İki çocuklu bir anne, kilise üyesi, diye geçirdi içinden. Bu genç kadın kendi isteğiyle ortadan kaybolamazdı. Tabii, eğer aklını kaçırmamışsa. Ya da herhangi bir tarikata girmemişse. İki çocuklu bir annenin ormana dalıp intihar etmesi pek rastlanılan bir şey değildi. Elbette bu tür şeyler oluyordu ama çok ender.
Wallander nelerin olabileceğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyordu.
Ya bir kaza olmuştu ya da Louise Åkerblom bir cinayete kurban gitmişti.
“Bir kaza olmuş olabilir,” dedi.
“Skåne’deki tüm hastaneleri aradım,” dedi Robert Åkerblom. “Hiçbir hastanede yok. Ayrıca başına bir kaza gelmiş olsaydı hastaneden beni mutlaka ararlardı. Louise kimliğini her zaman yanında taşır.”
“Arabası ne markaydı?” diye sordu Wallander.
“Toyota Corolla. 1990 model. Lacivert. Plakası MHL 449.”
Wallander tüm bunları not defterine yazdı.
Sonra da yeniden başa dönerek o gün öğleden sonra Robert Åkerblom’un, karısının yaptıklarına ilişkin her şeyi ayrıntılarıyla anlatmasını istedi. Birlikte haritaları incelediler ve Wallander içindeki huzursuzluğun arttığını hissetmeye başladı.
Tanrı aşkına, bu bir cinayet olmasın, diye geçirdi içinden. Cinayet dışında ne olursa olsun.
Wallander on bire çeyrek kala kalemini masanın üstüne bıraktı.
“Karınızın bulunmayacağını düşünmenizin bir yararı yok,” dedi, kuşkusunun belli olmamasını dileyerek içinden. “Olayı çok büyük bir ciddiyetle ele alacağımızı söylememe gerek yok sanırım.”
Robert Åkerblom yüzünü ellerinin arasına aldı. Wallander onun yeniden ağlamaya başlayacağından korktu. Birden karşısındaki bu çaresiz adama çok acıdı. Onu teselli etmek isterdi. Ama içindeki bu huzursuzluğu ve endişeyi göstermeden onu nasıl teselli edebilirdi?
Ayağa kalktı.
“Karınızın telesekretere bıraktığı mesajı dinlemek isterim,” dedi. “Sonra da Skurup’a gidip bankayla görüşeceğim. Evde size yardım edecek biri var mı?”
“Yardıma ihtiyacım yok,” dedi Robert Åkerblom. “Kendi işimi kendim halledebilirim. Louise’in başına ne gelmiş olabilir dersiniz, Komiserim?”
“Şimdilik hiçbir şey bilmiyorum,” diye yanıtladı Wallander. “Yakında evine döneceğinden eminim.”
Yalan söylüyorum, diye geçirdi içinden. Söylediklerimin doğru olduğunu hiç sanmıyorum. Yalnızca böyle ümit ediyorum, o kadar.
Wallander, Robert Åkerblom’la birlikte kasabaya gitti. Telesekreterdeki mesajı dinledikten ve genç kadının çalışma masasına ve çekmecelerine baktıktan sonra Björk’le konuşmak için bürosuna geri döndü. Kayıp kişilerin nasıl aranacaklarına ilişkin tüm talimatlar alabildiğine açık seçik olmasına karşın Wallander yine de her türlü kaynağın elinin altında olmasını istiyordu. Louise Åkerblom’un ortadan kayboluş şekli bir cinayet işlendiğini daha başından belli ediyordu.
Åkerblom Emlak Şirketi’nin bulunduğu yerde eskiden büyük bir market vardı. Wallander henüz genç bir polisken Malmö’den Ystad’a geldiğinde bu marketten alışveriş yapardı. İçeride birkaç masayla satılık evlerin fotoğraflarıyla ayrıntılarını içeren küçük notların yazılı olduğu pano vardı. Odanın ortasında büyükçe bir masa vardı, burada gelen müşterilere satılık evlerin ayrıntılarına ilişkin bilgi veriliyordu. Duvarda civar kent ve kasabaların haritaları asılıydı. Odanın hemen arkasında da küçük bir mutfak vardı.
