Taksici sağa, öne doğru eğildi. Galiba radyonun altındaki mendil kutusundan, birkaç kat kâğıt çekip bana uzattı. Hiç konuşmadan. Mendilleri aldım. Kucağımda, Ayla Duman’a doğru tuttum.
Hıçkırıklar giderek azalmaya yüz tuttu. Omuzları hâlâ sarsılıyordu ama daha uzun aralıklarla. Kâğıt mendilleri konuşmadan yüzüne doğru kaldırdım. Tek bir hareketle aldı Ayla Duman. Hemen gözlerine götürmedi ama. Avucunda sıktı, yeni bir hıçkırık krizine kapıldı. Hıçkırıklarına direnmeye çalışıyordu ama bunda çok başarılı değildi. Biraz daha bekleyeceğiz dedim içimden.
Sonra ellerini çekti yüzünden. Başını kaldırdı.
Gözünde önceden tespit edemediğim makyajın bir bölümü fazla sulandırılmış suluboya gibi yayılmıştı. Gotik bir görünüme bürünmüştü neredeyse yüzü. Farkındaydı durumun, buruşmuş kâğıt mendilleri gözlerine götürdü. Sildi. Sonra burnuna götürdü kâğıtları.
“Bir sigara verin bana,” dedi kırık sesler çıkararak.
İkiletmedim. Paketimi çıkardım. Titreyen elleriyle bir sigara aldı. Ağzına götürdü. Elinden düşürdü sonra. Kucağından alıp yeniden götürdü ağzına. Bana doğru döndü. Bekledi.
Sigarasını yaktım.
İlkokul öğretmeni kılıklı taksici özenli bir vurguyla konuştu.
“Hanımefendi su isterse bende var,” dedi. “Hiç açılmamış.”
Ayla Duman başını salladı. Sigarasını bütün dünyaya düşmanmış gibi çekti içine. Öksürdü sonra.
İyi dedim içimden. Öksürmesi ağlamasından iyidir.
Açık pencereden dışarı baktım. Mecidiyeköy meydanını geride bırakmış, E-5’e çıkan yan yola girmiştik. İçinde fırtınalar kopan taksi hızlanmıştı. Açık pencereden daha sert vuruyordu şimdi İstanbul rüzgârı. Ayla Duman sessizleşmişti. İki nefes sonra atmıştı sigarasını pencereden. İlkokul öğretmeni kılıklı taksici sessiz bir ciddiyetle kullanıyordu aracını.
Birazdan bir soru sorar dedim içimden.
Yanıltmadı beni. Artık kullanılamaz hale gelmiş kâğıt mendili bir kez daha burnunun altından geçirip bana döndü. Sesi hâlâ çatallıydı ama toparlanmıştı galiba biraz.
“Ne olmuş?” dedi.
Ne olmuş diye ben de kendi kendime sordum içimden. Cesedi Firdevs Işın’ın yatağının üstünde bulmamın Ayla Duman için önemli olup olmadığını düşündüm. Olsa bile giyinikti dedim içimden. Biraz geriden almaya karar verdim.
“Firdevs Işın diye birini tanıyor musun?” dedim. Ölüm haberi vermek sizi yaklaştırıyordu.
Ayla Duman seslenme kipimin değiştiğinin farkında bile olmadı.
“Begüm’ün arkadaşı galiba,” dedi. “Ondan duydum. Hiç tanışmadık.”
“Kızın nerede olduğunu bilip bilmediğini sormak için evine gitmiştim,” dedim. “Ya bilmiyordu ya bana söylemedi. Tam çıkarken eve mafya kılıklı birileri geldi. Begüm’ü sordular. Cevap alamayınca sertleşmeye kalktılar.”
Ayla Duman gözleri deminkinden daha büyük açılmış, bana bakıyordu. Yüzünde Manhattan Medical’i yanlış bacağını kestiler diye dava etmeye hazırlanan birini dinliyormuş gibi bir ifade vardı.
“Ben adamlarla itişip kakışırken, Firdevs hemşire ile eve ilk geldiğimde orada olan ama tanışmadığımız burnu estetikli kız evden savuştular. Ortalık sakinleştiğinde eve bir göz attım.”
