Hans durdu. “Sence babamın bize söylemesinin bir yolu yok mudur?” diye sordu gizemli bir sesle.
“Söyleyebilir belki de.” diye onayladı Madam Brinker başıyla. “Sanırım… Fakat en ufak bir emare yok. Zaten şimdiye kadar neye iki gün üst üste inandım ki? Belki de babanız paraları o malum günden beri sakladığımız gümüş saate ödedi. Hayır! Buna asla inanamam.”
“Saat o paranın çeyreği bile etmezdi, anne.”
“Doğru diyorsun, hem babanız da son anına kadar hep dirayetli biriydi. Aptalca harcamalar yapmayacak kadar emin ve eli sıkıydı.”
“Acaba saat nereden geldi?” diye kendi kendine mırıldandı Hans.
Madam Brinker kafasını üzülerek sallayıp kocasına çevirdi bakışlarını; oturmuş, boş gözlerle yere bakıyordu. Gretel, örgü örüyordu yanı başında.
“İşte onu asla öğrenemeyeceğiz, Hans. Babanıza defalarca gösterdim, fakat bir patatesten bile ayıracak hâlde değil saati. O uğursuz gece, akşam yemeğinde eve geldiğinde saati bana verip, tekrar isteyene kadar göz kulak olmamı istedi. Tam dudaklarını aralamış daha fazlasını söyleyecekken Broom Klatterboost ansızın gelip setin yıkılmak üzere olduğunu haber verdi. Ah! O kutsal Pinkster Haftası’nda18 sular çok korkunçtu! Kocam hemen aletlerini kapıp dışarı koştu. İşte bu, onu aklı başında gördüğüm son andı. Gece yarısı yarı ölü bir vaziyette getirdiler, zavallı başı yara bere içindeydi. Ateşi zamanla geçti ama aklı hiç düzelmedi. Hatta her geçen gün kötüye gitti. Asla öğrenemeyeceğiz.”
Hans bunları daha önce de dinlemişti. İhtiyaç zamanında annesini saati satmaya yarı kararlı, sakladığı yerden alırken görmüştü defalarca, fakat annesi hiçbir zaman bu dürtüye yenilmemişti.
“Hayır, Hans.” demişti hep. “Açlıktan ölmenin kıyısına gelmeden bunu satıp babana ihanet edemeyiz!”
O anlar şimdi çocuğun aklına gelmişti, derin bir iç çekip bir parça bal mumunu masanın karşısındaki Gretel’e attı:
“Haklısın, anne, saati satmayarak büyük cesaret gösterdin. Başkası olsaydı çoktan satmıştı.”
“Yazıklar olsun öylelerine!” diye sesini yükseltti kadın kızgın bir ifadeyle. “Asla öyle bir şey yapamam. Ayrıca yoksul köylülere karşı o kadar acımasızlar ki böyle bir şeyi bizde görseler, anlatsak bile babanızdan şüphe edebilirler, şey diye…”
Hans öfkeden kıpkırmızı kesildi.
“Öyle bir şey demeye cüret edemezler, anne! Yoksa…”
Yumruğunu sıktı ve cümlesinin devamını getiremedi; annesi ve kardeşinin yanında düşündüğünü dile getirmesinin uygun olmayacağını hissetmişti.
Madam Brinker gözyaşları içinde gururla gülümsedi.
“Ah, Hans, sen dürüst ve yürekli bir çocuksun. Saat hep bizimle kalacak. Bakarsın son nefesini verirken sevgili baban kendisine gelir de saatini ister.”
“Kendisine gelir mi anne?” Hans’ın sesi kulübede yankılandı. “Gelir de bizi tanır mı?”
“Evet, çocuğum.” neredeyse fısıldıyordu annesi. “Görülmüş şey elbet.”
Hans, Amsterdam’a gitmesi gerektiğini unutmuştu neredeyse. Annesinin onunla bu kadar yakınlıkla konuştuğu nadirdi. Yalnızca oğlu değil arkadaşı ve akıl hocası gibi de hissediyordu kendisini o anda.
“Haklısın, anne. Saatten asla vazgeçmemeliyiz. Her zaman sahip-çıkacağız ona, babam için. Para da bakarsın biz tam umudu kesmişken ortaya çıkıverir.”
“Keşke!” diye haykırdı Madam Brinker, örgü şişi son ilmikten çıkmış hâlde bitmemiş örgüsünü tüm ağırlığıyla dizine bırakırken. “Nerede o günler! Tam bin gulden! Ah! Paralara ne oldu acaba? Eğer gerçekten çalındıysa, hırsız ölüm döşeğindeyken itiraf ederdi. Böyle bir günahla son nefesini vermeye cüret edemezdi!”
