Çok geçmeden ortaya başka bir mesele çıktı; yani Barthelemy amca geldi. Madam Moreau kendi yatak odasını ona verdi, sebze yenen günlerde bile et yemekleri yapacak kadar hatır sayarlığını ileri götürdü.
İhtiyarsa pek nazik davranmadı. Durmadan Havre’la Nogent’ı kıyaslamış, Nogent’ın havasını ağır, ekmeğini kötü, sokak kaldırımlarını bozuk, yemeklerini tatsız, insanlarını tembel bulmuştu.
“Memleketinizde ticaret ne kadar berbat!” dedi.
Rahmetli kardeşinin çılgınca hareketlerini yerdi; oysa kendisi tutumluluğu sayesinde yirmi yedi bin liralık gelir sahibi olmuştu. Nihayet hafta sonunda kalkıp gitti, arabanın binek basamağında da insanın yüreğine pek su serpmeyen şu sözleri söyledi:
“İyi bir durumda olduğunuzu bildiğim için hep gönlüm rahat.”
Salona dönünce Madam Moreau oğluna “Eline bir şey geçmeyecek!” dedi.
Amca, sırf Madam Moreau’nun ısrarları üzerine gelmişti, sekiz gün durmadan kadıncağız, belki de lüzumundan fazla onu lafı açmaya zorlamıştı. Yaptığına pişman olmuş, koltuğunda başı öne eğik, dudaklarını sıkarak oturmuştu. Frédéric annesinin karşısına geçmiş, ona bakıyordu. Sanki Montereau’ya döneli beş yıl olmuş gibi ikisi de susuyorlardı. Bu hâl Frédéric’e Madam Arnoux’yu hatırlattı. Tam bu sırada, pencerenin altında kırbaç şakladı, bir ses de kendisini çağırıyordu.
Arabasında yalnız olan Roque Baba’ymış. Bütün günü Fortelle’de Bay Dambreuse’lerde geçirecekmiş, Frédéric’i de götürmeyi dostça teklif etti.
“Benimle beraber olunca davetiye istemez, korkmayın!”
Frédéric’in içinden kabul etmek geçti. Ama Nogent’a temelli yerleşmesini nasıl izah edecekti? Arkasına giymeye elverişli yazlık bir elbisesi yoktu. Hem sonra annesi ne diyecekti? Gitmek istemedi.
O günden sonra komşusu kendisine pek dostluk göstermedi. Louise büyümüştü; Madam Eleonore çok hastalanıp yatağa düştü, bağ da kopmuş oldu; bu türlü insanlarla düşüp kalkmanın oğlunun mesleğine zarar vermesinden korkan Madam Moreau, buna pek sevindi.
Oğluna mahkeme kalemini satın almayı aklına koymuştu. Frédéric bu fikri pek kabul etmez görünmemişti. Şimdi, kiliseye pazar törenlerine annesiyle beraber gidiyor, akşamları onunla kâğıt oynuyordu. Taşraya kendini alıştırmış, bu hayatın içine dalmıştı. Hatta aşkı bile bir yas tatlılığına, uyuşuk bir güzelliğe bürünmüştü. İçinin acısını mektuplarına döke döke, okuduğu şeylere karıştıra karıştıra, kırlarda gezdire gezdire ve her yere saça saça, âdeta biraz dindirmişti; öyle ki onca Madam Arnoux, mezarını görse şaşmayacağı ölmüş bir kadın hâline gelmiş gibiydi; bu sevgi o kadar duru ve kaderine o kadar boyun eğer hâle gelmişti.
Bir gün, 12 Aralık 1845 günü sabah dokuz sularında aşçı kadın, elinde bir mektupla Frédéric’in odasına çıktı. İri harflerle yazılı olan adres tanımadık birisi tarafından yazılmıştı. Frédéric, uyku sersemliğiyle hemen zarfı açtı. Sonunda söktü:
Havre Sulh Yargıçlığı Üçüncü Belediye Dairesi
Bay Moreau,
Amcanız Bay Moreau vasiyetname bırakmaksızın öldüğünden…
Mirasa konmuştu!
Bitişikte bir yangın çıkmış gibi, geceliğiyle, ayakları çıplak, yataktan fırladı; elini yüzünde gezdirdi; gözlerine inanamıyor, rüya görüyorum sanıyordu. Rüyada olmadığına iyice inanmak için gidip pencereyi ardına kadar açtı.
