“-Söyle bana ey toprak. Hangi çağda analar bu kadar acı çekti? Oğlunu bir saniye olsun görebilmek için bunca sıkıntılara katlandı?
-Bilmiyorum Tolgunay. Ama senin yaşadığın savaş dünyanın gördüğü savaşların en acısıdır.
-Öyleyse, dünyada oğlunu böylesine bekleyen son ana ben olayım. Bundan böyle hiçbir ana, oğlu yerine soğuk raylara sarılmasın.” 119
Kadın kahramanları hayatın her safhasında eşlerine destek olurlar; hem geleneksel kadını simgeler, hem de hayatta kendi tercihlerini belirleyerek dünyada doğar; hayat karşısında bireysel değil toplumsal olarak var olurlar; bireysel çıkarı hiçbir şekilde gözetmezler. Onlar için önemli olan huzurun, birlikteliğin, mutluluğun sağlanmasıdır. Aytmatov’da çalışmak, tüm kişiler gibi kadının da kendini gerçekleştirmesini sağlayan işleviyle yer alır. Çünkü onlar saban sürerek, hasat zamanını bekleyerek, savaştaki askerlere cephane yollayarak kendilerini var ederler. Bir buğday tanesinden kendi elleriyle yoğurdukları ekmekten daha büyük mutlulukları yoktur onların. Çalışmak, dertlerini alır, tasalarını dağıtır, zihnini meşgul eden üzüntüye fırsat vermez; mutsuzluğunu, kaygısını, endişelerini çalışmaya, emeğe, toprağa devreder. Hem anne, hem asker, hem çoban, hem demiryolu işçisi, hem öğretmen, hem kolhoz yöneticisi, hem de iyi ev hanımıdırlar; birden fazla sorumluluk üstlenirler.
“Ah, ah! Sallanan orakların ışılamasını görmek, biçilen ve devrilen sapların hışırtısını çalışanların konuşmalarını ve şen kahkahalarını duymak ne büyük huzur ve mutluluk veriyordu insana.
Aa, ekmek daha sıcacık, anne, buyur, yeni ürünün ilk ekmeğini önce sen tat. Ekmeği aldım, duamı okudum ve ilk lokmamı ısırdım bambaşka bilinmeyen bir tadı ve kokusu vardı, bu ekmeğin bu emekçi oğlumun nasırlı ellerinden çıkan ekmekti. Tarlayı süren buğdayı yetiştiren hasadı kaldıran tarlada çalışan insanlarımızın halkımızın ekmeğiydi. Kutsal ekmek.” 120
Çalışmak, insanın dertlerini alır, tasalarını dağıtır, zihnini meşgul eden üzüntüye fırsat vermez. Kadınlar mutsuzluğunu, kaygısını, endişelerini çalışmaya, emeğe, toprağa devreder. Kadınlar, arada endişelere kaygılara umutsuzluklara kapılsalar da güçlüdürler. Onlara bu gücü veren annelik duygusu ile daha da kökleşen yuvalarına ve vatanlarına bağlılıklarıdır. Hem anne hem asker hem çoban hem demiryolu işçisi hem öğretmen hem kolhoz yöneticisi hem de iyi ev hanımıdırlar; birden fazla sorumluluk üstlenirler; saban sürerek, hasat zamanını bekleyerek, savaştaki askerlere cephane yollayarak kendilerini var ederler:
“Evet, Tolgonay, ama yalnız sen değildin o acıyı çeken, ben de çok acı çektim. Yaz boyunca o çıplak tarla beni deşilmiş bir yara gibi yaktı. Uzun zaman acılarım dinmedi. Tarlaları ekinsiz bırakmak benim kanımı boşaltmak demektir. Tolgonay savaş süresince nice nice tarlalar ekinsiz kaldı!.. Benim en büyük düşmanım savaş başlatandır.”121
Toprak sadece bir kara parçası değildir; yaşam mücadelesini, manevi unsurları bünyesinde bulunduran bir açar değerdir. Yaşanılan mekânla bütünleşen insan için varoluşsal kaynaklara, yaratıcı öze ait imgeleri işaret eder. Toprak gibi hem yaratır, hem de sığınak, korunak, barınak olarak yaşamın sürerliliğinde etken rol alır:
“Ey benim toprak anam! Sen hepimizi sıcak bağrında taşıyorsun, bizlere mutluluk bağışlamazsan topraklığın nerde kalır senin? Biz senin çocuklarınız ey toprak, bizlere mutluluk bağışla”
O gece bunları diledim işte.” 122
Dolu dolu yağan yağmur, çıplak ayaz, yakıcı güneş ve keskin soğuklardan oluşan Orta Asya toprağında hem iklim ile mücadele veren, hem de savaşın kahramanlarının cephede verdiği mücadelenin benzerini Tolgonay her hasat başında yaşar. Tolgonay ile toprak, savaş trajiğinde birleşir:
“O güne kadar bizi kıt kanaat besleyecek buğday ve erzak sandığında bir avuç yiyecek bile kalmamıştı ne yapacaktık? Gece gündüz kafamda planlar geliştiriyordum. Sonunda bir karara vardım. Anıza bırakılan küçük bir tarlayı da sürüp ekmek ve ürünü aileler arasında paylaştırmak. Bu konuda başkarmanın fikrini aldım, sonra ilçe merkezine kadar giderek, kolhoz planını uyguladığımızı, şimdi de kendi imkânlarımızla, kendimiz için karnımızı doyuracak ürünü almak açlıktan kırılan, açlıktan kırılan ailelere yiyecek bulmak için bir anızı ekmek istediğimi anlattım.
