IX
AZİZ NİCHOLAS BAYRAMI
Hepimizin bildiği üzere Noel ağacı ülkemizin hanelerinde yer etmeye başlamadan önce, “ihtiyar bir Noel cini”, “sekiz küçük Ren geyiği”nin çektiği, üzeri oyuncak dolu kızağıyla evlerimizin çatılarına varır ve umutlu bir bekleyiş içinde şöminelere asılmış çorapları hediyelerle doldurmak üzere bacadan aşağı inerdi. Dostları Noel Baba derdi ona, ancak çok daha yakın olduğu bazı kimseler onu “İhtiyar Nick” diye çağırma cüretini gösterirdi. Aslında Hollanda’dan geldiği söylenirdi. Şüphesiz ki öyleydi de ancak soluğu kıyılarımızda alan daha pek çok yabancı gibi o da buraya gelince birçok yönden değişti. Hollanda’da Aziz Nicholas hakiki bir aziz olarak bilinir ve kılığı da tam buna göredir; işlemeli kaftanı değerli taşlar ve altınla ışıl ışıl parlar, başında uzun sivri başlığı, elinde haç şeklinde asası ve mücevherlerle süslenmiş eldivenleri vardır. Burada, Noel Baba aralık ayının yirmi beşinde, kutsal Noel sabahımızda kızağıyla uçarak gelir; ancak Hollanda’da, Aziz Nicholas ayın beşinde yeryüzünü ziyarete iner; onun için bilhassa uygundur bu vakit. Altısı sabahının erken saatlerinde beraberinde getirdiği şekerleri, oyuncakları ve ganimetleri dağıtır; ardından da bir dahaki seneye kadar ortadan kaybolur.
Noel günü Hollandalılar için kilise ayinleri ve hoş aile ziyaretleri ile geçer. Aziz Nicholas arifesinde gençler zevk ve beklentiyle neredeyse kendilerinden geçerler. Bazıları içinse bugün üzüntü günüdür çünkü Aziz doğrucu ve dürüst biri olduğundan eğer içlerinden biri geçen sene boyunca bir kötülük yapmışsa bunu ona kesinlikle söyler. Bazen kolunun altında bir falaka sopası taşır ve kötülük yapmış çocuğun anne babasına ona şekerleme ya da oyuncak vermeleri yerine azarlamalarını ve sopalamalarını salık verir.
O açık kış gecesinde çocukların evlerine gitmek için aceleyle koşuşturmaları isabetli olmuştu, çünkü sonrasında geçen bir saatten az bir vakitte Aziz, Hollanda’daki hanelerin yarısına uğramıştı bile. Kralın sarayını ziyaret etmiş ve göz açıp kapayıncaya dek geçen o anda Annie Bouman’ın varlıklı evine bile uğramıştı. Köylü Bouman’ın evinde bıraktıkları toplasan toplasan yarım gümüş dolar eder, ancak bazen öyle olur ki zengini yüzlerce dolar mutlu edemezken yoksulu bir dolar bile mutluluktan havalara uçurur, gönlünü minnettarlık, sükûnet ve sevgiyle doldurur.
Hilda van Gleck’in küçük kardeşleri de o gece saf bir heyecan içindeydiler. Büyük baloda takdim edilmişlerdi, en gösterişli kılıklarına bürünmüşler, akşam ziyafetinde de ikişer dilim pasta yemişlerdi. Hilda da herkes gibi mutluluktan ışıldıyordu. Aksi için bir neden yoktu. Sırf yaşına göre uzun boylu ve yetişmiş bir kadına benziyor diye on dört yaşındaki bir kız çocuğunu listesinden çıkarmazdı ya Aziz Nicholas. Bilakis, böylesine heybetli görünüşlü bir küçük hanımı onurlandırmak için ne gayretler sarf ederdi o. Kim bilebilir? İşte tam da bu hâlden ortamın en genci kadar gamsız bir neşeyle güldü, eğlendi, dans etti ve balonun en güzide eğlencelerinin ruhu oldu. Babası, annesi ve büyük annesi onaylar bakışlarla onu süzüyordu; beresinin tepesini hafifçe açıkta bırakacak şekilde geniş, kırmızı cep mendilini yüzüne yaymadan önce büyük babası da ona aynı gözlerle bakmıştı. Adamın yüzünü böyle mendille kapatması uykuya daldığının göstergesiydi.
Akşamın erken saatlerinde herkes eğlenceye katılıyordu. Ortamı dolduran şamatanın içinde, büyükbaba ile bebeğin arasındaki tek fark mendilin altındaki cüssenin büyüklüğüydü. Balonun genç katılımcılarının yüzlerinde genellikle beliren beklenti gölgesi, onları büyüklerinden çok daha düşünceli bir ifadeye bürüyordu.
