“Tüh!” derdi halam alnına vurarak. “Şimdi aklıma geldi, Madam Goupil’in kiliseye kutsal ekmekle şarap dağıtılırken mi vardığını öğrenemedim. Unutmadan Eulalie’ye sorayım… Françoise çan kulesinin arkasındaki şu kara buluta ve arduvazların üstündeki şu uğursuz ışığa bakın, belli ki bugün yağmursuz geçmeyecek. Böyle devam etmesi imkânsızdı, aşırı sıcaktı hava.” Vichy suyunun midesinden aşağı inişini hızlandırma isteği, Madam Goupil’in elbisesinin mahvolduğunu görecek olma korkusundan daha baskın olduğundan, “Yağmur ne kadar erken başlarsa o kadar iyi, çünkü fırtına patlamadıkça şu Vichy suyu da midemden aşağı inmeyecek.” diye eklerdi.
“Olabilir, olabilir.”
“Üstelik, yağmur yağınca meydanda sığınacak bir yer de olmuyor. Ne, saat üç mü oldu?” diye haykırdı birdenbire halam, yüzü bembeyaz kesilerek. “Demek ikindi duası başladı, pepsinimi unuttum! Vichy suyunun neden midemden aşağı inmediğini şimdi anlıyorum.”
Halam hemen mor kadife kaplı, yaldızlı dua kitabına sarılır, o telaşla, bayram günlerine ait sayfaların yerini işaret eden sararmış kâğıttan dantel şeritlerle çevrelenmiş resimleri düşürür, bir yandan damlalarını yutarken diğer yandan Vichy suyundan bunca zaman sonra alınan pepsinin, suyu yakalamayı ve midesinden aşağı indirmeyi başarıp başaramayacağını bilememenin yarattığı kaygıyla anlaması biraz zorlaşmış olan kutsal metinleri hızlı hızlı okumaya başlardı. “Saat üç, zaman nasıl da geçiyor!”
Camda bir şey çarpmış gibi ani bir ses, onu takip eden, sanki yukarıdaki bir pencereden aşağı kum atılıyormuş gibi gevşek, hafif bir dökülme sesi duyulur, sonra dökülme sesi yayılır, düzenli bir ritim kazanır, akışkan, titreşimli, melodik, gür ve evrensel bir hâl alırdı: Bu yağmurun sesiydi.
“İşte! Ben size demiştim değil mi Françoise? Nasıl da yağıyor! Ama bahçe kapısının çalınışını duyar gibi oldum, gidip bir bakın, böyle bir havada dışarıdaki kim olabilir?”
Françoise geri döndüğünde:
“Madam Amédée imiş.” (büyükannem) “Dışarıda biraz dolaşmaya çıkıyormuş. Yağmur da pek şiddetli ama…”
“Hiç şaşırmadım.” derdi halam gözlerini devirerek. “Başkalarına benzer bir yapısı yoktur onun. Şu an dışarıda onun yerinde ben dolaşıyor olmak istemezdim.”
“Madam Amédée, her zaman başkalarının yaptığının tersini yapar.” derdi Françoise tatlılıkla, büyükannemi biraz “kaçık” bulduğunu söylemek için diğer hizmetkârlarla yalnız kalacağı anı beklemeyi tercih ederek.
“İşte akşamüstü duasının saati de geçti! Eulalie gelmez artık!” diye iç geçirirdi. “Bu hava onu korkutmuş olmalı.”
“Ama saat beş olmadı Madam Octave, henüz dört buçuk.”
“Dört buçuk mu? Birazcık gün ışığı girmesi için küçük perdeleri açmak zorunda kaldım. Saat dört buçukta! Bereket Duası gününden sekiz gün önce! Ah, Françoise’cığım, belli ki yüce Tanrı bize sinirlenmiş. Günümüz dünyası da pek kötü! Sevgili Octave’cığımın da dediği gibi, biz Tanrı’yı unuttuk, o da bunun intikamını alıyor.”
Halamın yanakları Eulalie gelince aniden kıpkırmızı olurdu. Ne yazık ki o daha içeri yeni girmişken Françoise gelir ve dudaklarında sözlerinin halamda yaratacağından şüphe duymadığı sevince katıldığını gösteren bir gülümsemeyle, dolaylı anlatım kullanmasına rağmen, kusursuz bir hizmetkâr sıfatıyla ziyaretçilerinin sözlerini harfiyen aktardığını belirtmek üzere kelimeleri tek tek heceleyerek konuşurdu:
“Madam Octave eğer dinlenmiyorsa, kendisini kabul edebilirse, muhterem peder çok memnun olacakmış. Muhterem peder rahatsızlık vermek istemiyormuş. Muhterem peder aşağıda, kendisini salona aldım.”
