CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126459
Скачать книгу
geçerken kahveye dikkatle baktım. Kapısının üstünde iki otomobil plakası büyüklüğünde bir tenekeye elyazısıyla yazılmış bir levhası vardı. Kaldırıma konmuş eski usul sandalye boştu. İçeride birtakım masalarda oturan adamların bacaklarını görebildim yalnızca. Fırın dikkate değmezdi.

      Taksici biraz ilerideki iki Kartal’ın arasındaki boşluğa girdi. Dönüp bana baktı.

      “Ben inince ilerden bir yerden dönüp caddeye ver ağzını,” dedim. “Belki hızla ayrılmamız gerekir buralardan.”

      Ayla Duman’a döndüm.

      “İkiniz bekleyin arabada,” dedim. “Ben gidip bir iki soru sorayım.”

      Ayla Duman’ın gözlerinden bir endişe bulutu gelip geçti. Başını salladı sonra. Arabadan indim. Kahveye doğru yürüdüm.

      Kaldırımlarda kimsecikler yoktu. Anacaddenin cıvıltısı yüz metre içeri girince yerini sanki ürkek bir sessizliğe bırakmıştı. Çöp konteynerinden çöp konteynerine koşuşturan kediler bile görmedim.

      Şarkışla Kıraathanesi’nin kapısı kapalıydı. İtince kolayca açılıverdi ama. İçerideki alacakaranlığa gözüm alışsın diye üç dört saniye bekledim. Bu karanlıkta nasıl okey oynuyorlar diye düşündüm.

      Okey ya da başka bir oyun oynamıyordu kimse. Sokağa bakan camların önündeki masalar boştu. Köşedeki çay ocağının yanında ve ona çapraz iki masada ikişerden altı kişi oturuyordu. Hepsi de sırtlarını duvara vermişlerdi. Cama en yakın masada oturanların önünde yarılanmış iki çay vardı.

      Aralarında tanıdığım yoktu. Türk filmlerindeki kötü adamlara benziyordu altısı da. Abartılı bıyıklar, en azından on senedir aynı modelde kesilmiş favoriler, yıllardan ne kadar artakalmışsa kirli saçlar. Ceketler. İlle de ceketler.

      Tezgâhının arkasında bardak yıkayan kahveci gençti bak. Kahvenin ikinci, belki de üçüncü kuşak sahibi gibi duruyordu. Üzerinde çakma bir Abercrombie&Fitch sweat-shirt, ayaklarında Converse’e benzeyen bir ayakkabı vardı. Blucin pantolonunun markasını kestiremedim. Kafasının iki yanındaki saçları kısacık kesilmiş, tepeden yukarıya doğru yükselen bir ibik şekillendirilmişti.

      Ona doğru ilerledim. Bir orta kahve söyleyecek halim olmadığı apaçıktı. Yine de yadırgamayan bakışlarla baktı bana ve konuşmamı bekledi.

      “Kolay gelsin usta,” dedim.

      Başını söylediğimi anlayışla karşılıyormuş gibi salladı. Devam etmemi istiyordu. Onu kırmadım.

      “Buralarda olur dedilerdi bana,” dedim. “Tetik Osman’ı arıyordum. Gözüktü mü bugün hiç?”

      Kahveci cevap vermek yerine masalarda oturanlara baktı. Daha doğrusu köşe masada diğerlerinin arasında daha bir heyheyli oturan iki kasketliye. Elbette beni dinliyorlardı. Daha yaşlı gibi duranı konuştu.

      “Hayırdır beyim, kim arıyor?” dedi.

      8. BÖLÜM

      Kim arıyor dedim içimden. Kim arıyor?

      Daha cevabı bulamadan ikinci soru geldi kasketli eşik bekçisinden.

      “Ve de kim dedi buralarda takılır diye?”

      Yüzünde dünyanın her türlü halini bilen ve hoşgörüsü engin olanlara yakışan bir gülümseme vardı ama ciddiydi bence. Bacak bacak üstüne atmıştı. Yanına saldığı sol elinde uzun bir tespih vardı. İmamesi kocaman. Püsküllü.

      Elimdeki tek ve son derece zayıf kozu masaya attım.

      “Sivaslı adında birini tanımıştım,” dedim. “O söyledi.”

