Bu noktada İslâmiyet’in ‘tek din’ anlayışının meselenin çözümünde bize yardımcı olacağını sanıyorum. Bilindiği gibi Yahudilik, Hristiyanlık ya da İslamiyet aslında tek bir dinin “Allah’ın dini”nin insanlık tarihi boyunca aldığı değişik adlardır ve bu din tarih boyunca çeşitli dönemlerde insanların onu bozması, aslından uzaklaştırması sebebiyle Allah tarafından son olarak “İslamiyet” adıyla ‘tamamlanmış’tır. Hazreti İsa’nın söylediği ve yazarın onunla Abdias arasında kurduğu ilişki dolayısıyla aslında Abdias’ın düşünceleri olan şu sözler bu hususu çok net bir biçimde ortaya koymaktadır: “Bütün ülkeler, bütün zamanlar için bir tek Tanrı… bir tek din, herkes için tek cennet.”55
Şimdi yukarıda Hristiyanlık için sorduğumuz soruyu bu defa İslamiyet için sorabiliriz: Romanın kahramanı Abdias İslamiyet’in savunuculuğunu mu yapıyor? Onun, rüyasında Hz. İsa’yı gördüğü sırada düşündüğü ve içinde Ra’d suresinin 11. ayetinin anlamına çok benzeyen bir cümlenin bulunduğu aşağıdaki bölüm, bu soruya verilebilecek olumlu bir cevabı mümkün kılabilir:
“İnsanın üzerine çöken, onun belini büken yük çok ağır. Onda bu derece kökleşmiş kötülüğe karşı bir aşı bulunabilecek mi? Bulunabilirse onu bütün yaratıklardan ayıran akıl kanatlarıyla, ruhu, şimdiye kadar ulaşılamamış yüksekliklere çıkaracaktır. Heyhat! Böyle bir şey mümkün olsaydı! Senin fedakârlığın boşuna. Kendilerini asla doğru yola sokmayanları sen daha iyi duruma getiremezsin.”56
Yine bu rüya sırasında gittiği Kudüs’te Abdias’ın, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği iddia edilen ağaçta onu bulamaması57 da çok kapalı olarak belki onun ölmüş olması konusunda bir şüphenin işareti olabilir. Ancak bu tür yorumları ileri götürmenin çok doğru olacağını sanmıyorum. Yoruma gerek bırakmayacak kadar açık olan husus, Aytmatov’un bu romanda insanlığın ancak ilahi bir dinin kanatları altında aradığı huzuru bulacağı fikrini işlediğidir. Bu tema yazarın ilk eserlerinden itibaren gittikçe ağırlığı arttırılarak işlenmiş ve bu son romanında en yüksek noktasına ulaşmıştır. Aytmatov’un romanın zeminine Hristiyanlığı koyması, daha önce de kısaca temas ettiğimiz gibi mesajını iletmek istediği Batı dünyası ile ilgili olmalıdır. Abdias’ın, arkadaşı İnga’ya yazdığı mektuptaki şu cümleler de bu düşüncemizi teyit etmektedir:
“Modern dünyamızın karşılaştığı bu acıklı uyuşturucu meselesini çeşitli yönleriyle ele alan yazılarımın yakın bir gelecekte yayınlanacağından da emin değilim. ‘Modern dünya’ diyorum, çünkü yaban keneviri bilinmeyecek kadar eski zamanlardan beri bozkırda yetişiyor, ama on beş yıl öncesine kadar, yerli halkın dediğine göre bu pis bitkiyi, uyuşturucu kullananların deyimi ile bu ‘ot’u ne içmek için ne de başka bir amaçla toplayan hiç yoktu. (…) Evet, bu hastalık çok yenidir ve bunda Batı’nın etkisi çok büyük olmuştur.”58
Aşağıdaki bölümde de hem teknolojiyi insanlığın zararına kullanan ve maddeci bilimi adeta bir din haline getiren Batı dünyası hem de mevcut sistemin oyuncağı olan Kilise çok sert bir dille tenkit edilmektedir. Bir yerde yazarın bu romandaki amacını ortaya koyan ve günümüz insanı için son derece ibret verici olan bu satırlarla biz de yazımızı noktalıyoruz:
