Şansölye ellerini ve kaşlarını kaldırarak hayranlıkla baktı ve “Tam bir iş adamı gibi!” diye mırıldandı.
“Çalışma odamda seninle biraz konuşabilir miyiz?” dedi Muhafız daha yüksek bir sesle. Alt-Muhafız hevesle yerinden kalktı ve ikisi birlikte odadan çıktılar.
Leydi, semaveri açmakta ve cep termometresiyle sıcaklığı ölçmekte olan Profesör’e dönüp öyle yüksek sesle “Profesör!” diye bağırdı ki koltuğunda uyumakta olan Uggug bile horlamayı kesip tek gözünü açtı. Profesör hemen termometresini cebine koyup, ellerini başında kenetleyerek yüzüne silik bir gülümseme kondurdu.
“Sanırım oğluma kahvaltıdan önce ders çalıştırıyordunuz.” dedi gururlu bir sesle. “Umarım yeteneklerini fark etmişsinizdir.”
“Ah, hem de fazlasıyla Leydim!” diye karşılık verdi Profesör aceleyle, sanki o an aklından acı dolu hatıralar geçiyordu, kulağını ovuşturdu. “Sizi temin ederim ki onun ihtişamına kapılmamak için zorlanıyorum!”
“O büyüleyici bir çocuktur!” diye haykırdı Leydi. “Horlaması bile diğer çocuklarınkinden daha ahenkli!”
Öyleyse, diye düşündü Profesör, diğer çocukların horlaması katlanılamayacak denli kötü olmalıydı, ama temkinli bir adam olduğu için bir şey söylemedi.
“Aynı zamanda çok da akıllıdır. Dersinizi bu kadar çok sevecek birini daha bulamazsınız. Bu arada zaman belirlediniz mi? Daha önce söylememiştiniz, biliyorsunuz; bunun için uzun yıllar önce söz verilmişti, sizden önce…”
“Evet evet Leydim, biliyorum! Belki haftaya salı veya salı haftası…”
“Harika olur.” dedi Leydi kibarca. “Tabii Diğer Profesör’ün de ders vermesine izin vereceksiniz?”
“Sanmıyorum Leydim.” dedi Profesör tereddütle. “Biliyorsunuz ki dinleyenlere sürekli sırtını dönüyor. Tahtada ders anlatmak için iyi bir yöntem olabilir bu ama ders öğretirken…”
“Haklısınız. Şimdi düşündüm de bir dersten daha fazlası için zaman olmayacak. Ayrıca bir Ziyafet ve Kıyafet Balosu ile başlarsak daha iyi sonuçlanacak…”
Profesör de memnuniyetle “Gerçekten öyle?” diye karşılık verdi.
Leydi, “Ben Çekirge kıyafetiyle gelirim. Siz ne olarak gelmeyi düşünüyorsunuz Profesör?” diye sordu.
Profesör gülümsedi. “Ben olabildiğince erken olarak… Erken geleceğim Leydim.”
“Kapılar açılmadan gelmemelisiniz.” dedi Leydi.
“Zaten gelemem.” dedi Profesör. “Affedersiniz, bugün Bayan Sylvie’nin doğum günü olduğundan ben…” Ve aceleyle uzaklaştı.
Bruno ceplerini karıştırmaya başladı; karıştırdıkça daha fazla üzülüyor gibiydi; sonra başparmağını ağzına götürdü, bir dakikalığına düşündü ve ardından sessizce odadan çıktı.
O çıkarken, Profesör nefes nefese geri dönüp, onu karşılamak için koşan küçük kıza gülümseyerek “Doğum günün kutlu olsun sevgili çocuğum! Sana doğum günü hediyeni vermeme izin ver. Bu ikinci el bir iğnelik, canım. Fiyatı sadece dört buçuk peni.” dedi.
Sylvie, “Teşekkür ederim, çok sevimli.” diyerek yaşlı adamı öptü.
Profesör neşeyle, “İğneleri de bedavaya verdiler. On beş tanesinden sadece bir tanesi eğik o kadar.” deyince Sylvie “Eğik olandan bir kanca yapacağım, Bruno derslerinden kaçınca yakalamak için kullanırım onu.” diye karşılık verdi.
Masadan tereyağı tabağını alıp Sylvie’nin arkasına geçen Uggug, yüzünde pis bir gülümsemeyle “Benim hediyemi tahmin edemezsin!” diye bağırdı.
Sylvie de arkasına bakmadan “Hayır, tahmin edemem.” diyordu hâlâ Profesör’ün ona verdiği hediyeyi incelerken.