“Henüz ölmemiş de olabilir.” dedi Hans yatıştırıcı bir sesle. “Her an haberini alabiliriz.”
“Ah, çocuğum!” dedi annesi, sesinin tonu değişmişti.“Buraya hangi hırsız gelir ki? Çok şükür evimiz her zaman temiz ve düzenliydi fakat hiçbir zaman gösterişli olmadı. İleride ihtiyacımız olur diye babanızla elimize geçeni hep biriktirdik. ‘Damlaya damlaya göl olur.’ dedik. Öyle de oldu, büyük taşkın zamanında Heernocht civarında gösterdiği hizmetten dolayı yüklü bir miktar da ödemişlerdi babanıza. Her hafta elimizde fazladan bir gulden, kimi zaman da daha fazlası kalırdı çünkü bazen babanız fazla mesai yapar, karşılığında dolgun bir ödeme alırdı. Her cumartesi gecesi kenara birkaç şey koyardık, tabii sen ateşlendiğinde ve Gretel doğduğunda koymamıştık. Zamanla kesemiz o kadar doldu ki eski, uzun konçlu bir çorabı yamayıp kese yaptım da paraları onda biriktirmeye devam ettik. Şimdi dönüp bakınca, güzel zamanlarımız birkaç hafta daha sürseydi birikimimiz çorabın topuğunu geçerdi. Elin tez, bir de işinde maharetliysen pek iyi kazanıyordun o zamanlar. Çorap bakırla, gümüşle neredeyse dolmuştu, hatta altınla. Kulaklarını iyi aç da dinle, Gretel. ‘Yoksulluktan giymiyorum eski kıyafetlerimi.’ derdim babana gülerek. Böyle böyle çorap doldu da doldu. O kadar doldu ki bazı geceler uykumdan uyanır, parmak uçlarımda kalkar gider ay ışığı altında keseyi yoklardım. Sonra da diz çöker, ileride çocuklarım iyi eğitim alabilecek ve belki de babaları yaşı ilerleyince işi bırakıp dinlenebilecek diye Tanrı’ya şükrederdim. Bazen yemek masasında oturmuşken yeni bir baca yaptırmaktan ya da inek için kışlık ahır yapmaktan bahsederdik ama kocamın bunlardan daha iyi planları vardı gelecek için. ‘Para parayı çeker.’ derdi. ‘Yakında istediklerimizi yapacağız, çok yakında.’ Sonra da ben bulaşıkları yıkarken beraber şarkılar söylerdik. Dalgasız denizde dümen kolay tutarmış; sabahtan akşama kadar hiçbir şey sıkamazdı canımı. Her hafta babanız çorabı alır, elindeki paraları içine döker, biz beraber yerine kaldırırken de beni öpüp neşeyle gülerdi. Hadi artık, Hans! Sen şaşkın şaşkın ağzını açmış otururken gün bitti neredeyse!” diye ekledi Madam Brinker sert bir ifadeyle, oğluyla fazla rahat konuştuğunu fark edince yüzü kızarmıştı. “Yola düşme vaktin geldi de geçiyor artık.”
Hans oturmuş, gözlerini bir an olsun ayırmadan annesine bakıyordu. Ayağa kalktı ve neredeyse fısıldar bir sesle sordu:
“Hiç denedin mi, anne?”
Annesi anlamıştı.
“Evet, çocuğum, hem de sık sık. Ama baban sadece gülüyor ve öyle tuhaf bir ifadeyle bana bakıyor ki daha fazla soru sormamam gerektiğini anlıyorum. Geçen kış siz ateşler içinde yanarken ekmeğimiz neredeyse bitmişti, çalışıp beş kuruş bile kazanamıyordum, başımı çevirdiğim anda ölürsünüz korkusuyla! İşte o zaman denedim! Saçlarını okşayıp kedi gibi yumuşak bir sesle, ‘Para nerede, kim aldı?’ diye sordum. Bir daha mı, tövbeler olsun! Kol yenimden tutup kanım donana kadar homurdandı kulağıma. Gretel’in benzi kardan beyaza dönüp sen de yatağında kendinden geçince kendimi kaybettim sonunda, acı acı bağırdım ona. Sanki sesimi duyabilecekmiş gibi. ‘Raff, paramız nerede? Bir şey biliyor musun, Raff? Hani kesedeki ve çoraptaki para, büyük sandıktaki?’ Duvara konuşuyordum sanki duvara…”
Annesinin sesi pek tuhaf çıkmaya başlamıştı, gözleri alev alev yanıyordu. Öyle ki Hans yeni bir endişeye kapılıp elini annesinin omzuna koydu.
“Gel, anne.” dedi oğlan.“Unutalım bu parayı. Ben artık büyüdüm, gücüm kuvvetim de yerinde. Gretel ise çevik ve azimli. Yakında