“Maddeci bilim, bütün öteki dinler gibi Hristiyanlığı da gömmeye, yok etmeye çalışmadı mı? Bunları olanca gücüyle söküp atmaya, kuvvetli bir elle ilerlemelerin ve tek takip etmemiz gereken kültürün dışında bırakmaya çalışmadı mı? Çağdaş insan ilk bakışta hiç bir dinî inanca ihtiyacı yokmuş gibi görünüyor: Bu inanışları, uzun zaman öncesine ait basit işaretler gibi tarih bilgileri arasındaki yerine koymak yetiyor çağımız insanına. Din eski bir etaptır ve modası çoktan geçmiştir onun için. Konuya daha yakından bakalım: En gerçekçi teorilerle gülünç duruma düşerek kaldırıp attığımız o eski fedakârlık, sadakat ve merhamet kavramlarının yerini alacak ne var elimizde? İmanın yerini alacak ne bulduk? Hiç şüphesiz son derece üstün bir şey olmalı, çünkü yeni daima eskiye tercih edilir. İşte, öyleyse, yeni din, yeni ve eşsiz kudretteki din, yakında bütün dünyaya hükmedecek yeni din: En müthiş silahlarla donatılmış askerî güç! İnsan bu kadar bağımlı, böylesine buyruk altında bulunmuş muydu hiç? İnsan hayatı her an, büyük devletlerin savaşı başlatmaları veya bundan sakınmaları şıklarına sıkı sıkıya bağımlıdır. Böyle bir durumda atom silahlarına sahip devletler dışında hangi ilahlara bel bağlayacağız? Sunaklarda insanların tapması için bomba maketlerinin sergilendiği ve duaların general portreleri önünde yapıldığı bir tapınağın kurulması düşünülmedi henüz… Ama çağımıza uygun kiliseler işte bunlar olacak.”59
Aytmatov, Cengiz. Gün Uzar Yüzyıl Olur, (Çev. Mehmet Özgül), Cem Yayınları, İstanbul, 1985.
Aytmatov, Cengiz. Beyaz Gemi, (Çev. Mehmet Özgül), Cem Yayınları, İstanbul, 1985.
Aytmatov, Cengiz. Dişi Kurdun Rüyaları, (Çev. Refik Özdek), Ötüken, İstanbul, 1990.
Bice, Hayati. “Biz Cengiz’i Çok Sevmiştik!.. Severiz de..” Türk Yurtları, S. 3, 1990.
Karakoç, Abdürrahim. “Dişi Kurdun Rüyaları” Yeni Düşünce gz., 25 Mayıs 1990.
Beyaz Gemi Romanında Suyun Sembolik Anlam ve Açılımları
MEHMET GÜNEŞ60
Su, doğası gereği farklı sembolik anlam ve açılımlara sahiptir. Örneğin su canlılar için hayat kaynağı ve arınma/huzurun sembolü olduğu gibi, şiddet ve korku işlevleriyle de öne çıkmaktadır. Suya yüklenen sembolik anlamlar dinî inançlar, folklorik unsurlar ve yaşanılan coğrafyayla doğrudan ilintilidir. Sadece Türk toplumunda değil, birçok toplum/uygarlıkta, tabiattaki dört ana unsurdan biri olan suya kutsal anlamlar yüklendiği görülür. Nesne/unsurların kutsanmasında dinî inançlar kadar coğrafya/iklimsel özellikler de doğrudan tesirlidir. İnsanlık tarihinin başlarından modern çağa az bulunan nesneler çoğunlukla daha kıymetli ve özel olmuştur. Bu bağlamda Erich Fromm’un tespit ve yorumları çarpıcıdır. Ona göre kutuplarda su bol olup güneş ışığı az olduğundan orada güneş kutsal anlam ve açılımlara sahiptir. Yakındoğu’da ise güneş bol olup su kıttır. Bu nedenle “su hayatın kaynağı ve büyümenin temel taşı olarak görülmektedir.”61 Geçmişten bugüne suyun Türk kültüründe kutsanması, başka etmenlerle birlikte Türklerin uzun yıllar bozkır coğrafyasında yaşamış olmalarıyla da ilişkilidir.
Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi romanının kurgusunda suyun hayati önemiyle birlikte farklı sembolik anlam ve açılımlarının da işlevsel olduğu görülür. San-Taş vadisinde Mümin dedesi, Bekey teyzesi ve diğer