“Beyaz Gemi”, romanında ise anne ve babası ayrılmış isimsiz bir çocuğun baba hasreti ön plandadır. Çocuğun babaya dair bildiği tek şey beyaz bir gemide çalışıyor olduğudur. Ancak tüm çabalarına karşın, Aytmatov gibi babasına ulaşamaz. Daha en baştan babanın koruyucu gölgesinden ayrı/yetim bırakılmıştır. Bu boşluğu dedesi Mümin Dede doldurmaya çalışır. Dedenin en büyük katkısı kültürel anlamda çocuğun biçimlenmesine yardım etmektir. İsimsiz çocuk, Mümin Dede aracılığıyla babasızlığını Boynuzlu Maral Ana efsanesiyle telafi eder. Bir millete ait bir metin, onun hükmünü/doğruluğunu kabul edenler üzerinde iktidar sahibi olur. Bu bağlamda, Maral Ana Efsanesi, hem çocuk üzerinde babasızlığı telafi mekanizması oluşturur hem de bu metnin bir toplum üzerindeki otoritesinin altını çizer. Eserin sonunda maralların Mümin Dede tarafından öldürülmesi, isimsiz çocuğun kültürel anlamda da telafi edilemeyecek bir bilince ulaşmasına yol açar ve intiharına sebep olur:
“Çocuk, dedesinin burada toza-toprağa uzanarak yatışının asıl sebebini biliyor muydu? Torununa Boynuzlu Maral Ana’nın kutsallığını anlatmıştı. Onu buna inandırmıştı. Sonra da bütün anlattıklarına, telkinlerine kendisi ihanet etmişti. Hem de bunu talihsiz kızı ve torunu için yapmıştı. İşte bunun için, rezil olduğu için ölü gibi yatıyordu burada. Bunun için cevap veremiyordu…
-Balık olacağım ben, duyuyor musun dede, balık olacağım ve yüzüp gideceğim buralardan. Kulubeg gelirse ona benim balık olduğumu söyle.” 95
Metinden de anlaşıldığı gibi, Kırgızların babayla devam etmesi gereken mirası, baba ortalıkta olmayınca önce Mümin Dede sonra da marallar tarafından üstlenilmiştir. Ancak maralların Mümin Dede tarafından öldürülmesi bu kaotik boşlukta tutunacak bir dal arayan çocuğun ümitlerini tamamen boşa çıkarmıştır.
İbrahim Şahin’in, Cengiz Dağcı için söyledikleriyle ifade edersek, Aytmatov, modern bir destan yazarıdır. Bir destan bize neyi söyler. Bir destan bize kökümüzü, geçmişimizi, kimliğimizi söyler. İsim isim verir. Nerede, nasıl olduğunu, hangi coğrafyada nasıl gerçekleştiğini. Onun eserlerine baktığımızda kaybolmuş bir hafızanın orada gizli olduğunu görüyoruz.96 Kendisi de ömrü boyunca hatırında kalan iki şeyden bahsediyor. Biri, Gürcülerde bugüne kadar değerini kaybetmeyen bir gelenek. Kız evlendirirken, onun çeyizine Şota Rustavelli’nin “Kaplan Postuna Bürünen Kahraman” destanını koyarlarmış. Çünkü bu destan yiğit çocukların cesarete ve namusunu anlatan yüce bir eserdir ve her Gürcü ailesinin en değerli malıdır. Bu destan çeyize koymayınca çeyiz tam sayılmaz. Ana baba için büyük bir ayıptır. Diğeri de Kanada’da yaşlı kavakların madalyayla ödüllendirildikleri bir tören. Geleneğe verilen değer ve tabiata duyulan sevgiye hayranlık duymamızı sağlayacak bir çaba.97
Muhtar Şahanov’la sohbetlerinin yazıya geçirildiği “Kuz Başındaki Avcının Çığlığı” adlı kitapta Muhtar Şahanov’un “Doğduğu yerde hatırı olmayan insanlar, yelin savurduğu saman gibi özsüz ve bahtsız insanlardır.” Demesi üzerine Aytmatov’da doğduğumuz yer yani ata yurdunun her insanın kaderini doğurduğunu söylüyor, ondan aldıklarını gönül süzeğinden geçirip, bal toplayan arı gibi yüreğine koyabilmeyi bilmenin şart olduğunun altını çizerek “Yedi atasına kök sürmeyen insan hamdır” diyor.98 Kök sürmek, millete vücut veren değerler bütünü. Aynı zamanda bir milletin ayırt edici özelliği.