Dinleyenlerden biri masadan başını kaldırıp bağırdı:
-Stalin’in kolhozlar için koyduğu kurala ihanet ediyorsun!
Ben de patladım canı cehenneme o kuralın! Biz açlıktan kırılırsak sizi kim besleyecek Peki, söylediğini yaparsan seni nereye sürerler biliyor musun?
-Biliyorum, düşündüğün bu ise buğdayı kim ekecek?” 123
Kadınların acılarını karamsarlıklarını umutsuzluklarını tren istasyonlarında umutsuz bekleyişlerini toprak alıp bağrına atar. Tolgonay, bu acılarını toprakla paylaşır. Savaş toprağa da en acı yüzünü gösterir. Ve analık duygusu emek ve mücadele ile birleşir.
“İyi ki, yöneticiydim o zamanlar. Kendi dertlerimle birlikte halkımın da acılarına, karşılaştığı güçlüklere göğüs germem gerekiyordu. Savaş beni bu yüzden yıkamadı. Anladım ki, savaşta bir tek yol var: Savaşmak ve yenmek! Gerisi ölüm.” 124
“Uzaklarda savaş oluyor, kan dökülüyordu. Bizim savaşımızsa işimizdi.” 125
Aytmatov anneleri, vatan sevgisi ve özgürlük tutkusu ile donatılmışlardır. Tolgonay’ın analık duygusu vatan aşkıyla birleşir. O sadece Kasım’ın Caynak’ın Maysalbek’in Aliman’ın anası değildir; coğrafyanın bütün insanlarının annesidir. Onun analık kavramı halkı için mücadele duygusunu geliştirir; her tarafı sarar onun kolları; tıpkı bir üzüm salkımı gibi: “Ey kutsal analık! Mutluluksun sen. Bir okyanus dolusu acıya katlanmaya değersin sen!..”126
Savaşta yıkılanların ezilenlerin öksüz yetim çocukların ellerinden tutar Tolgonay. Onları bütün olumsuzluklara rağmen yaşatmaya savaş karşısında dirençli tutmaya çalışır. O, artık sadece Tolgonay değil, bütünleştirilmiş topyekûn bir mücadelenin bütünleştirilmiş tüm anaların temsilcisidir. Cephe gerisinde savaşır; kolhozda eşi ve oğullarının işlerini üstlenerek toprağa hasat zamanı tohum ekerek mücadelesini verir:
“Lokmayı ağzıma attım. Garip bir tat, garip bir koku duydum. Bu bir biçerdövercinin ellerinin kokusuydu. Taze buğday, süt demir ve benzin kokuyordu. Sonra başka lokmalar yedim. Hepsinde aynı koku vardı. Ama ömrüm boyunca yediğim en tatlı ekmekti bu. Oğlumun ekmeğiydi çünkü. Onu makine yağı ve benzin kokan elleriyle bölmüştü. Sonra oğlumu eğiten, onunla aynı toprakta yaşayanların ekmeğiydi bu. Halkın ekmeğiydi. Kutsal ekmek! Yüreğim kabardı. Düşündüm, bir dal nasıl bir ağacın parçasıysa, bir