Kar yağmıştı; evlerin çatıları bembeyazdı; hatta dün akşam çarptığı avludaki çamaşır çamçağını bile tanıdı.
Mektubu arka arkaya üç defa okudu. Bundan daha doğru bir şey olamazdı! Amcasının yirmi yedi bin liralık geliri, bütün serveti kendisinin olmuştu! Madam Arnoux’ya tekrar kavuşmak düşüncesi onu çılgınca bir sevince düşürüp altüst etti. Bir evham aydınlığı ile kendini Madam Arnoux’nun evinde, yanında ipek kâğıt içinde bir hediye götürmüş gördü; bu sırada faytonu, yok, hayır, kupa arabası daha iyi, kahverengi üniformalar giymiş bir uşağı olan kara bir kupa arabası kapının önünde bekleyecekti; atın eşindiğini, öpüşmelerinin kantarma zincirinin şıngırtısına karıştığını duyuyordu. Her gün bu böyle olacak, hiç bitmeyecekti. Karı kocayı kendi evinde kabul edecekti; yemek odası kırmızı deri, oturma odası sarı ipek kaplı olacak, her yerde divanlar bulunacaktı. Hem de ne etajerler ne Çin vazoları ne halılar! Bu hayaller kafasına öyle karmakarışık bir şekilde hücum etmişti ki başının döndüğünü duymuştu. O zaman, annesi aklına geldi, mektubu hep elinde tutarak aşağı indi.
Madam Moreau heyecanını tutmaya çalıştı, bir baygınlık geçirdi. Frédéric annesini kolları arasına aldı, alnından öptü.
“İyi anneciğim, şimdi arabanı yine satın alabilirsin; haydi gül, ağlama artık, sevinmelisin!”
Havadis on dakika içinde ta dış mahallelere kadar yayılmıştı. O zaman, Avukat Üstat Benoist, Bay Gamblin, Bay Chambion, bütün dostlar koşup geldiler. Frédéric, Deslauriers’ye mektup yazmak için bir aralık sıvıştı. Daha başka gelenler de oldu. Öğleden sonraki saatler hep kutlamalarla geçti. Bu sırada “pek ağır hasta” olan Roque Kadın unutulmuştu.
Akşam, ikisi yalnız kalınca annesi oğluna Troyes’da avukat olarak yerleşmesini öğüt vermişti. Kendi memleketinde her yerdekinden daha çok tanındığından kolayca kârlı işler bulabilirdi.
Frédéric “Aa! Bu kadarı fazla!” diye bağırdı.
Sevinci daha tatmadan elinden almak istiyorlardı. Paris’te oturmaya kesin olarak karar verdiğini bildirdi.
“Orada ne yapacaksın?”
“Hiç!”
Oğlunun takındığı tavırlar karşısında şaşıran Madam Moreau, ona ne olmak istediğini sordu.
Frédéric “Bakan!” diye karşılık verdi.
Hiç de şaka etmediğini, diplomasi mesleğine atılmak niyetinde olduğunu söyledi; çalışmaları ve kabiliyetleri kendisini bu mesleğe sürüklüyormuş. Bay Dambreuse’ün yardımı ile önce Devlet Şûrası’na girecekti.
“Bay Dambreuse’ü tanıyorsun demek?”
“Tanıyorum tabii. Bay Roque tanıttı.”
“Bu tuhaf işte.” dedi Madam Moreau.
Madam Moreau’nun kalbinde oğlunu yüksek mevkilerde görmek hülyaları tekrar canlanmıştı. Kendini bu hülyalara kaptırdı, başka şeylerin hiç lafını etmedi.
Frédéric’e kalsa hemen yola çıkmaya hazırdı. Yarın için posta arabalarındaki bütün yerler tutulmuştu. Ertesi gün saat yediye kadar kendi kendini yedi durdu. Akşam yemeğine oturdukları sırada, kilisenin çanı üç defa çaldı. İçeri giren hizmetçi kadın da Madam Eleonore’ün ölmüş olduğunu haber verdi.
Ne olursa olsun, bu ölüm ne başkaları için, hatta ne de çocuk için bir felaketti. Genç kız ileride bunun daha çok faydasını görecekti.
İki ev birbirine pek yakın olduğundan koşuşmalar, konuşma gürültüleri işitiliyordu. Yakınlarındaki bu ölüyü düşünmek ana ile oğlun ayrılışlarına bir yas havası katmıştı. Madam Moreau iki üç defa gözlerinin yaşını sildi, Frédéric’in yüreği kabarmıştı.
Yemekten