Romanda Maral Efsanesiyle ilintili olarak eski adıyla Enesay yeni adıyla Yenisey Irmağı özelinde akarsuların hayati önemi ve yüklendikleri işlevler ifade edilir:
“Senden geniş nehir var mı Enesay?
Senden aziz bir yurt var mı Enesay?
Senden derin bir dert var mı Enesay?
Senden özgür olan var mı Enesay?
Senden geniş bir nehir yok Enesay,
Senden aziz bir vatan yok Enesay,
Senden derin bir dert de yok Enesay,
Senden özgür özgürlük yok Enesay…”63
Şiirin ilk dörtlüğünde soru, sonraki dörtlükte ise cevap nitelikli cümlelerle Yenisey Nehri yüceltilir; geçmişten bugüne suyun işlevleri ve ona yüklenen sembolik anlamlara dikkat çekilir. Yenisey Irmağı etrafında yaşayan, ondan daha büyük nehirleri görmemiş ya da onlardan haberdar olmayan çoğu kişinin bu nehre bakışı benzerdir. Son derece geniş alana yayılan ve su taşıyan Yenisey Irmağı, bu yönüyle o coğrafya insanı için hayat kaynağı olmuş, etrafına yerleşen halklar bu havzaya huzur yurdu/mekânı olarak bakmışlardır. Yenisey Irmağı coşup taştığı zaman canlar aldığı gibi, suyun etrafındaki havza sürekli işgallere de sahne olmuştur. Dünyanın beşinci uzun nehri olan Yenisey Irmağı etrafında birçok kavim yaşamıştır; bunlardan birinin de Kırgız Türklerinin olduğuna inanılır. Beyaz Gemi romanının kurgusunda oldukça işlevsel olan Maral Ana Efsanesinde anlatılan olayların da bu nehir kenarında gerçekleştiğine inanılır. Efsaneye göre Kırgız Türklerinin Buğu soyu yok olmak üzere iken Maral Ana’nın kılavuzluğuyla Yenisey vadisinden Isık-Göl civarına gelerek burayı yurt edinmişlerdir. O vakitten sonra Yenisey Irmağı gibi, Isık-Göl de onlar için kutsal anlam kazanmaya başlar.
Romanda özellikle sonbahar mevsiminde maralların kolayca su içebildikleri çay kenarında dolaştıkları sıklıkla vurgulanır. Maralların su kenarında dolaştığını gören çocuk özne, hayal âleminde su kenarındaki marallarla, özellikle boynuzlu maral ananın hayaletiyle söyleşir. Romanda suyun insan hayatındaki, birincil derecedeki işlevi sıklıkla vurgulanır.
Huzur ve arınma için sığınak olan su, şiddetin de sembolü olabilmektedir. Su, durgun ve berrak haliyle arınmanın ve huzurun sembolü olurken “fırtına ve sellerde korkunç ve yıkıcı bir olgu haline gelebilir”;64 yine sıradan/yeni bir yüzücü ve çevre için sakin deniz, huzur ve rahatlama alanı iken bol akıntılı ve dalgalı deniz ise öldürücü/yıkıcı olabilmektedir. Beyaz Gemi romanında çocuk özne kendi kendisinden kaçmak ya da çevresindeki olumsuzlukları bastırmak istediği zaman San-Taş’ın yükseklerine çıkıp dedesinin kendisine armağan ettiği dürbünle Isık-Göl’ü seyreder. Isık-Göl’de yüzmesi ya da onun etrafında dolaşması mümkün olmayan çocuğa, dedesi çayın sığ bir yerini taşlarla çevirerek korkmadan yüzebileceği gölcük yapar. Taşlarla çevrili bu gölcük sayesinde çocuk, akıntıya kapılıp boğulmaktan da suyun şiddetinden de korunmuş olur. Sığ olan yerlerde suyun derinliği diz boyu olsa da akıntı hızlı olduğu için çocuk özne gibi zayıf birini hemen alıp götürebilmektedir. Anlatıcı, Mümin Dedenin gölcüğü inşa ediş süreci şu şekilde aktarır:
