Caleb açık bir lahitin içinde dik bir şekilde oturmakta olduğunun farkına vardı. Loş, mağarayı andıran odanın etrafına baktı ve her yerin lahitlerle doldurulmuş olduğunu gördü. Tavanlar alçak ve kemerliydi ve pencere yerine dar havalandırma delikleri vardı. Güneş ışığı bu deliklerin arasından küçük huzmeler halinde içeriye girip etrafa yayılıyordu. Görmeye yetecek kadar ışık vardı. Caleb ışıltıya gözlerini kısarak baktı, elini cebine götürdü ve göz damlasından birini alarak damlattı, hala cebinde oldukları için memnundu. Yavaşça acısı dindi ve gevşedi.
Ardından sıçrayarak tek bir hamleyle ayaklarının üzerinde doğruldu, odanın etrafında döndü ve her yanı gözden geçirdi. Hala tetikteydi, daha yolunu bulma şansını elde edemeden saldırıya uğramak ya da pusuya düşürülmek istemiyordu. Ama odada hiç kimse yoktu. Hakim olan tek şey sessizlikti. Çok eski taş döşemeleri, duvarları, küçük sunağı ve haçı fark etti ve ölülerin gömüldüğü bir kilise mahzeninde olabileceğini tahmin etti.
Caitlin.
Caleb tekrar odanın etrafında döndü, Caitlin’den bir iz aradı. En yakınındaki lahite doğru aceleyle yaklaşırken içinde bir baskı hissetti. Bütün gücünü verip kapağı gıcırdatarak geriye itti.
Kalbi onu bulma umuduyla inip kalktı. Ama lahitin boş olduğunu görünce büyük bir hayal kırıklığan uğradı.
Aceleyle odanın etrafında bir lahitten diğerine doğru koşturmaya ve her birinin kapağını geriye doğru itip açmaya başladı. Ama hepsi bomboştu.
Caleb, odadaki son kapağı geriye doğru iterken içinde büyümekte olan bir umutsuzluk hissetti, onu o kadar güçlü bir şekilde itti ki lahitin kapağı yere düşerek paramparça oldu ve milyonlarca küçük parçaya ayrıldı. Ama Caleb hali hazırda bunu da boş bulacağına dair paniğe kapılmıştı ve de haklıydı. Caitlin’in bu odanın hiçbir yerinde olmadığını fark ederek soğuk soğuk terlemeye başladı. Nerede olabilirdi?
Onsuz bugüne dönmek Caleb’i çok korkuttu. Ona, anlatabileceğinden çok daha fazla değer veriyordu ve o yanı başında olmadan yaşamının, görevinin bir anda anlamını ve amacını yitirmiş gibi hissetti.
Aniden bir şey hatırladı, elini cebine götürdü ve hala orada olup olmadığını kontrol etti. Neyse ki oradaydı. Dokunduğu şey annesinin evlilik yüzüğüydü. Onu ışığa doğru tuttu ve kusursuz bir şekilde kesilmiş, çevresi elmas ve yakutlarla süslenmiş altı karatlık safiri hayranlıkla seyretti. Caitlin’e evlilik teklifinde bulunacağı doğru anı hiçbir zaman bulamamıştı. Ama bu defa kararlıydı.
Tabi eğer Caitlin geri dönerse.
Caleb bir ses duydu ve bir hareket sezinleyerek girişe doğru döndü. Umutsuz bir şekilde onun Caitlin olmasını diliyordu.
Ama sezdiği o hareketlilik köşeyi dönerken, Caleb kendini aşağı bakarken bulunca ve gördüğünün hiçbir biçimde insan olmadığını fark edince şaşıp kaldı. Bu Ruth’du. Caleb onu burada gördüğüne, zamanda yolculuk yaparken hayatta kaldığına inanılmaz sevindi.
Ruth, Caleb’e doğru yürüdü, kuyruğu bir o yana bir bu yana sallanıyor, gözleri Caleb’i tanımanın verdiği sevinçle parlıyordu. Yaklaşınca Caleb diz çöktü ve Ruth da kollarına atıldı. Caleb, Ruth’u seviyordu ve ne kadar büyümüş olduğuna şaşırmıştı: eski halinin iki katı gibiydi ve heybetli bir hayvandı. Aynı zamanda onu burada bulduğu için kendine biraz cesaret gelmişti: bu Caitlin’in de burada olduğu anlamına geliyor olabilirdi.
Ruth birden odadan dışarı koşarak köşeyi döndü ve gözden kayboldu. Caleb, onun davranışına şaşıp kalmıştı. Nereye gittiğini görmek için hemen arkasından acele etti.
Kendini başka bir kemerli odaya girerken buldu. Burası da lahitlerle doluydu. Bir bakışta bu lahitlerin hepsinin çoktan açılmış olduğunu ve içlerinin de boş olduğunu görebiliyordu.
Ruth koşmaya devam ediyor ve sızlanıyordu. Bu odadan da koşarak çıktı. Caleb, Ruth acaba onu bir yere mi götürmek istiyordu diye merak etti. Hemen ardından adımlarını sıklaştırdı.
Birkaç odayı daha yarıp geçtikten sonra, Ruth nihayet koridorun sonundaki hücre gibi küçük bir girintide durdu. Burası tek bir meşaleyle loş bir şekilde aydınlatılmıştı. İçerde karmakarışık bir şekilde tasarlanmış yalnızca bir mermer lahit duruyordu.
Caleb nefesini tutarak yavaşça ona doğru yaklaştı, Caitlin’in içinde olabileceğini umut ediyor ve biraz da sezinliyordu.
Ruth hemen lahitin yanına oturdu ve gözlerini Caleb’e dikti. Ümitsiz bir şekilde inledi.
Caleb diz çöktü ve lahitin taş kapağını geriye doğru itmeye çalıştı. Ama bu, diğerlerinden daha da ağırdı ve neredeyse hiç kımıldamıyordu.
Caleb daha da eğildi ve bütün gücüyle itti ve sonunda taş kapak kımıldamaya başladı. Caleb itmeye devam etti ve bir süre sonra kapak tamamen açıldı.
Caleb, Caitlin’i orada uzanmış bir şekilde bulunca bir anda her yanını bir rahatlama sardı. Caitlin’in elleri düzgün bir şekilde göğsünde kavuşturulmuştu, hala tam olması gerektiği gibiydi. Fakat biraz yakından bakınca rahatlaması endişeye dönüştü. Caitlin’in hayatında hiç görmediği kadar solgun olduğunu gördü. Yanaklarında neredeyse hiç renk yoktu ve gözleri meşalenin ışığına dahi tepki vermiyordu. Daha dikkatli baktı ve nefes almadığını hissetti.
Dehşet içinde geri yaslandı. Caitlin ölmüş gibi görünüyordu.
Ruth daha sesli inledi: Caleb şimdi anlamıştı.
Lahitin içine doğru eğildi. İki elini sıkıca Caitlin’in omuzlarına yerleştirdi ve onu yavaşça sarstı.
“Caitlin?” Kendi sesindeki kaygıyı duyabiliyordu. Daha güçü bir şekilde sarsarak daha da yüksek sesle bağırdı “CAITLIN?”
Fakat Caitlin cevap vermedi. Caleb, