İşte konağın iç taksimatı şundan ibaret olup bütünü ile bu bina, bahçenin tam orta yerinde bulunurdu ki ahır dairesi ve uşak vesaire odaları dahi dışarıda idiler.
Alfons’un serveti, yukarıda söylenilen konaktan ve denizde gezip dolaşan on beş yirmi gemiden başka, nakit olarak da yüz bin taler1 derecesinde olup bu kadar servete karşılık aile halkı denilebilecek kalabalığı ise kendisinden ve bir de kızı Cuzella’dan ibaretti. Lakin karada oturmak sebebiyle dairesinde seyis, uşak ve bahçıvan on on beş kişi kadar adam bulunduğu gibi konağın içinde dahi bir aşçı ve bir sofracı ile birisi kendisinin, diğeri de kızının olmak üzere iki kız hizmetkârı dahi vardı.
Bizim hikâyesine başladığımız vakitte Cuzella tam on altı yaşında idi.
Bu kızın Avrupa ve Asya’nın her taraflarındaki dilberlerinde dahi bulunabilen uzunca boy, gayet latif endam ve beyazca teninden başka iri ve siyah gözleri, enli ve gür samur kaşları, biraz çekme burun, ortaca ağız ve her yüreğe mutlaka tesir eden bir güzellik cazibesi, hemen yalnız İspanyol kızlarına mahsus olan meziyetlerden sayılıp bu meziyetlere nail olmak hususunda Cuzella akranına nispeten birkaç derece üstündü.
Yaratılışında sadeliğe ziyadesiyle meyil ve düşkünlük vardı.
Bunun için yaz mevsimlerinde çoğu zaman açık mavi ve kış mevsimlerinde de genellikle siyah renkli fistanı üzerine renk ve süs olarak hiçbir şey ilave etmeyip koyu kumral ve gür saçlarını dahi kuru kuruya taradıktan sonra, fistanı renginde bir kurdele ile orta yerinden boğarak arka tarafına tel tel sallandırıvermek daimî bir hâli idi.
Bir dereceye kadar İtalyanlarda ve hemen bütün İspanyol kızlarında bulunan titrek ve gevrek bir sesin en tatlısına Cuzella sahip olduğundan lakırtısını kim işitse sesinin letafetine doyamazdı. Hâlbuki Cuzella’da nutuk ve hitap için pek büyük bir istidat olmadığı gibi okumak suretiyle fikrine dahi genişlik vermiş olmakla söz söylediği zaman, meram etse karşısındaki muhatabı kendinden geçirmek dahi elinde idi.
Cuzella için “okuyarak ve bilgisini arttırarak fikrine genişlik vermiş” dedik. Onun öğrendiklerinin derecesini yalnız bu iki lakırtı ile tarif edebilmiş olacak mıyız?
Bu kız, yaratılıştan pek zeki olmakla beraber daha kendisi beş altı yaşında iken annesi, babası elinde kazaya uğrayıp yetim kalmış ve bunun için o zamandan itibaren talim ve terbiyesi iki rahibeye havale edilmişti.
Bu rahibelerden Sipros namında olan birisi Katolik olmakla beraber İngiliz lisanına aşina ve her şeye meraklı bulunduğundan birçok Protestan kitapları ve birtakım da filozof eserlerini okumasıyla fikir hürriyetini ve inanç genişliğini bile Cuzella’ya layığıyla anlatmıştı.
Rahibe Sipros’un ne kıratta bir kadın olduğunu nazarımızda tayin edebilmek için macerasının sonunu duysak kâfidir.
Biçare kadıncağız, tabiat kitabının hangi yaprağı açılsa dünyadaki düzenin sürüp gitmesi bütün canlıların cinsî temasına bağlı olduğuna dair bin delil görüldüğü hâlde, rahip ve rahibelerin evlenmekten menedilmesine hiçbir mana verememişti. Kendisi ise her kanunu aslında tabiatın koyduğu ve bundan sonra başka kanunların bu esas üzerinde konulduğu fikrinde olmakla gönlünü politikacılardan bir adamı sevmekten bir türlü alıkoyamadı. Sevdiği adam da doğrusu sevilecek bir adamdı. İkisi arasında evlenme kararlaşıp Sipros da bir kolayını bularak rahibeliğinden yakayı kurtaracağı zaman, sevdiği adamcağızın ansızın hükûmet tarafından yakalanıp kurşuna dizilmesi üzerine kız da verem olarak, öğrencisi Cuzella’yı arkadaşı Marie’ye ve dünyanın varını yoğunu dahi yine dünyada kalanlara terk ederek ahirete göçmüştür.
Şimdi rahibe iken bilgi yolu ile bu derecede bir fikir hürriyetine sahip bulunan bir öğretmenin yetiştirdiği bir kızın ne kadar fikir serbestiliğine sahip olacağı düşünülürse Cuzella’nın mahiyeti bir kat daha anlaşılır.