“İhtiyar Mümin, akıntının deviremeyeceği iri taşları seçmiş, onları karnına dayayarak iki eliyle oraya güçlükle taşımıştı. Sonra da suyun içinde ayakta durarak taşları örmüştü. Suyun kolayca girebileceği, sonra öbür taraftan yine kolayca çıkabileceği delikleri de çok iyi hesaplamıştı.”65
Böylece çocuk suyun şiddetinden, ölümcül yönünden korunur. Tabiatla iç içe yaşayan insanoğlu, yaşama biçimini ona uydurmak zorunda kaldığı gibi tabiatı da kendi istediği yönde biçimlendirir. Tabiatın sunduğu imkânlardan yararlanırken, tabii afetlerin kendisine vereceği olası zararları önlemeye çalışır. Çocuk özne suyun arındırıcı, rahatlatıcı özelliğinden yararlandırılırken şiddetinden de korunmaya çalışılır. Çayın düz ve sığ yerinde bu gölcük inşa edildikten sonra çocuk, korkmadan yüzebilir. Tıpkı balıklar gibi gözlerini hiç kapatmadan yüzer. Balıklara imrenen/özenen çocuk özne “bir balık olup akıntı boyunca ta uzaklara kadar yüzmeyi hayal ed[er]”.66 Sadece balık gibi yüzerek Beyaz Gemi’ye ve babasına ulaşabileceğine hükmeden çocuk öznenin o vakitten sonra en büyük arzusu balık gibi yüzmek ya da balığa dönüşmektir.67
Çocuk özne için su hep gücü temsil eder; o, zorda kaldığı bazı durumlarda sudan medet umar. Örneğin dedesine ve kendisine oldukça kötü davranan, eşi Bekey’e sürekli şiddet uygulayan Oruzkul’a karşı koyabilecek gücü olmayan çocuk özne, tüm mağdurlarla birlik olup Oruzkul’u çaya kadar sürükleyip suyun ortasına atarak ona hak ettiği cezayı vermeyi hayal eder. Böylece masumlara zarar veren Oruzkul, su gücüyle cezalandırılacaktır. Zihin dünyası masallar, kurgularla şekillenen çocuk özneye göre ancak iyiler balığa dönüşebilir; kötücül niteliklerle donatılan Oruzkul’un balığa dönüşerek kurtulması mümkün olmayacaktır.
“Deniz bütün insanlar için en büyük, en değişmez anne simgelerden biridir”68 diyen Mme Bonaparte’a göre denize yüklenen simgesel anlamlardan biri de “anne”liktir. Bozkır toplumlarında göllerden, deniz şeklinde söz edildiği de görülür. Bu bağlamda Issık-Göl, hatta romandaki diğer çay vb. su unsurları anne simgesiyle birlikte okunabilir. Çocuk öznenin en mutlu olduğu anlardan biri Beyaz Gemi’nin Issık-Göl içindeki seferi iken, bir diğeri de kendisinin suyun içinde yüzdüğü vakitlerdir; o, o anlarda tıpkı anne rahmindeymiş, yitik cennetindeymiş gibi mutludur. Çocuk özne ister hakikatte isterse masal/hayal âleminde su içinde yüzerken çok mutlu olup çevresindeki kötülük ve kötücül kişilerden uzaklaşır, kısa süreli de olsa olumsuzluklardan arınır. Dedesinin inşa ettiği gölcük çocuk özneyi yalnızlıklardan uzaklaştırdığı gibi, hayallerine açılan kapı da olur. Örneğin çayın kıyısındaki büyük kayaya “Tank” adını verir, kayayı bu şekilde adlandırması, sinema filmlerinde gördüğü tanklarla kayalar arasında benzerlik kurmasıyla ilintilidir. Suların yıkayıp aşındırdığı kaya da tıpkı filmlerdeki tanklar gibi “suya dalacakmış gibi” durmaktadır. Günlük vaktinin bir kısmını gölcük ve kıyısında geçiren çocuk özne, kayaların şekil özellikleri ya da zihninde uyandırdığı imajlardan hareketle onlara “kötü kayalar”, “iyi kayalar”, “kurnaz kayalar” vb. adlar verir.69
Anlatıcının