Michelangelo, her gününü Floransa tarihinin bir parçası olmaya layık bir heykel tasarımının üzerinde çalışarak geçirdi. Eski Roma dönemine kadar heykelciliğin tarihini incelemiş, aletlerini cilalamış ve sokaktaki yüzlerce insanın karakalem çizimlerini yapmıştı. Yığınlarca çizim yaptı. Aklına gelen çizgiler müzik gibi parmaklarından akıp gidiyordu. Yaz sonuna doğru elleri, elinden hiç bırakmadığı için kalıcı olarak kırmızı tebeşire bulanmıştı.
O, ne kadar çok çalıştıysa babası da o kadar çok öfkelenmişti. Lodovico, düzinelerce çizimi şömineye fırlatırken “İblis!” diye bağırmıştı. “İçindeki şeytanı çıkarması için bir papaz çağıracağım.” O günden sonra Michelangelo çizimlerini yastığının altına koyup uyumuştu.
Sonunda toplantının yapılacağı gün gelmişti. Michelangelo o sabah erkenden kalktı. Bulutsuz masmavi gökyüzüyle sıcak bir yaz günüydü. Açık pencereden hafif bir esinti, masal gibi içeri süzülüyordu. Güzel hava iyiye işaretti.
Kardeşleri kahvaltı için çoktan alt kata indiklerinden Michelangelo odasında tek başınaydı. Üzerinde uyuduğu ot döşeğin üstünde diz çöktü, çok beğendiği üç çizimi seçip jüriye sunmak üzere yeni cilalanmış aletleriyle birlikte deri omuz çantasının içine koydu. Sonra dolabın içindeki elbise yığınına uzanıp gizlice zulaladığı bir sürahi su, sabun bezi ve hoş kokulu Cenova sabununu dışarı çıkardı.
Kalbi gümbür gümbür atıyordu. En son bir hafta önce banyo yapmıştı. Bu kadar kısa arayla yıkandığını görse babası çok öfkelenirdi. Michelangelo, ayda bir yıkanma konusunda babasıyla aynı düşüncedeydi. Banyo yapmak insanı hasta etmekle kalmıyordu, onlara göre Tanrı vergisi kiri suyla yok etmek günahtı. O gün yine de kuralları bozmak niyetindeydi. Leonardo, şüphesiz, toplantıya şık elbiseleri ve leylak kokan parfümüyle gelecekti. Michelangelo, yaşlı ressamın galip gelmesini istemediğinden yıkanma bezini suya batırıp saçları dahil her tarafını sildi.
Banyodan sonra kurulanıp yeni siyah tuniğini giydi üzerine. Bu kumaşı almak için elinde kalan son kuruşunu da kullanmıştı. Büyükannesi de gizlice bu tuniği dikmişti onun için. Bugünkü toplantıya eski püskü elbiseleriyle gitmeyecekti. Çatlak ve tozlu bir aynada kendine baktı. Yakışıklı görünmeyecek kadar yamuk bir burun ve geniş bir alına sahip olmasına rağmen yeni tunik gömleği üstüne mükemmel oturmuş ve koyu saçları itinayla taranmıştı. Eskimiş deri çantası bile çok farklı duruyordu üstünde. Temiz ve diri beyefendilere benzemişti. Leonardo’yla karşılaşmaya hazırdı.
Uzaklardan kilise çanları duyuldu. Katedrale gitmek için daha on beş dakikası vardı. Zamanı çoktu. Bu yeni görüntüsünü ailesine fark ettirmeden evden sıvışmak umuduyla Michelangelo sessizce kapıyı itti ancak açılmadı. Omuzuyla itti ama yine açılmadı kapı. Ağır ahşap kapıyı zorladı ama açamadı. “Lanet olsun!” dedi öfkeyle.
“Sakin ol,” diye seslenişini duydu babasının, kapının öbür tarafından. “Evdeki eşyaların yarısını kapının önüne yığdık.”
Michelangelo’nun midesi bulanmaya başladı. İçeride kilitli kalamazdı. Hele bir de bugün. “Kapıyı açın!” diye bağırdı öfkeyle.
Kapının diğer tarafından hiçbir yanıt gelmedi. Michelangelo o an, babasının altın sikke üzerine basılmış imparator yüzü kadar kesin kararlı ifadesiyle mobilya yığını arasında uzanmış halini gözlerinin önünde canlandırdı.
“Eğer vaktinde oraya yetişemezsem bana bu görevi asla vermezler.”