“Mafyalara ne oldu?” dedi Ayla Duman.
Ayrıntıya girmedim.
“O sırada sakin sakin oturuyorlardı. Adını şimdi öğrendiğim Hilmi Akalın’ı içerde, yatak odasında buldum.”
Nefesini tuttu ve devam etmemi bekledi Ayla Duman.
“Polisin damlama ihtimali yüzünden çok durmadım orada. Yatağın üzerinde sırtüstü yatıyordu. Gömleğinin üzerinde bir kurşun deliği vardı.”
“Ah!” dedi Ayla Duman. Hâlâ elinde sıktığı mendili ağzına götürdü söylemek istediklerini engellemek istercesine. Giyiniklik meselesini araya iyi sıkıştırdın Remzi Ünal dedim içimden.
“Daha çok oyalanmadım orada,” dedim hikâyenin bittiğini belli eden bir vurguyla.
“Mafyalar?” dedi Ayla Duman.
“Onları saldım,” dedim.
Taksici aynadan gözlerimi aradı galiba.
“İyi ki polis değilmişsin abi. Bir de olsaydın,” dedi. “Hanımefendi, başınız sağ olsun bu arada,” diye ekledi.
İkimiz de ona cevap vermedik. E-5’in trafiğinin izin verdiği hızla gidiyorduk. Birazdan Taksim-Dolapdere-Kasımpaşa çıkışına gelecektik. Bir sigara daha yakmanın zamanı gelmişti. Çıkarıp yaktım.
“Şimdi sıra sende,” dedim.
“Ne?” dedi dalgınlığından sıyrılıp.
“Biraz bahset arkadaşlarından, olan bitenden,” dedim. “Neler olduğunu çıkarabiliriz belki.”
Ayla Duman elindeki kâğıt mendillerden artakalanları ne yapacağını bilemiyormuş gibi salladı. Elimi uzattım. Avucuma bıraktı. Özür dilerim İstanbul deyip pencereden attım. Ayla Duman çantasını karıştırıyordu. Gıcır bir Selpak paketi çıkardı. İçinden bir tane aldı. Gözlerine götürdü.
“Nereye gidiyoruz?” dedi elini indirdiğinde. Hastanede konuştuğum Ayla Duman geri gelmiş gibiydi sanki.
“Evi basan adamlardan öğrendiğim bir kahve var Kasımpaşa’da,” dedim. “Belki bir şeyler çıkarırız oradan. Siz Hilmi Akalın’dan söz edin biraz.”
“Merak ediyorsanız baştan söyleyeyim,” dedi Ayla Duman. “Hilmi sevgilim değildi.”
İyi başladık dedim içimden. Sevgilin var mı peki diye sormayı aklıma getirmedim. Bana neydi.
“Üçümüz arkadaştık,” dedi Ayla Duman. “Begüm, Doktor Kemal’le olan durumundan hiç bahsetmediği için Hilmi’ye aralarında bir şey olabilir diye geçirirdim içimden. Olsa isterdim belki de.”
“Belki de vardı,” dedim.
Ayla Duman başıyla itiraz etti.
“Hiç sanmam,” dedi. “Begüm öyle iki erkeği birden idare edecek bir kız değildir. Hem olsa anlardım.”
“Kemal Arsan’ı anlamadın ama,” dedim.
Başını onaylayarak salladı.
“Onu da anlamıyorum zaten,” dedi. “Neden sakladı ilişkilerini? Neden sakladılar?”
“Kemal Arsan işyerinde bu gibi durumlara sıcak bakmadıklarını söyledi bana,” dedim.
Hayretle yüzüme baktı bu kez.
“Bunu da ilk kez duyuyorum,” dedi. “Kim ne karışırmış kimin kiminle ilişkisine. Tam tersi bir sürü örnek var hastanede.”
Hiç şaşmaz dedim içimden. Hiç şaşmaz. Bir işin peşindeyken, kiminle konuşsan yarısından fazlası yalan söyler. Buna müşterilerin de dahildir. Belki de sana bu yalanlar için para veriyorlardır.
“Pekâlâ,” dedim. “Devam.”
“Ne