedi.”
Catherine: “Demek oluyor ki Cartrisse ile olan samimi münasebetinizi inkâr etmek istiyorsunuz.”
Nasuh: “Ben kendim, hiçbir vakitte kendimi küfranınimette görmek istemem efendim. Eğer Cartrisse gibi melek huylu bir kadın ile samimi münasebet peyda edebilmiş olduğumu görsem, bunu bir büyük nimet bilerek teşekkürle itiraf ederdim. Fakat henüz böyle bir münasebeti akdeylediğimizi bilmiyorum. Vakıa biraz iltifatına mazhar oldum ama onu bana samimi bir lütuf olmak üzere etti. Çünkü ben kendimi Cartrisse gibi bir kadının iltifatına şayan görecek kadar mütekebbir değilim.”
Catherine: “Acayip! Bir söz söylüyorsunuz ki cihet cihet meraklara sebep oluyor. Cartrisse melek huylu bir kadın mıdır ki?”
Nasuh: “Bu davamı nazarımda iptal edecek henüz hiçbir şey görmedim. İlk sohbetinde ise hüsn-i nazar ve hüsn-i zan, akıllı ve terbiyeli olan bir adamın kârıdır.”
Catherine: (biraz bozularak) “İlk defa olarak sohbet edilen insan hakkında, hüsn-i nazar ve hüsn-i kabulde bulunmak akıl kârı olduğu bir yerde mukayyet midir?”
Nasuh: “Evet!”
Catherine: “Nerede?”
Nasuh: “Kin ve nefretten uzak saf yüreklerde.”
Catherine: (bu sözden daha ziyade üzülerek güya mukabele için) “Öyle ama pek de güvenilir olmayan bir kimseye, böyle hüsn-i kabul gösterip de sonra aldanmak?”
Nasuh: “Bunda yanılan için bir ayıp yoktur. Belki aldatan melunlar sınıfında kalır. Birisi kalpazandır. Sahte olan parasıyla beni aldatmış. Kanun hangimizi cezalandırır?”
Catherine: “Bu siyasi bir maddedir.”
Nasuh: “Kanunların cümlesi bir nokta-i nazardan bakıp ahvali değerlendirirler. Siyasi kanunlar ise sırf medeniyet ve insaniyet kanunları doğurmuştur.”
Nasuh bu sözleri söylerken Dizier ailesi halkı takımıyla yukarıya çıktıkları gibi Angeline tarafından görmekte bulunduğu sert ve soğuk muamelelerle beraber hâlâ ümidini kesmemiş bulunan Remzi Efendi dahi hiç olmaz ise uzaktan perestiş emeliyle arkalarına düşüp gelmişti. Ortalığın tenhalığı o suretle kalabalıklaştıktan sonra Catherine oturduğu yerden ayağa kalkıp güya gezinmek vaziyetini aldıysa da bu hâlde kolunu takdim etmek vazifesini kendisine teveccüh eden ve binaenaleyh kolunu arz eden Nasuh’a bir veda selamı vererek aşağıya indi ki bu muamele Catherine için Nasuh’a bir hakaret addolunarak reva görüldüğü anlaşılmakla beraber Nasuh katiyen üzülmedi. “Ben vazifeyi ifada kusur etmemiş olayım da o kibirli kadın benim bu nazikane muameleme, güzel mukabele etmemek ayıbı altında kalsın. Daha kârlı çıkarım.” dedi.
Yukarıda Remzi Efendi’nin Angeline’e göstermekte olduğu edepsiz olan âşıkane hâlleri görmek mi istersiniz? Yoksa zihninizi Nasuh ve Catherine ile beraber göndermek mi? Bize kalır ise ikinci suretin daha müreccah olacağına şüphe yoktur. Hatta şüphemiz olmadığı için biz kalbimizi bunların ardından sevk edeceğiz. Evvela Catherine’i ele alalım:
Kadın, kıç üzeri merdivenden aşağıya ininceye kadar hareket ve tavrında bir güne değişiklik göstermemek için kendini zorlayıp fakat tam birinci kamaranın salonuna gireceği zaman, artık içinde kaynayıp kabaran hiddetin tesirat-ı dahliyesine o kadar mağlup oldu ve o derece gazap ve hiddetle içeriye girdi ki kendisini karşılayan “Sabah kahvenizi içmeden çıktınız madam, burada salonda mı içeceksiniz? Yoksa yine kabinenize mi götürelim?” diyen kamarotu tanıyamayarak ve biçareyi Nasuh zannederek “Efendi efendi! Ettiğiniz hakaretler lazım derecesini ziyadesiyle aştı! Ya beni kendi hâlime terk ediniz veyahut ben kendimi sizin tasallutlarınızdan kurtarmak için ne iktidara malik isem ona müracaat etmeme müsaade buyurunuz!” diye kamarot ile âdeta kavgaya başladı.
Vakıa kamarotun “Aman efendim! Ben size ne hakaret ettim?!” diye itiraza başlaması üzerine, Catherine aklını başına topladığı zaman gayriihtiyari oynadığı bu komedyaya kendisinin dahi yine gayriihtiyari kahkahalar ile gülmesi lazım gelir idiyse de bu kere dahi bir Türk’ün muamelesinin heybeti, kendisini oraya kadar takip edecek derecede kuvvetli bulunmasına ve buna mukabil kendisinin pek aciz ve zayıf kalmış olmasına hiddet ederek kamarota, “Sözüm sana değil! Ben bu sabah kahve de istemem!..” cevabını vererek kendisini kabinesine attı.
Bereket versin ki Catherine’in bu gazap hâlinde, Cartrisse yanında bulunmadı. Bulunmuş olsaydı saç saça, baş başa bir güzel kavga edeceklerine hiç şüphe edilemezdi. Zira Catherine hiddetinden âdeta çıldırmışa dönüp kavga edecek hiçbir kimse bulamadığı hâlde, kendi nefsiyle kavgaya başlayıp “Ben de Cartrisse gibi bir budalanın sözlerine baktım da yabanın terbiyesiz, edepsiz Türkleriyle tanışıp görüşme peyda eyledim. Müstahakım! Müstahakım zahir! Böyle sözünü, sohbetini bilmez ve söylediği sözün bir ucu nereye dokunma ihtimali olduğunu düşünmez kaba heriflerin hakaretamiz hitap ve suçlamalarına müstahakım! Zira Cartrisse’in hikmetlerine kulak vermek gibi eşeklik derecesindeki bir ahmaklığın cezası olsa olsa bu olabilir. Akıllı ve terbiyeli ve nazik olanlar bir adamla ilk defa olmak üzere sohbet ettikleri zaman hüsn-i zan ve hüsn-i kabulde bulunurlarmış! Demek oluyor ki ben kendisiyle ilk sohbette hüsn-i nazarda bulunmadığım için akılsız, terbiyesiz ve nezaketsiz imişim!.. Ama sonra aldanır ise herkes aldatanı ayıplarmış! Çok yaşa koca Türk! Sen bu hikmetlerinle bin yaşa! Eğer ben bu gibi ağızlara kulak vermiş olsaydım, şimdiye kadar çoktan rezil olmuş gitmiştim! Bu düstur, saflık ve sadakatle dolu olan mahkuk26 imiş! Aman etme Allah’ı seversen Türk Efendi! Bu kadar yüksekten uçma! Sonra yuvarlandığın zaman boynunu kırarsın!” yollu muhakemeler ile sözün nakaratı olarak dahi hep “Böyle Cartrisse gibi zevzeğin sözüne kulak verdiğim için, Türklerin dahi edepsiz hakaretlerine müstahakım!” diye kendini suçlamada karar kılardı.
Catherine’in, Cartrisse aleyhine bu kadar şiddet göstermesi, Nasuh hakkındaki olumsuz fikrini, Cartrisse’in Nasuh’a hikâye etmiş bulunması ve buna dayanmak üzere dahi Nasuh’un zımnen kendisini akılsız ve terbiyesiz eylemiş olması hesabından doğardı. Ancak siz de bilirsiniz ki Cartrisse böyle bir münafıklıkta bulunmamıştır. Hatta Nasuh dahi bu sözleri, kötü düşünce ile söylemeyip yalnız dünyada her gördüğü şeye ve zata nefret göstermekte olan bir kadının fikrini gıcıklamak için söylemiş olduğuna güvenimiz tamdır. Lakin bu hakikati o gazap hâlinde iken Catherine’e anlatma ihtimali olabilir mi? Kadın düşündükçe kızar ve kızdıkça düşünür ve bazı kere olurdu ki hemen yukarıya çıkıp Türk’e bunca halk içinde bir şamar atmaya karar vermek derecelerini bulurdu.
Lakin bu derece şiddetinden dolayı Catherine’i ayıplamayınız. Sizin hem mütekebbir ve mağrur hem de kadın olduğunuz var mı? Ama nasıl mütekebbir? Zekâ ve anlayışıyla! Nasıl mağrur? İlim ve irfanıyla! Nasıl kadın? Âlemi kendi güzelliğine, servetine secde eder görmekle iftihar eden bir kadın. Bu hâl-ü şanda bulunan bir kadın, böyle bir bahiste bundan aşağı hiddetlenir ise asıl o zaman şaşırmaya mahal vardır.
Nasuh ise “Ben vazifeyi ifada kusur etmemiş olayım da o kibirli kadın nazikane muameleye güzel mukabele etmemek ayıbı altında kalsın. Ben daha kârlı çıkarım.” sözünü bitirdiği zaman bu sabah keyfi ile dolaşan ve kıç üstü olayının bütün tesirlerine dahi son vererek aşağıya o kadar sükûnetli bir hâl ile indi ki henüz giyinip yukarıya çıkmakta bulunan Gardiyanski, Nasuh’un yüzünden hiçbir şey anlayamadı.
Aralarında