Eğlencenin ruhu herkesi hükmü altına almıştı. Mükemmel cilalanmış şöminede kıvılcımlar dans ediyor, nazlı bir gelin gibi bel kırıyordu. Yaldızlı lambalara bakan şekilli mumlar, aynalar üzerinden uzaktaki mumlara göz kırpıyordu âdeta. Neredeyse bilek kalınlığında bir halata dizilmiş cam boncuklardan oluşan, köşedeki tavandan asılan uzun bir zil halatı vardı. Başka vakitlerde hep gölgeler ardında asılı kalır, hiçbir emaresi görünmezdi; ancak bu gece bir uçtan bir uca ışıklar saçıyordu. Kan kırmızısı cam tutacağı, kâğıt kaplı duvarlara hovarda ışıklar saçıyor, zarif mavi rengini mora çalıyordu. Yoldan geçenler, perde ve panjurların arasından sokağa kadar taşan neşeli gülüşleri dinlemek için duruyor, sanki bütün köy ayakta, diye şaşırarak yollarına devam ediyorlardı. Sefahat o kadar yükseldi ve duvarlara sığamaz oldu ki nihayetinde ani bir irkilmeyle büyük efendinin mendili yüzünden düşüverdi. Böyle büyük bir seyir içinde hangi ihtiyar beyefendi rahat bir uyku çekebilirdi ki! Mynheer van Gleck büyük bir şaşkınlıkla çocuklarını seyrediyordu. Bebek bile histeri belirtileri göstermeye başlamıştı. Bu vaziyete bir el atmanın zamanı gelmişti. O sırada madam, iyi yürekli Aziz Nicholas’ı görmek istiyorlarsa eğer, geçen sene de buraya teşrif etmesine vesile olan sevgi dolu davet şarkısını söylemelerini tavsiye etti.
Mynheer bebeği yere bıraktığında ufaklık küçücük başını kaldırıp ona baktı ve ufacık yumruğunu ağzına soktu. Çok geçmeden ayağa dikildi ve tatlı tatlı yanındakileri süzdü. Büründüğü dantel ve işlemeler içinde, emekleme yaşını henüz geçmediğinden, başında mavi kurdele ve balina kemiğinden tacı ile bebeklerin kralı gibi bir izlenim bırakıyordu.
Diğer çocuklar ise her biri ellerinde söğüt ağacından güzel birer sepet taşır hâlde daire oluşturmuş, gözlerini tavana dikerek küçük bebeğin etrafında ahenkle dönüyorlardı. O sırada kendilerini tanıtacakları Aziz ise kim bilir dünyanın hangi gizemli köşesindeydi?
Madam, yumuşak dokunuşlarla piyano başında onlara eşlik ediyordu; nazik genç sesler yükselmeye, tatlı dalgalar hâlinde balo salonuna yayılmaya başladı:
Hoş geldin, ey dostumuz! Aziz Nicholas, hoş geldin!
Bu gece bize sopa getirme, sana sığınırız!
Nağmelerimiz seni karşılıyor, hoş geldin,
Mutluluk dolu her gönül ışık saçıyor!
Her hatamızı, kusurumuzu söyle bize,
En korkulu parmaklıklara da katlanırız,
Şarkımızı söylüyoruz sana
Sensin bize her şeyi söyleyecek!
Hoşgeldin, ey dostumuz! Aziz Nicholas, hoş geldin!
Bu kutlu eğlenceye hoş geldin!
Mesut çocuklar seni selamlıyor, hoş geldin!
Tüm diyara mutluluk getirdin!
Boş elleri, sepetleri doldur,
Bu küçüklerin ricasına kulak ver,
Şarkımızı söylüyoruz sana
Bize her şeyi getirecek olan sensin!
Notaların yükseldiği sırada, bakışlar yarı beklenti yarı umutsuzlukla parlak cilalı, kapalı kapılara çevrilmişti. Tam o sırada kapı gürültüyle yumruklandı. Oluşturdukları çember, anında dağılıvermişti. Ufaklıklar, korku ve heyecanın birbirine karıştığı yüz ifadeleriyle annelerinin dizlerine yapışmıştı. Büyükbaba çenesini ellerinin üzerine koyarak ileri doğru eğilmiş, büyükanne gözlüğünü burnunun üzerinde kaldırmıştı; Mynheer van Gleck ağzındaki lüle taşından piposunu yavaşça eline almış şöminenin yanına otururken, Hilda ve diğer çocuklar ise beklenti dolu bir hâlde onun yanında dikiliyorlardı.
Kapı yine yumruklandı.
“Buyrun.” dedi madam, kadife kadar yumuşak bir sesle.
Kapı