Gerçekte, rahibin ziyaretleri halamı Françoise’ın sandığı kadar mutlu etmez, Françoise rahibin geldiğini her haber verdiğinde yüzünde takınmayı görev bildiği bir sevinç ifadesi, hastanın duygularıyla tam olarak örtüşmezdi. Rahip (sanattan hiç anlamamasına rağmen derin bir etimoloji bilgisine sahip olduğundan daha fazla sohbet etmemiş olmaktan pişmanlık duyduğum, üstün nitelikli bir insan olan) mühim ziyaretçilere kilise hakkında bilgi verme alışkanlığıyla (Hatta Comb-ray bölgesine ilişkin bir kitap yazmaya niyetliydi.) bitmek bilmeyen, üstelik hiç değişmeyen açıklamalar yaparak halamı yorardı. Ziyareti bir de böyle Eulalie’nin ziyaretiyle aynı ana denk geldi mi halamda su götürmez bir memnuniyetsizlik baş gösterirdi. Halam, Eulalie’nin ziyaretinden en iyi şekilde faydalanmaya, herkesi birden ağırlamamaya bakardı. Yine de rahibi kabul etmeme cesaretini bulamayıp Eulalie’ye rahiple birlikte kalkmamasını, o gittikten sonra kendisiyle baş başa biraz oturmayı istediğini işaret etmekle yetinirdi.
“Muhterem peder, bana söylendiğine göre ressamın biri şövalesini sizin kiliseye yerleştirmiş, bir vitrayı kopya ediyormuş diye duydum. Doğrusu bu yaşıma geldim, hayatımda hiç böyle bir şeye rastlamadım! Dünya ne hâle geldi! Üstelik kilisedeki en çirkin şey!”
“Bence kilisedeki en çirkin şey demek biraz abartılı olur çünkü Saint-Hilaire’de görülmeye değer bölümler bulunmakla birlikte zavallı bazilikamın bazı bölümleri de oldukça eski, bizim piskoposluk bölgesinde hiç restorasyon yapılmamış tek bazilika! Doğrusu giriş sundurması kirli ve eski ama yine de muhteşem bir yapı; Ester duvar halılarına gelirsek şahsen üstüne para verseler almam ama uzmanlar Sens duvar halılarından sonra ikinci sırada anıyorlar adını. Ayrıca biraz fazla gerçekçi bazı ayrıntıların yanı sıra, hayret edilecek bir gözlem yeteneğinin ifadesi olan ayrıntılar bulunduğunu da kabul etmek gerekir. Ama o vitrayların lafını bile duymak istemiyorum! Aynı hizada iki döşeme taşı bulamayacağınız bir kilisede gün ışığını içeri sızdırmayan hatta o adını koyamadığım renkteki yansımalarıyla gözü yanıltan pencereler bulundurmak akla mantığa sığar mı? Üstelik bu döşeme taşlarını, Combray başrahiplerinin ve Guermantes senyörlerinin, yani hem bugünkü Guermantes dükünün hem kendisi de bir Guermantes olan kuzeni ve eşi Guermantes düşesinin ataları, eski Brabant kontlarının mezarları olması bahanesiyle değiştirmeyi de reddediyorlar.” (Artık kimseyle pek ilgilenmeyen büyükannem, bütün isimleri karıştırmaya başlamıştı, Guermantes düşesinin adı her telaffuz edildiğinde düşesin Madam de Villeparisis’nin akrabası olduğunu iddia ederdi. Herkes kahkahalara boğulur, büyükannem ise almış olduğu bir davetiyeye istinaden kendini savunmaya çalışırdı: “O mektupta bir Guermantes sözü geçiyordu diye hatırlıyorum.” Ve ben bir seferliğine, diğerleriyle birlikte büyükannemin karşısında yer alır, onun yatılı okuldan arkadaşıyla Brabant’lı Genoveva’nın torunu arasında bir ilişki olabileceğini kabul etmezdim.)
“Oysaki bakınız, Roussainville, eski çağlarda fötr şapka ve duvar saati ticareti nedeniyle gelişmiş olmakla birlikte, bugün artık bir çiftçi yerleşimi. (Roussainville’in etimolojisinden pek emin değildim. Eski adının, Châteauroux’nun Castrum Radulfi’den türediği gibi, Radulfi Villa’dan türeyen Rouville olduğunu düşünmek eğilimindeydim ama bundan başka bir gün konuşuruz.) İşte bu Roussainville Kilisesi’nin hemen hemen hepsi modern, harikulade vitrayları var. Ünlü Chartes vitraylarının muadili olduğu söylenen o görkemli “Louis-Philippe’in Combray’ye Girişi” vitrayının Combray’de bulunması daha anlamlı olurdu; daha dün, Doktor Percepied’nin bu konulara düşkün olan kardeşiyle konuşuyordum; bu vitrayın harika bir işçiliği olduğunu söylüyordu. Ama çok usta bir sanatçı olduğu söylenen, ayrıca çok da nahif bir insan izlenimi uyandıran o ressamın kendisine de sordum, diğerlerinden bile karanlık olan bu vitrayda ne buluyorsunuz