Şıpsevdi. Hüseyin Rahmi Gürpınar. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6486-25-6
Скачать книгу
Köpek, avını ağzına attıktan sonra kısmetin küçüklüğünü, dişlerine hiçbir şey dokunmadığını anlatmak için küçümser bir yüz buruşturması içinde gözlerini kısarak çiğner. Av ne kadar küçük olursa olsun “Küll-i dâhilün yenfa.”13 hükmünü yayan, bulduğuyla geçinmeye alışık bir filozof olduğunu göstermek için yanından geçen ufak tefek sineklere karşı hiç de tenezzülsüzlük tavrı takınmaz. Hep ağız açarak tutmaya saldırır. Fakat kısmet bu… Her zaman kolaylıkla ele geçmez. Boşuna çene salladığı da çok olur.

      Köpeklerin iştahlı dişlerinden kurtulan sinekler gene ızgaralar tarafına ve bu gönül açıcı bahçelerde kahve içen müşterilere dağılırlar. Tabiat sineklere, mikroplara kolay beslenme bakımından bağışladığı saadeti öteki yaratıklardan pek azına nasip etmiştir. İnsanlığın hırsızlık hakkında koyduğu şiddetli kanunlardan bu haşerat muaftır.

      Çünkü aklı erenlerden hiçbiri yürürlükte olan kanunları bunlara kadar yaymak ve tatbik etmek imkânını keşfedememiştir. Bu seçkin mahluklar için bütün aşçı, sütçü, tatlıcı, manav dükkânlarından erzak toplamak mübah gibidir. Müşterilerin gönüllerini bulandırmamak için bu esnaftan bazıları şişe kapanlar, eczalı kâğıtlar, tozlar gibi yok edici vasıtalarla bunları öldürme yolunu düşünürlerse de çoğu bu konuda kayıtsız bulunur. Çünkü bu haşerat tatlıdan, ekşiden, nefis yiyeceklerden ne kadar ziftlenseler yedikleri şeyler tartıda, ölçüde hiç belli olmaz. Mesela bir üzüm küfesini beş yüz arı, sinek istila ederek birkaç saat tıkınsalar, üzümcü tartıda gene bir şey kaybetmez. Gayet ustalıklı yalar yutarlar. İşte bunun için esnafın çoğu bunların üşüntülerine pek aldırmazlar. Hücumlarından pek bezgin hâle gelirlerse bir iki defa sineklik sallamakla da yetinirler. O anda tartıda, ölçüde bir eksilme görülmüyor ama bu kanatlı haşerat her çeşit çöpten, pislikten kalkıp yenecek şeylere konarak bazı hastalıklara sirayet vasıtası oluyorlar. Bundan sağlık için birçok tehlike peyda oluyor. Bu fenalıktan esnafın haberi yok. Bu çeşit mahlukların kayıt ve inzibat altına alınması kabil olamadığı için bunlar dünyada her şeyin tadına bakmak gibi tabii bir imtiyazla her tarafta dolaşır dururlar. Bazen kaynar çorba tenceresinde can verenler, köpeklerin ağzına düşenler, başka kazalara uğrayanlar da olur ama bu hadiseler devede kulak. Benzerlerine tesir edecek bir ibret derecesinde sık görülmüyor.

      Sözün ipini başka vadilere kaçırmadan şunu faydalı bir tembih olarak arz edelim ki bilginlerin sözüne göre mikroplar, geçim kolaylığı bakımından, sineklerden daha talihliymişler. Çünkü sinek, arı, karınca nevinden haşerat paylarına düşen erzakı ele geçirmek için etrafı dolaşarak bunları toplamaya uğraştıkları, yani bir dereceye kadar geçim derdine bağlı kaldıkları hâlde mikroplar, bulundukları yeri yiyerek araştırma zahmetine katlanmadan yaşarlarmış. Allah korusun, böyle üşüşüp yedikleri yerden hayır kalmazmış. Tanrı kullarını bunların şerrinden korusun, âmin.

      Sinekler, bu ızgara civarındaki kahvelerin önlerinde keyif çatan zevk sahiplerinin üzerlerine saldırırlar ama bunların kimlerden meydana geldiğini söyledik ya… O güzel yerdeki serinlikten, güzel kokulardan istifade edenler tramvay arabacıları, kondüktörleri, kılavuzlarından ibarettir. Bunlar, o koca çizmeli ayaklarını yarım arşın ileriye uzatarak ufak bir yoğurt kâsesi iriliğindeki okkalı kahve fincanlarını höpürdeterek keyif yetiştirirler. Zavallı kahveci on, hatta beş paraya böyle kâse kâse kahve satar ama bunun neresinden ve ne miktar kâr eder, bilinmez.

