Ağlamaya başladı. Gerilen sinirleri boşanmıştı bir anda. Tek bir yerde uzun süre kalamayan düşünceleri gezinip durmaktan yorulmuştu. Üşüdüğünü hissediyordu. Ama sadece bedeni değildi üşüyen, ruhu da üşüyordu. Yalnızlık ne kadar soğuktu… Göz kapakları ne kadar ağırdı… Gözlerini açık tutmak ne kadar zordu…
Uyuyakaldı.
Uyandığında her tarafı buz kesmişti. Üstünde kuruyan giysilerinin ıslaklığı içine işlemişti sanki. Bir sünger gibi çekmişti bedeni bütün nemi. Titreyerek doğruldu. Etrafına bakındı. Bulutlar dağılmıştı. Güneş tam tepedeydi. Ne kadar zaman geçtiğini düşününce paniğe kapıldı Umut. Kolundaki saate, geçen sene babasının kasabadaki saatçiden aldığı saate baktı. Saatin ikiye yaklaştığını gördü. Tam yedi saattir oradaydı. Okuldan bir buçuk saat önce çıkmış, eve çoktan varmış olması gerekti. Şimdiden yarım saat geç kalmıştı. Anası da öğretmeni gibiydi. Geç kalınmasına tahammülü yoktu. Üstüne üstlük evhamlıydı. Umut korkuya kapıldı yine. Anası ya onu aramaya çıktıysa, ya okula gittiyse, ya Umut’un o gün okula hiç gitmediğini öğrendiyse…
Korku içinde eve döndü. Hem oturma odası hem de yatak odası olarak kullanılan küçük salonun boş olduğunu, sobanın da yanmadığını görünce korktuğunun başına geldiğini sandı. Anası gerçekten de onu aramaya çıkmıştı galiba. Biraz sonra eve dönecek, kıyamet de o zaman kopacaktı.
Topu topu iki göz odadan ibaret evin diğer odası anne ve babasının yatak odasıydı. Ama o oda kış günlerinde hiç kullanılmaz, üçü de bütün gün soba yandığı için sıcak olan salonda yatardı. Babasının ölümünden beri tamamen kullanıma kapatılmıştı yatak odası. Annesi eskiden yere serdiği şilteyi bile çıkarmıyor, Umut’un yattığı divanın kenarına kıvrılıp uyuyordu. Rahmetli kocasına ait, atmaya kıyamadığı ama görmeye de dayanamadığı eşyaları eski yatak odasına doldurup kapıyı kapattığı günden beri giremiyordu oraya. Bu yüzden, Umut o odaya bakmaya gerek bile görmemişti anasının evde olmadığı yargısına varmak için. Yine bu yüzden, oda kapısını açık, anasını da içeride, çeyiz sandığının başında bulunca çok şaşırdı.
Usulca odaya süzüldü. Anası geldiğini duymamıştı. Umut’un sandığının aksine, onun geç kaldığını bile fark etmemişti. Kudurmuş bir halde Umut’u arıyor filan değildi yani. Gayet sakin gözüküyordu. Orada öylece durmuş, elinde tuttuğu bir tomar parayı sandığın içine saklamakla meşguldü. Umut şaşkın gözlerle bir anasına bir paraya baktı. Aslında çok fazla değildi, ama hayatında hiç o kadar parayı bir arada görmemiş olan Umut’a çok fazla gözüktü.
“Ana… O ne?” diye sordu şaşkın bir sesle.
Annesi irkilerek başını kaldırdı. Yüzünde acı dolu bir ifade vardı. Gözleri dolmuştu. Umut’a sanki onu görmüyormuş gibi bakıyordu. Cevap vermeden başını tekrar indirdi. Paraları sandığın içine, kullanılmayan dantel örtülerin altına sakladı. Sandığın kapağını kapatıp doğruldu. Ancak o zaman Umut’a tekrar baktı ve az önceki sorusunu yanıtladı.
“Tekneyi sattım.”
Sesi de yüzü gibi acıydı.
“Babamın teknesini mi?”
“He ya. Başka teknemiz mi var?”
Umut, boğazını bir yumrunun tıkadığını hissetti.
“Ama… Hani vermeyecektin babamın hiçbir şeyini?”
Anası birden sinirlendi.
“Keyfimden mi verdim!” diye bağırdı.
“Ya niye verdin?”
“Vermeyeydim de acımızdan gebere miydik? Bir aydan beri konu komşunun eline bakıyoruz! Başımızı sokacak şu ev de olmasa yanmıştık!”
