Aytmatov, Cengiz, Beyaz Gemi, Çev. Refik Özdek, Ötüken Yayınları, İstanbul 1999.
Bachelard, Gaston, Su ve Düşler maddenin imgelemi üzerine deneme, Çev. Olcay Kunal, YKY, İstanbul 2006.
Emeksiz, Abdulkadir, “İstanbul Folkloru”, Karaların ve Denizlerin Sultanı İstanbul, C. II, haz. Filiz Özdem, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 255-283.
Fromm, Erich, Rüyalar Masallar Mitler Sembol Dilinin Çözümlenmesi, Çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Say Yayınları, İstanbul 2014.
Jung, Carl Gustav, Dört Arketip, Çev. Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayınları, İstanbul 2003.
Hançerlioğlu, Orhan, İnanç Sözlüğü (Dinler-Mezhepler-Tarikatler-Efsaneler), Remzi Kitabevi, İstanbul 1975.
Kaşkaoğlu, Özlem, “Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi Romanında Halk Edebiyatı Motifleri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, S. 6/2, 2019, s. 1008-1016.
Ögel, Bahattin, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar), C. 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1993.
Özher, Sema, “Beyaz Gemi Adlı Romanda Yüce Birey Arketipi”, Bilig, S. 37, Bahar 2006, s. 81-90. Öztürk, Özhan, Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yayınevi, Ankara 2009.
Şahin, İbrahim, “Beyaz Gemi: Simgenin Ölümü”, Uluslararası Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri 4./Cengiz Aytmatov, s. 200.;
https://www.academia.edu/37008262/Beyaz_Gemi_Simgenin_%C3%96l%C3%BCm%C3%-BC.05.10.2020.
Şahin, Veysel, “Aytmatov’un Beyaz Gemi Romanında Ötelerin Çağrısı ve Kaçış”, Cengiz Aymatov, Ed. Ramazan Korkmaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009, s. 283-291.
Ebedî Olanın Sözcüsü Olan Yazar: Cengiz Aytmatov
SALİM ÇONOĞLU81
Peyami Safa, edebiyat eserinin asıl öneminin tarihîlikten mi yoksa ebedîlikten mi kaynaklandığını tartıştığı bir köşe yazısında, gerçek sanatçının ebedînin sözcüsü olduğunu vurguladıktan sonra şu tespiti yapar:
“Eski eserlerin, devirlerini ifade etmek bakımından, tarihî bir değerleri olduğuna şüphe yoktur. Fakat onlar sadece kültür tarihinin bir vesikasından ibaret değildirler. Öyle olsaydı onları edebiyat tarihçilerinden başka kimse okumazdı. Yüzlerce yıl evvele dair şiirleri bugün edebiyat tarihçisi olmayanların da ezberlemiş olmaları, bu eserlerin tarihî değerlerini sonsuz bir geleceğe doğru aşan, “her dem taze” güzellikler taşımalarındandır.” 82
Cengiz Aytmatov da Peyami Safa’nın ifade ettiği soydan sanatçılar gibi, her dem taze güzellikler taşıyan, kıymetini sadece bugünle sınırlamadan sonsuz bir geleceğe doğru aşan, milletine ait binlerce yıllık bir macerayı uzak nesillere duyuran bir ebedî sözcü kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Aytmatov; İsmail Gaspıralı, Abdülhamit Süleymanoğlu Çolpan, Abdurrauf Fıtrat, Mikail Müşfik, Ahmet Cevad, Hüseyin Cavid, Ziya Gökalp ve burada adını sayamadığımız ama hatıralarıyla, ortaya koydukları eserleriyle bugün kalbimizde yaşayan ulusuna ve yurduna bağlı kahramanlar halkasının Kırgız coğrafyasındaki ebedî temsilcisidir.
