Tramvaydan kadının biri: “Bakınız, herif bizimle eğleniyor.”
Diğeri: “Ne yaman kambur felektir o… Siz onun öyle yamrılığına, yumruluğuna bakmayınız. İki karı boşadı. Kız kardeşini tanırım…”
Kahveci, yarım dilim ekmeğin üzerinde köfteyi tramvaya uzatarak:
“İçinizde kaç emzikli, kaç hamile var? Allah’a şükür köfte çok… Kaç tane isterseniz haddim olmayarak takdim edeyim…”
Kadının biri: “A, delinin zoruna bak! Karın doyuracak değiliz ayol…”
Kadın köfteyi alıp dörtte bir kısım kadarını bölerek bir parça ekmeğin üzerinde emzikliye uzatır… Bir lokma da arkadaşı olan hanıma vererek:
“Al Zehra, koktu. (öteki kadınlara) İmrenen varsa sıkılmasın, söylesin… Buna yalnız emzikliler imrenmez ya… Emziksizlerin canı yok mu?”
Etraftan imrenmeyi gösterir mahcup tebessüm gösterenlere de birer parçacık ikramda bulunduktan sonra kadın, kalanını da kendi ağzına atar. Hanımın biri siyah kadını göstererek:
“A, kalfaya vermeyi unuttuk…”
Guguruklu Arap iğrenme tavrıyla yüzünü buruşturup:
“Yok… Yok… Ban imrenmadi… Marya16 mıdır, kaçi midir, nedir? Kamburun kirli aliyle yaptiği bir koftayi seksen farşa edip de ban yer miyim hiç?”
Kadının biri yanındakine yavaşça:
“Aa, a, baksana kuzum bu Arap’ın guguruğundan büyük de kibri var… Köfteleri beğenmedikten başka yiyenlere de hakaret ediyor. Yok marya imiş… Yok bilmem ne imiş… Elinin körü!..”
“Sus… Sus… Arap etrafa bulaşmak için çanak tutuyor. Bahane arıyor… Aşçı kadın mıdır nedir? Çalıp çalıp yiye yiye ete doymuş galiba da onun için nazlanıyor…”
Yaşıyla uygun olmayacak kadar süslenmiş olan hanımın yanındaki soluk pembe elbiseli kız çocuğu densizce somurtup dudaklarını kıvıra kıvıra annesinin eteğinden çekerek:
“Anne, ben köfte isterim… Koktu…”
Annesi yavaşça çocuğun kulağına:
“Ben sana şimdi çukulata alacağım… Ne yapacaksın o pis köfteyi?”
“Anne koktu, isterim…”
Kızın böyle arsızlandığını karşıdan gören Arap, avcu üstünden akçıl olan elini çocuğa doğru uzatarak:
“Bak tokata… Arsiz kız, ne kımkımlaniyorsun?.. San de mi emziklisin ayo? Kamburun koftasine imranılı mı hiç?”
Kadının biri telaşla:
“A, bak kardeş… Hepimiz tattık da çocuğu unuttuk…”
“A, sahi… Ne olur? Bir daha isterim. Kambur cömerde benziyor… (kahveciye) Baksana civanım…”
Kambur: “Buyurun elmasım…”
Kadının biri, öbürüne:
“Baksana şu musibete! Bir lokma ekmekle bir köftecik verdi. Şimdi terbiyesiz terbiyesiz arsızlanıyor…”
Köfte isteyen kadın: “Kahveci birader. Köfteni hepimiz yedik de çocuğa vermeyi unuttuk. Şimdi mızmızlanıyor… Şöyle yarım tanecik olsun daha verirsen büyük sevaba girersin.”
Kambur kahveci bu defa biraz kaşlarını çatarak dükkândaki çırağına:
“Ulan Sadık, bir dilim ekmek al gel! Parasız müşterilerin iştahları arttı. Kendileri yemişler, çocuğa tattırmayı unutmuşlar. Yavrucak şimdi mızmızlanıyormuş. Bak, hanımlara sor. Köftenin üstüne kahve, nargile de istiyorlar mı? Laleli’den tramvay bir ayak evveli imdada yetişip de buradaki kalkmazsa kasaba bir okka köftelik kıyma daha ısmarlamalı. Bu yetişmeyecek.”