Umut hiçbir şey söyleyemedi. Gerçekten de babası öldüğünden beri nasıl geçindiklerini, bundan sonra da nasıl geçineceklerini hiç düşünmemişti. Öyle ya, ne bir tarlaları ne de bir dükkânları vardı. Babası ekmeğini denizden çıkarırdı. Bütün varlıkları, bir şu dededen kalma ev, bir de babasının “Umut” adını verdiği küçük tekneydi. Anası tekneyi satmayıp da ne yapacaktı… Umut başka çare olmadığını anlıyordu anlamasına da, yine de içini acıtmıştı bu haber. Çok severdi o tekneyi. Hep büyüyünce babası gibi balıkçı olacağını, o tekneyle denize açılacağını, günlerini o teknenin içinde geçireceğini hayal etmişti.
Bu arada annesi söylenmeye devam ediyordu.
“Baban olacak adam o tekneden gayri bir çöp bırakmadı. Tekne de yok pahasına gitti zati. O para bizi taş çatlasa altı ay idare eder. Sonra ne halt edicez bilmem…”
Umut da bilmiyordu. Gerçeklerin ağırlığı altında ezilen aklı paramparça olmuştu. Hiçbir şey düşünemiyordu.
Parayı, hayallerin önünde dikilen kocaman, aşılmaz bir engel olarak görmeye o gün başladı işte. Korkularına bir yenisi daha eklendi. Para denen canavar, o geceden itibaren kâbuslarının başkahramanı haline geldi.
Büyük üzüntüler, sarsıcı olaylar, şoklar insanı tek başına hasta etmeye yeter. Bir de buna yağmur, soğuk ve korku eklenince hastalık hepten kaçınılmaz olur. Umut da, onu çok sarsan iki olayı peş peşe yaşadığı ve hem şaşırıp hem de çok üzüldüğü, yağmurda ıslanıp saatlerce soğukta kaldığı, korku yüzünden hemen eve dönemediği o tuhaf günün sonunda hasta oldu. Günlerce üşüdü, öksürdü, aksırdı, hapşırdı, yataktan çıkamadı, okula gidemedi. Öğretmenine söylemeyi planladığı bir günlük hastalık yalanı, bir haftalık bir gerçeğe dönüşmüştü.
Yatakta geçirdiği sıkıcı saatler, sıkıcı düşüncelerle geçti. Babasını, ölümü, o adamı, Filiz’i, bir de satılan tekneyle beraber kaybettiği hayallerini düşündü durdu. Uykuya daldığında da hep korkunç kâbuslarla boğuştu. Adı para olan canavarlar, kendini öldüren adamlar, kuduran denizler, batan tekneler gördü. Batan tekneler… Batan tekneler gördüğünde uyandı. O ana dek sormayı bile düşünmediği sorunun cevabını bulmuştu. Babası son kez denize açıldığında boğulmuştu. Ama tekne batmamıştı, sapasağlam duruyordu. Başka bir balıkçı onu bulup sahile getirmişti. Babası ise ertesi sabah kıyıya vurmuştu. Evet, o gün hava aniden bozmuş, fırtına çıkmış, deniz kudurmuştu ama tekne batmamıştı. Niye batmamıştı? Babası niye boğulmuştu o zaman?
Cevap açıktı. O, özellikle atlamıştı tekneden. Ölmek istemişti. Katili deniz değil kendisiydi. Umut, bir anda bütün açıklığıyla kavradı bu gerçeği. Ama yine de inanmak istemedi. Çok sevdiği babası bunu ona yapmış olamazdı. Niye yapsındı ki? Niye onu üzmek, yalnız bırakmak istesindi?
Aklına gelen bu korkunç ihtimalin doğru olamayacağını duymak istedi. Anasına sordu. Anası da ona saçma sapan konuşmamasını söyledi. Hiç olur muydu öyle şey… Teknenin niye batmadığını nereden bilsindi… Allah’ın işine akıl sır erer miydi… Umut rahatladı. Duymak istediğini duymuştu. Daha fazla kurcalamanın âlemi yoktu. Ama içinde uyanan şüphe yok olmamıştı. Sadece üstü örtülmüştü.
Pazar günü iyileştiğini hissetti. Evin içinde, bahçeye bile adımını atmadan geçirdiği günlerin acısını çıkarmak için hemen kendini dışarı attı. Güneşli, güzel bir sabahtı. Ilık bir rüzgâr esiyordu. Arkadaşsız, yalnız bir çocuk olduğu için zamanını tek başına geçirmeye alışıktı Umut. Kendi kendine oyunlar icat edebilir, diğer çocukların aksine kendi