İçeriye arka kapıdan girmişlerdi ama ön kapının üstündeki, “Bugün Kapalıyız” yazısı Wallander’in gözünden kaçmamıştı.
“Sizin masanız hangisi?” diye sordu Wallander.
Robert Åkerblom gösterdi. Wallander diğer masaya oturdu. Masanın üstünde bir ajanda, iki küçük kızın fotoğrafı, birkaç dosya ve kalemlik dışında başka bir şey yoktu. Wallander masanın yeni toplandığı izlenimine kapıldı.
“Burayı kim temizliyor?” diye sordu.
“Haftada üç gün gelen bir temizlikçimiz var,” diye yanıt verdi Robert Åkerblom. “Biz de her gün masaların tozunu alıp çöp kutularını boşaltırız.”
Wallander onaylarcasına başını salladı. Sonra da çevresine bakındı. Burada kendisini şaşırtan tek şey mutfak kapısının yanında duvara asılı olan çarmıha gerilmiş İsa figürüydü.
Sonra da başını telesekretere çevirdi.
“Cuma günü öğleden sonra aldığımız tek mesaj buydu,” dedi Robert Åkerblom.
İlk izlenimler, diye geçirdi içinden Wallander. Şimdi şu mesajı can kulağıyla dinle.
Selam! Krageholm’deki eve bakmaya gidiyorum. Sonra da eve geleceğim. Saat şimdi üçü çeyrek geçiyor. Beşte evde olurum.
Neşe dolu, diye düşündü Wallander. Kadının sesi mutlu ve canlı geliyor. Ne korkmuş ne de tedirgin olmuş bir hâli var.
“Bir kez daha dinlemek istiyorum,” dedi Wallander. “Ama önce sizin mesajınızı dinlemek istiyorum. Tabii silmediyseniz?”
Robert Åkerblom başını salladı, bantı başa sararak, düğmeye bastı.
Åkerblom Emlak Şirketi’ne hoş geldiniz. Şu anda size yanıt veremiyoruz. Ama pazartesi sabahı yine her zamanki gibi saat sekizde burada olacağız. Eğer mesaj bırakmak ya da faks göndermek istiyorsanız lütfen sinyal sesini bekleyiniz. Bizi aradığınız için teşekkür ederiz.
Wallander, Robert Åkerblom’un pek de rahat konuşmadığını sezinlemişti. Adamın sesi biraz gergindi.
Dikkatini yeniden Louise Åkerblom’a çevirdi ve genç kadının kocasına bandı yeniden başa sarmasını söyledi.
Wallander mesajı defalarca dinledi, sözcüklerin arkasından bir anlam çıkarmaya çalıştı. Bunların ne olabileceğine ilişkin bir fikri yoktu ama yine de denemekten yanaydı.
Aynı mesajı yaklaşık on kez dinledikten sonra artık yeter dercesine başını salladı.
“Bu kaseti yanıma alacağım,” dedi. “Merkezde sesi daha da netleştirip arka planda neler olduğunu anlamaya çalışacağız.”
Robert Åkerblom cihazın içinden küçük kaseti çıkararak Wallander’e uzattı.
“Eşinizin masasının çekmecelerine bakarken benim için bir şey yapmanızı rica edeceğim,” dedi Wallander. “Geçen cuma günü eşinizin yaptığı ya da yapmayı planladığı her şeyi yazmanızı istiyorum. Kiminle, nerede buluşacaktı? Sizce o göreceği eve hangi yoldan gitmişti? Buluşma saatini de yazın. Ayrıca Krageholm civarındaki eve ilişkin tüm ayrıntıları da yazmanızı istiyorum.”
“Bunları bilmiyorum ki,” dedi Robert Åkerblom.
Wallander ona şaşkınlıkla baktı.
“Evini satmak isteyen o kadınla Louise konuşmuştu,” diye açıkladı Robert Åkerblom. “Kadının verdiği açıklamaya göre bir harita çizdi ve onu da yanına alarak yola koyuldu. Ayrıntıları bugün dosyalayacaktı. Evi biz satmaya karar verirsek ya ben ya da o gidip evin fotoğraflarını çekecekti.
Wallander bir an bu söylenenleri kafasında tarttı.
“Bir başka deyişle, evin