Büyükannesinin onu sürekli götürdüğü dağlardaki yaylalar, Aytmatov için gerçek halk hikâyeleri, yaşanmış ya da hayal edilmiş hikâyeler hazinesi. Orada yerleşik hayata geçildikten sonra kaybolan çadırları ve etrafındaki yaşamı görür. En iyi el işlerini, en güzel yarış atlarını, deve yükünün nasıl bağlanacağını, yolculuk ya da ölüm sırasında kadınların yaktıkları ağıtları yok olmadan kısa süre önce görme imkânı bulur. Akmataliyev, Aytmatov kitabında onun çocukluk günlerinin şehirlerde değil, oba ve kışlaklarda geçtiğini, oralarda büyükannesinden masallar, destanlar dinlediğini, bunları söyleyen ozanlarla karşılaştığını söylemektedir. Ayrıca büyükannesi Ayımkansatan Kızı, onun kızı Karakız annesinin anlattığı masallar, destanlar ve eski ırlarla ayrı bir dünya kurmuştur.99
Aytmatov’un kök sürerek, kendi benini/milletini keşfetme ve geleceğe hâkim olma isteği var. Türk Edebiyatı’nda en güzel örneklerini Yahya Kemal Beyatlı’da gördüğümüz imtidad yani süreklilik düşüncesini önemsiyor. [geçmiş bugün gelecek, üçü birbirine bir zincirin halkaları gibi bağlı. Aslolan bu halkaların dağılmaması] Bu tavır, onun milli romantik bir çaba içinde bulunduğunu da gösteriyor: Milli romantizm, milletlerin tarih içerisinde kültür ve sanatta, dilde ve edebiyatta, mimaride ve vatan ve coğrafyada ortaya koyduğu eserlerin fark edilmesi, bu eserler ve yaşanılan hadiseler karşısında milletin/aydının kendisini bulması demektir.
O halde, Aytmatov’un eserlerinde geleneksel hayata dair pek çok hatırlatmanın olması tesadüfî değil. Bu, kimi zaman Boynuzlu Maral Ana Efsanesinde, kimi zaman Mankurt motifinde, kimi zaman Dişi Kurdun Rüyaları’nda, kimi zaman Raymalı Aga ve Begümay hikâyesinde, kimi zaman Yıldırım Sesli Manasçı hikâyesinde ifadesini buluyor. Aytmatov, eserleriyle öncelikle Kırgız insanına, sonra Türk Dünyasına, oradan da tüm insanlığa bazı değerleri hatırlatmak, oradan da bu değerleri yaşamsal bir pratik haline getirmeye çalışmıştır.
Bir milletin millet olabilmesi için iki şeye ihtiyacı var: “ Ya sınırlarını genişletecek ya da kendi edebiyatını yaratacak” Bu ifade, kültürel kimliklerin yeniden inşasında, edebiyatın bu inşa sürecine katkısı anlamına da geliyor. Yani millet olabilmek için asıl gerekli olan şey, fiziksel sınırları genişletmekten daha çok zihinsel sınırları genişletmek. Millî kültür, millet hafızasının mülküyse ve insanların duyarlılığına etki ederek, milli bir mutabakat oluşturmada bir araç olarak kullanılacaksa, bu etkilemenin edebiyatın katkısıyla olacağı açıktır. Toplumsal ve bireysel anlamdaki tüm kazanımların ortak ifadesi olan millî kültür, bu anlamda bireysel kimlikleri daha büyük bir birliğe bağlar. Bu bağlantıyı sağlayan şey, edebiyattır.
Sanatçının, dünyayı değiştirmek ve dönüştürmek gibi bir işlevi var. Özellikle milletin ve devletin çözülüş dönemlerinde, sanatın her biçimi, yeni bir dünyanın tasavvuru ve yaratılması için bir rol üstlenir. Yalnızlığa itilen toplumun vicdanı olan Cengiz Aytmatov da, totaliter bir sistemin Türk halklarının tarihi hafızasını nasıl ortadan kaldırmaya çalıştığının bilincinde bir yazar olarak, bu hafızayı edebî metinlerde ortaya koyarak, geçmişten kaynaklanan yaratıcılığını yeniden çağdaş bir destan metni haline getirmeye, halkın, özgürlükleri boğan sıkıntılı havanın üstesinden gelebilmesi için millî ruhu, ortak kimliği harekete geçirmeye ve yeniden inşa etmeye çalışmıştır.
Cengiz Aytmatov, “Edebiyatın Kültürel Kimliği