İkinci öğretmeni olan Marie ise kendi dili olan İspanyol dilinden başka, Fransız, Latin ve Yunan dillerini dahi pek iyi bilir; her ilmin âlimi, her fennin mahiri, ellisini geçmiş bir kadın olmakla, Cuzella’nın tahsilinde çok gayret edip hâlâ da haftada iki defa gelir, dersini verirdi.
İşte Cuzella bu iki mürebbiyenin terbiyesinde yetişti. Kendi lisanının pek mahir bir yazarı ve hatta orta derecede bir şairi olduktan fazla Fransızcayı dahi kusursuz tahsil etmişti. Gerçi ilimlerin henüz ilk bilgilerini görmüştü.
Ancak kendisine ilimlerin ilk bilgilerinden başka bir şeyin lüzumu olmayıp asıl merak ettiği dinler biliminde ve felsefede ise lazım olan derecenin bile üstüne çıkmıştı. İşte Cuzella’nın öğrenimi ve bilgisi bu derecede olup güzel söz söylemekte anadan doğma olan istidadını böyle bir tahsil ile daha da genişletmişti.
Kız, babasının dünyada tek evladı olmasından başka, kendi soy adının da yegâne sahibi ve bunca servetin de tek vârisi idi. Velhasıl Alfons’un dünyada ikinci yarısı olduğundan bildiği gibi yaşamasına kimse müdahale edemezdi. Limanda iki direkli gayet zarif iki çektiri, karada birkaç araba ve atlar kızın emrine hazır olup yaz mevsiminde mehtaplı gecelerde genellikle pederi ile beraber denize çıkar ve bazı kere civar adalardan birisine kadar seyahat ederdi. Şu kadar var ki böyle büyük seyahatlerden birisine çıkarken çektiride bulunan muhafızlardan başka konaktan dahi birkaç silahlı uşak onunla birlikte bulunurlardı.
Cuzella’nın kütüphanesinde en büyük filozofların eserlerinden al da eğlenceli kitaplara kadar her nevi kitap ve risalelerden bin beş yüz parça kadar şey mevcut olup bunlardan başka özel müzesindeki tuhaf ve az görülür şeyler de pek çok müzelerde bulunur şeylerden değildi.
Kendisi, kapıdan girildiği zaman zemin katındaki sağ tarafa isabet eden odada ikamet ederek onun üzerinde bulunan ve gizli bir merdivenle çıkılan oda dahi Cuzella’nın odasından sayılırdı. Hoş, bütün konak kendinindi ya! Lakin bu iki oda daimî ikametgâhı gibi sayılırdı. Kapıdan girince sol tarafta kalan oda ile onun üstündeki oda dahi babasının dairesi addolunurdu. Bunları kaydetmekten muradımız, kızın ikametgâhına kendi izni olmadığı hâlde ne babasının ve ne de başka bir kimsenin giremediğini haber vermektir.
Kütüphane ve müze ile karada ve denizde gezip dolaşmak ve hele bir bitki müzesi denilmeye layık olan koca bir bahçe varken Cuzella’nın hiçbir şeyden canının sıkılmaması gerekir. Zaten canının sıkılmasını gerektirecek kadar yaşını başını almış değildi ya… Hem dış görünüşüne bakılırsa yukarıda söylenen eğlenceler ile kendisini ziyadece meşgul ediyordu. Ancak beş altı aydan beri kızda bir nevi iç sıkıntısı eserleri görülüyor ve eline her neyi alsa kendisini eğlendiremediği ve mümkün mertebe kitap okumakla vakit geçirebildiği müşahede ediliyordu. Fakat kızın bu hâline tabii önceleri dikkat olunamadı. Ta yemekten yemeğe odasından çıkıp geri kalan vaktinde elinden kitabı düşürmeyecek ve hatta bazı kere sofraya dahi kitapla beraber gelecek dereceye vardıktan sonra babası, “Kızım, okumak ile niçin bu kadar kendini yormaktasın? Biraz da gezip yürüsen ya?” deyip de kızdan pek yavan cevaplar aldığı ve âdeta okumaktan başka hiçbir şeyin elemlerini dağıtamayacağını Cuzella sezdirdiği zaman pederi kendisini sürekli bir dikkat altına almaya mecburiyet gördü.
İşbu elemlerin sebebi henüz kimseye malum olmadığı hâlde biz burada, o hususa dair biraz malumat verebiliriz. Şöyle ki:
Kızın hâline durgunluk gelmezden altı ay önce, yine İspanya’nın Cadiz şehrinden hava değişimi için Pavlos adında bir delikanlı Cartagena’ya gelmişti. Rivayete göre bu delikanlı, Cadiz şehrinin en büyük tüccarlarından imiş. Biz de “rivayete göre” diye işi pek hafif tuttuk. Pavlos denilen, âdeta Akdeniz kıyılarının hemen her tarafında meşhur bir isimdi.
Her