      Sinekler bu ağaların orasına burasına konar. Lakin bunların elleri o kadar nasırlanmış, yüzleri o geçim zahmetlerinin soğuk ve sıcak havasıyla öylesine sertleşmiştir ki sinek gezintisi bunlara vız gelir. Bir şey hissetmezler. Sinekler o köseleleşmiş enselerde, o pösteki-leşmiş yanaklarda, o abanozlaşmış parmaklarda rızıklarını sağlayan taneler toplamak üzere bir iki kolaçan ederler. Fakat hiçbir tarafa diş geçiremezler. Çünkü tramvay idaresi bunlardaki öz suyu o gündelik meşakkatlerle kurutmuş gibidir. Sinekler hiçbir cihete hortum işletemeyince kahve fincanına arsızlanmaya başlarlar. Kenarında bir iki piyasa filan derken ayakları mı kayar, nasıl olur, cup içine düşerler. Bunun kaza olduğuna kimsenin şüphesi yok. Çünkü yaşamaktan bezerek intihara kalkışacak kadar yüksek fikirlerin henüz sineklerde bulunmadığını herkes bilir. İntihar ekseriya geçim darlığı yahut sevginin verdiği üzüntü yüzünden ileri gelir. Avrupa’da, hususiyle İngiltere’de bazı lordlar, kontlar gelirlerinin çokluğuna karşı harcayacak yer bulamamak sıkıntısıyla intihar ederlermiş… Bu rivayetler bize yalan, hatta rüya gibi gelir. Çünkü Doğu cihetlerinde mesele bütün bütün tersinedir.

      Zavallı sinek, içinde kahveden ziyade kaynatılmış arpa suyu bulunan o koyu renkli sıcak havuza düşünce kendini kurtarma ümidiyle vızır vızır en keskin yardım naraları atmaya başlar. Maalesef boru sesiyle işitme inceliğinden kendinde eser kalmamış olan tramvay ispiri bu vızıltıyı duymaz. Kazazede, son ümitsiz gayretiyle debelene debelene canını kurtarmaya çalışırken birinciden büyük bir kazaya uğrar. İspir, fincanı höpürdetir. Çok defa sinekçeğiz ilk nefeste gırtlağa iner. Oradan, uğurlar olsun, ikinci istasyonda mideyi bulur. Arabacı, kahve yudumu içinde yabancı bir madde olduğunu pek nadir hisseder. Dilinin ucuyla boğulanı dışarıya çıkarır. Parmağına alır. Kazazede siyah yahut yaldızlı, parlak neviden midir? Sakırga mıdır, nedir? Hüviyetini incelemeyi hiç merak etmeksizin bir fiskeyle biçareyi karşıya fırlatır. Fakat o sinekte de artık hayır kalmaz.

      Bu boğulma olayı bir fincanda bazen iki üç defa tekrarlanır. Ama müşteri aynı kayıtsızlıkla sinekleri ya yutar ya çıkarır. O kadar küçük bir şeyden tiksinmeye düşmek münasebetsizliğinde bulunmaz. Bu hâli pek tabii görür. İğrenmeye kalksa kimi mesul tutmalı? Havadaki sinek, fincana düşmüş… O kahveyi mundar saymak lazım gelse kahve içmekten vazgeçmekten başka çare kalmaz. Çiftini on paraya ufak kâse büyüklüğündeki fincanlarla kahve içip de her sinek düştükçe fincanların içindekini yenilemeye kalkışmak pek insafsızlık olur, değil mi? Ama herif içine arpa katıyormuş. Arpa bedava mı? Onu yemeye hak kazanabilmek için tramvay beygirleri ne azap, ne yorgunluk çekiyorlar! Kira hayvanları hep bu lezzetli nimeti yemek hayaliyle nal parçalıyorlar da biçarelerin içinde sahiplerinin avuçlarından bunu koklayabilenler akranları arasında talihli sayılıyorlar.

      Arabacı üç beş dostuyla bir iki söz edip birkaç sinek yutuncaya kadar hareket etme nöbeti gelir. O kirli kahvenin içilme müddeti, bu adam için, tramvay ispirliği gibi kuvvet tüketen bir işin bitmez tükenmez seferleri arasında nasıl gönül okşayıcı bir fasıla teşkil eder, bilseniz! Zavallı, ayağa kalkar, dirseklerini kıvırıp kollarını uzatarak bir iki gerinir. O kısa dinlenme ve o acı kahveyle yeni bir seferin meşakkatlerine göğüs gerebilmek için gerekli kuvveti kazanır. Ağır, bir bakıma gururlu adımlarla yürür. Kendine ait yere çıkar. Boynundaki borusunu düzeltir. Kırbacını yoklar. Terbiyeleri eline alır. Kulağı kondüktörün çalacağı düdüktedir. O koca oda kadar araba, öndeki dört hayvanın gayreti, bu adamın himmetli kırbaçlarıyla o yokuşları çıkıp inecektir. Bu beş mahluk birbirleriyle o derece kaynaşmıştır ki aralarında hususi sesler ve işaretlerden yapılma bir çeşit lisan peyda olmuştur. İcabında kamçının o şakırtılı ucu belagatli ve tesirli cümleler söyler. Dikkat edilse hayvanların da aynen arabacı gibi, hareket için öttürülecek düdük sesini bekleyerek kulak kabarttıkları görülür.

      Düdük ötünce beşi birden gayretle vazife görmeye girişirler. Geçim derdi o adamı bu hayvanların gördüğü işin başına geçirmiş. Biri sürecek, ötekiler çekecekler. Kaderin hikmeti bunları işte ortak etmiş. İspir yaşamak, belki birkaç çocuğunu da yaşatmak için kırbacı eline almış, o esirliğe mahkûm hayvanları yürütüyor. Ekmek parası sağlamaya uğraşıyor. Düdük ötünce bunun yürümeyi emrettiğini


<p>13</p>

İçeriye giren her şey faydalıdır. (e.n.)