“Sana söyledim. Oğlumun yoksul bir duvar işçisi olmasına asla izin vermem.”
Birkaç dakika boyunca Michelangelo’nun bağırıp kapıyı tekmelemesine rağmen Lodovico yerinden kımıldamadı. Michelangelo yere çöktü. Duccio Taşı’nın ellerinin arasından kayıp gittiğini düşünürken gözlerine yaşlar birikti. Şimdi o kendini beğenmiş Leonardo, mücadele etmeden görevi alacaktı. Taş daha iyilerine layıktı.
Ayağa kalkıp başka kaçış yolu bulmak için odayı incelemeye başladı. Tek seçenek, duvarın üstündeki tek, ufak pencereydi.
Yatağı pencerenin altına çekip daha iyi incelemek için üzerine çıktı. Ahşap panjurları kolayca çıkarabilirdi ama içinden geçemeyeceği kadar dardı. Bunu başarsa bile zeminden iki kat yüksekteydi. Eğer düşerken bir hata yaparsa bacağını kırabilirdi.
“Baba? Bırak gideyim, lütfen,” diyerek son kez şansını denedi.
“Asla.”
Michelangelo burnundan soluyarak çekiç ve keskisini çantasından çıkarıp pencere kenarına yerleştirdi. Çıkan gürültüye aldırış etmeden duvarı yontmaya başladı. Ne yaptığını fark etmesi babasının fazla zamanını almadı. Yeteneksiz biri o kalın duvarı kırmak için bir saat harcardı. Oysa Michelangelo taşı hızlı bir şekilde kesti. Onca darbeden sonra pencere çerçevesiyle iki taşı yerinden çıkardı.
Santa Croce’nin kilise çanları iki kez çaldı. Toplantı başlamak üzereydi. Bir hayli gecikmişti. Başını dışarı çıkardı. Epey yüksekte olduğunu gördü. Eğer pencereden sarkabilirse düşüşünü yavaşlatmasına yardımcı olabilecek çamaşır iplerine tutunabilirdi. Çamurlu zemin düşüş etkisini azaltacaktı, ama yeni temiz elbiselerini kirletecekti.
Giovansimone, alt kat penceresinden “Dışarı çıkıyor!” diye bağırdı.
Babası küfredip kapının önündeki mobilyaları çekmeye başladı. Evin içerisinde ayak sesleri duyuluyordu. Bütün aile kaçışını önlemek için teyakkuza geçmişti. Onca çamura rağmen gitme zamanı gelmişti.
Michelangelo ayaklarını pencereden çıkarıp elleriyle pervaza asıldı. Üç kol boyundan daha fazla bir mesafede rüzgârda sallanan çamaşır ipine tutunma şansı yoktu. Pencereden sarkarken aşağıya atlamak, Duomo’nun üzerinden atlamakla aynıydı sanki.
Çöplerini pencereden fırlatan sokağın karşısındaki yaşlı bir kadın, evden dışarıya sarkan Michelangelo’yu izlemek için durdu.
Lodovico, sonunda yatak odasına girerken “Michel!” diye bağırdı. Oğlunun pencereden sarktığını gören yaşlı adam nefesini tutarak “Lütfen, bırak da sana yardım edeyim,” dedi.
Lodovico oğlunun kolunu tutmak için uzandığında Michelangelo, kendini aşağıya bıraktı. Düşerken yukarı baktığında, ağzı açık “Hayır!” diye bağıran babasını gördü. Michelangelo babasının, düştüğünden dolayı mı yoksa kaçtığından dolayı mı üzgün olduğuna karar veremedi.
Düşüş etkisini azaltmak için dizlerini kıran Michelangelo yine de sert bir iniş yapıp çamurlu yolda yuvarlandı. Neyse ki hiçbir kırığı yoktu.
“Durdurun şunu!” diyerek evden fırladı Giovansimone.
Michelangelo ayaklarının üzerinde doğrulup yokuş aşağı yalpalayarak koşmaya başladı. Ailesi arkasından bağrışıp durdu ama mermer oyarak geçirdiği yıllar onu kardeşlerinden daha güçlü kılmıştı, bu yüzden hepsini açık ara geride bıraktı ve köşeleri ardı ardına dönerek katedrale doğru koşturmaya devam etti. Durup üzerindeki çamuru temizlemeye vakti olmamasına rağmen deri omuz çantasına baktığında çizimlerine hiçbir şey olmadığını fark etti. Çizimlerinin dış görüntüsünü