Yaramaz çocuk, büyük bir zevkle bağıra bağıra “İşte benim hediyem de bu!” diyerek elindeki tabağı Sylvie’nin üzerine döktükten sonra, akıllılığının verdiği tatminle sırıttı ve alkış bekleyerek etrafına bakındı.
Sylvie, üzerindeki tereyağını temizlerken sinirden kıpkırmızı olmuştu ama tek bir şey söylemeden dişlerini sıkıp siniri geçsin diye pencerenin yanına geldi.
Uggug’un zaferi kısa sürdü. Muhafız Yardımcısı tam vaktinde dönmüş, oğlunun yaptığı bu terbiyesizliği görmüştü. Bir anda çocuğun zevkli sırıtışı, tokadı kulağına yemesiyle acı dolu bir çığlığa dönüştü.
Annesi, onu kollarına alıp “Canım, yoktan yere mi kulağına vurdular!” deyince babası sinirle “Hiç de yok yere değildi! Evin faturalarını sabit bir yıllık meblağdan ödediğimin farkında mısınız Hanımefendi? O boşa dökülen tereyağı da bunun içinde! Beni duyuyor musunuz Hanımefendi?” diye bağırdı.
Leydi oldukça sessiz bir şekilde, “Dilinizi tutun Bayım!” deyip öyle bir bakış attı ki adam bir anda susuverdi. “Sadece şaka olduğunu görmüyor musunuz? Çok zekice bir şakaydı üstelik! Onu herkesten çok sevdiğini göstermek istedi o kadar! Buna sevineceği yerde, o küçük cadı onu bırakıp gitti!”
Muhafız Yardımcısı’nın konuyu değiştirmede üstüne yoktu. Pencerenin kenarına gidip “Şu aşağıda gördüğüm, çiçeklerinizin arasında dolaşan şey, bir domuz mu?” diye sordu.
“Bir domuz!” diye bağırarak kendisi de görebilmek için deli gibi cama doğru koştu Leydi, neredeyse kocasını aşağı düşürecekti! “Kimin bu domuz? Oraya nasıl gelmiş? Şu kaçık Bahçıvan da nereye gitti?”
Tam bu sırada, Bruno tekrar odaya girdi. Bu tür şeylere alışık olduğundan (dikkat çekmek için yüksek sesle zırıl zırıl ağlayan) Uggug’un yanından geçip Sylvie’ye doğru koştu ve ona sıkıca sarıldı. Yüzünde üzgün bir ifadeyle, “Sana hediye olarak verebileceğim bişiy var mı diye oyuncak kutuma baktım ama hiçbişiy bulamadım. Hepsi kırılmış. Hepsi! Hediye almak için de hiç param kalmadığı için, sana bundan başka (‘Bu’ ile kastettiği Sylvie’ye sarılıp öpmekti.) verecek bişiy bulamadım.”
Sylvie “Teşekkür ederim canım. Senin hediyeni bütün hediyelerden daha çok beğendim!” diye karşılık verdi. (Peki öyleyse neden bu kadar çabuk geri verdi?)
Yardımcı Ekselansları, ince, uzun parmaklarıyla iki çocuğun başını şefkatle okşayıp “Haydi artık gidin bakalım! Tartışılacak konular var.” dedi.
Sylvie ve Bruno el ele odadan çıkarlarken, Sylvie tam kapıya vardıklarında geri döndü ve Uggug’un yanına gidip “Yağ olayını umursamıyorum. Ve canını yaktıkları için üzgünüm.” deyip küçük kabadayı ile el sıkışmak istedi ama Uggug’un arkadaş olmaya niyeti yoktu, daha da yüksek sesle ağlayarak Sylvie’den uzaklaştı. Sylvie de iç çekerek odayı terk etti.
Alt-Muhafız ağlayan oğluna sinirli sinirli bakıp yüksek sesle “Çabuk, odadan dışarı çık Bayım Sirrah!” diye bağırdı. Karısı hâlâ pencereden dışarıya bakıyor ve sürekli “Domuzu göremiyorum. Nerede?” diyordu.
“Sağ tarafa doğru gitmişti. Şimdi de sol tarafa gitti.” diye cevap verdi Alt-Muhafız ama arkası pencereye dönüktü, Lord Şansölye’ye bazı hareketler yapıyor, kurnazca başını sallayıp göz kırpıyordu, Uggug’u ve kapıyı işaret ediyordu.
Şansölye, en sonunda işareti fark edip bu ilginç çocuğu kulağından tuttuğu