Kadının biri: “Baksanıza, zevzek kambur neler söylüyor?”
Köfte isteyen hanım: “Bakma kardeş, öyle söyler o… Zevzektir ama kalbi pek iyi bir adamdır.”
Bir dilim ekmeğin üstünde köfte gelir. Çırak Sadık, dilimi uzatarak:
“Ustam selam etti, yeni gelmiş imrenenler varsa köfteyi ekmeğe sürtsünler, sürtsünler de et niyetine yesinler… Köfte bitti, tadamayanlar avuçlarını yalasınlar, dedi…”
Kadın: “Hoşt köpek! Ustan öyle şey söylemedi, sen uyduruyorsun!”
Çırak ustasına bağırarak:
“Usta! Selamını söyledim… Avuçlarını yalasınları anlattım. Hanım inanmıyor. Çakar almazlıktan geliyor…17 Köfteyi kendi kapıyor da bana ‘hoşt’ diyor!..”
Kambur: “Öyleyse kasaba söyle, bir iki okka veresiye kıymalık göndersin. İşte herkes görüyor ki para ile satmıyoruz. Fisebilillah dağıtıyoruz… Mevlitlerde şeker, kandil gecelerinde su dağıtıldığını âlem bilir ama böyle kahveden köfte sebil edildiğini şimdiye kadar kim görmüş?”
Çırak Sadık, tramvayın içinde bir köftenin altı yedi kadına dağıtılış şeklini merak ederek oradan ayrılmaz. Pencereden içerisini dikiz eder. Kadın, köftenin yarısını çocuğa verdikten sonra isteği olup olmayanları anlamak için etrafa şöylece hafif, kısa bir sorgu bakışı attıktan sonra kalan yarısını da kendi ağzına atıverir. Kadının bu oburluğu öteki hanımların gülümsemelerine, kahkahalarına, homurtularına sebep olur. Çocuk, köfteyi çiğnemeden yutup hemen annesinin eteğine sarılarak: “Anne, ben köfte isterim… Hiç doymadım ki…”
Karşıdan zenci kadın, çocuğa gene tokat işareti ederek kendine mahsus o dolambaçlı söyleyişiyle:
“Sani Allah doyorsun! Ben bu Hasene kızın doyduğu hiç gormadi. Koftacini arkasındaki o kamburunu yese bu kız gene doymaz, gene doymaz… Vesile Hanım şamarı ur ağzına da sussun bu yumurcak…
Çırak, ustasına bağırarak:
“Usta!.. Çabuk, çabuk… Dükkâna kaç… Hanımlar doymamış, senin kamburunu yiyeceklermiş…”
Kahvecinin yanındaki peynirci, dükkândan başını uzatarak ropdöşambır gibi arkasına giydiği, aslında beyazken şimdi insanın bir türlü rengini tayin edemediği o kirli urbası içinde güle güle:
“Yok… Yok… Arif’imin kamburuna dokunmasınlar. O, onun semeridir. Yaraşığıdır. Sonra bütün tuhaflığı, kamburuyla beraber gider. Bizim Arif, kamburu olmayıncak kaç para eder ki?”
Kambur Arif, Zeybek oynar gibi mangal başından bir fırlar. Maşalı elini havaya kaldırıp belini kıvırarak:
“İşte bak buna kızarım. Köftem afiyet olsun. Lakin pisboğazlığın lüzumu yok! Kamburuma sulanmasınlar. O benim babamdan kalma altın çekmecemdir. Hırsızlardan kurtarmak için üç bin liraya sigortaya koydum. Fakat sihirlidir, afsunludur. Bizim moruk bana bu mirası bırakırken içinden bir altınını bozdurup harcayamasın diye bedduada bulunmuş… Sırtımda bir sandık lira taşıyorum da gene züğürtlükten ölüyorum. Bugün nasılsa elime bir avuç kıyma geçti. Ona da seksen ortak çıktı!
Kamburum sigortalı
Sevgilim Tatavlalı
Bu beyti işte ben düzdüm. Şaire okudum. Bunun veznesi kafulesine uymamış dedi. Ben aftosla18 uyuştuktan sonra lafın