Cengiz Aytmatov’un hayatı, babaları zorla evlerinden kopararak geride eşleri dul, çocukları yetim bırakan XX. yüzyılın en büyük trajedilerinden beslenir. XX. Yüzyıl iki büyük dünya savaşına sahne olmuş, özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında, milyonlarca insan Stalin terörü sonucunda hayatlarını kaybetmiştir:
“1937-1939 yıllan arasında uygulanan bu imha politikası sebebiyle, Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk topluluklarından bir milyondan fazla şair, yazar, gazeteci, din adamı, fikir adamı, eğitim görmüş okur-yazar olan her sınıftan insan, bu üç yıl içinde “halk düşmanı” ilan edilerek öldürülmüştür. Öldürülen şair ve yazarların adını anmak, eserlerini okumak ve bulundurmak şiddetle yasaklanmış, buna uymayanlar da aynı şekilde cezalandırılmışlardır. Sovyet rejimini ve ideolojisini benimsemeyen bütün insanların yok edildiği bu soy kırımı, tarihe “kızıl terör”, “kızıl kırgın”, “katağanlık” (yasak) yılları” ve “repressiya” olarak geçmiştir.”83
Modern/medenî dünyanın o zamana dek karşılaştığı ve bugün de yaptığı gibi sadece uzaktan seyretmekle yetindiği en büyük trajedilerden biridir bu. Aytmatov’un yaşadığı coğrafya “ölüm saçan makineler dünyası” haline gelmiştir. Bu büyük trajedi karşısında Albert Camus “Başkaldıran İnsan” adlı eserinde: “Kardeş insanların bu katliamı ile karşılaşan ozanlar bile, kendi ellerinin temiz olduğunu kıvanç ve övünçle haykırıp açıklıyorlar.”84 Derken, Aytmatov da Camus’un haykırdığı gerçeklerin dünyasında bulmuştur kendini.
Kapısını çaldığı her eve ölüm, kıtlık, yoksulluk, kan ve gözyaşı getiren II. Dünya Savaşı yıllarında, Stalin diktasının kendisinden olmayanı dışlayarak, devlet sobasında tüketeceği yakıt insan bulma ya da mankurtlar/modern mankafalar yaratma projesi içinde, milletinin varoluş sorunu ile yüzleşen bir yazar. Babası Törekul Aytmatov, 1937’de Stalin’in Kızıl kırgınında gözaltına alınır. Yıllarca kayıp babanın yolu gözlenir. Gözaltına alınışının üzerinden 20 yıl geçtikten sonra İçişleri Halk Komiserliği’nden gelen bir mektupta: “Törekul Aytmatov’la ilgili bilgi istemişsiniz, gelip cevabını alın” yazmaktadır.85 Cengiz Aytmatov, annesinin heyecanını görünce ağlamaya başlar: “galiba, kendisinden ziyade sevdiği insana için dua eden gerçek sevgi gücü budur.” Der. Kendilerine uzatılan “lanet olasıca kara kâğıt”ta ölmüş olan Törekul Aytmatov’un itibarının iade edildiği yazmaktadır. Dünyanın bütün anlamı uçmuş ve artık yaşam istekleri sönmüştür.
Aytmatov, sadece bu trajedilerden beslenmez. Aynı zamanda halk hikâyelerinin, destanların, masalların, efsanelerin halen canlı olduğu ve yaşandığı, kahramanlarının ruhlarının halk arasında dolaştığı bir çevrede yetişmiştir. Eserlerine bu güzellikleri taşıyan Aytmatov, eserlerinde politik propaganda kaygıları içerisinde olmadan sadece güzelliğe yürümüş ve geçmişten güzellikler derlemiş, eserlerinde millete ait en küçük bir hassasiyeti bile ihmal etmemiştir. Eserlerine atılacak küçük bir bakış bile onda asıl bünyeyi yapanın Kırgız milli kültürü olduğunu gösterecektir. Kendi milletini, coğrafyasını bilmeye, tanımaya, sevmeye başlayan Aytmatov için bu çaba milli edebiyat dediğimiz muammanın kendiliğinden halledilmesidir. Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’da 1940 yılında verdiği “Milli Edebiyata Doğru” adlı konferansta da Aytmatov’la aynı hassasiyeti paylaşmak ve evrensel yazar nasıl olunacağının da altını çizmektedir:
“Anadolu’nun her şehrinde, her kazasında ruhun nefha nefha estiği yerler var. Daha hiç kimse onlardan bahsetmedi. Hâlbuki Türk peyzajı, unsurlarının sadeliği ve telkin ettiği hislerin kesafeti itibariyle bahse değen bir şeydir. Bizi Avrupalıların kendilerinden aldığımız şeyler için beğenmesi ve bize hayran kalması mümkün değildir. Olsa olsa aferin der geçerler, bizde asıl bizim olan şeyleri tanıttığımız zamandır ki, bizi beğenip seveceklerdir; çünkü o