      Kasketlinin yüzü buruştu. Ardından, “Sivaslı’nın ebesini eşek kovalasın,” dedi. Yanında oturan adam dünyanın en komik esprisini duymuş gibi güldü. Kasketli ona baktı. Kötü baktı yaptığı saygısızlığı cezalandırmak ister gibi. Adam kendini toparladı. Ben salağa yattım.

      “Benim işim ne olacak?” dedim. “Bu Sivaslı Tetik Osman’ı bul, o halleder,” demişti.

      “Bir çıtlat bakalım, belki bizim elimizden bir şeyler gelir,” dedi kasketli. “Zorlanırsak sorarız Tetik Osman’a ne yapacağımızı.”

      Buyur buradan yak Remzi Ünal dedim içimden. Adama uydurma olduğu hissi vermeyecek kadar ciddi, başımı belaya sokmayacak kadar uydurma bir iş bulmam gerekiyordu.

      Bulamadım. Biraz daha düşünmeye de vaktim olmadı. Kasketli adam oyununu kısa kesmeye karar verdi.

      “Tetik Osman benim,” dedi. “Uzatma, konuş.”

      Tespihi tutan eliyle ceketinin eteğini sıyırdı gözlerimi o noktaya çekecek kadar ağır bir hareketle. Beline, pantolonunun içine sıkıştırdığı demir parçasını gösterdi. Kabzası işlemeliydi tabancanın. Eliyle okşadı.

      “Adımızı veren tetik de haşmetlinin üzerindedir,” dedi. “Meret parmağımızı özler sürekli. Uzatma.”

      Bu daha iyi dedim içimden.

      “Oturabilir miyim?” dedim. “Otururken daha iyi konuşurum.”

      Eliyle buyur işareti yaptı karşısındaki sandalyeye. Ben yerleşirken masadaki öteki kasketli yerinde kımıldadı.

      Cebimden sigara paketimi çıkardım.

      “Yakar mısınız?” dedim.

      Yeniden görmüş geçirmiş, hoşgörüsü engin haline bürünmüştü. Berberinin dokunurken elinin titrediğinden emin olduğum bıyıklarını sıvazladı elini uzatmadan önce.

      “Yakalım bir tane,” dedi. “Malum yasak, cezası ağır ama devletimiz buralarda yok bu aralar.”

      Gülümsedim. Önce onunkini yaktım. Sonra kendiminkini. Sigara paketimi yanımızda oturan kasketliye önerdim. Başını ufak bir hareketle havaya kaldırarak reddetti.

      Tetik Osman olup olmadığını tam olarak bilmediğim Tetik Osman kahveciye seslendi.

      “Yap ordan iki sade kahve, oturaklı olsun,” dedi. Bana döndü. “Sade uyar değil mi?”

      “Uyar,” dedim sigaramdan ilk nefesi çektikten sonra. Kasketli beni taklit etti. Nefesini salarken konuştu.

      “Adını bağışlamadın,” dedi.

      Stratejik bir karar verdim. Ortalığı biraz karıştırıp ne olduğuna bakmak gerek diye düşündüm.

      “Tetik Osman sizseniz, bana Tetik Osman olduğunu söyleyen adam kimdi?” dedim. “Eğer değilseniz, Tetik Osman olmayan birine Tetik Osman’dan isteyeceğim işi anlatmak salaklık olur değil mi? Adımı vermekten bahis bile etmiyorum.”

      “Evet,” dedi. “Pek salak birine benzemiyorsun.”

      “O zaman Tetik Osman’ı nerede bulurum, söyleyin de gideyim,” dedim. “Ya da gerçek adı nedir?”

      Kahveci elinde iki kahve fincanıyla masaya yaklaştı. Tetik Osman olduğuna daha tam ikna olmadığım adamın önüne bıraktı önce. Sonra bana. Kendiminkine baktım. Gerçekten oturaklıydı.

      Kahvelere saygımızı konuşmayarak gösterdik. Sonra ağır hareketlerle birer yudum aldık. Damağımızda bıraktığı tadı kaçırmamak ister gibi erteledik yutkunmamızı. Tetik Osman olduğunu söyleyen adam ağzını şapırdattı yudumunu mideye gönderdikten sonra. Elini dudaklarının üzerinden geçirdi.

      “Onu beşi bırak da, adımı kullanan adamı gördün mü onu söyle bakalım bana bir,” dedi.

      Sigaramdan bir nefes aldım. Kahve yudumunun üzerine çok iyi geldi. Bu arada düşündüm. Kahvenin hatırına ona uymaya karar verdim.

      “Sivaslı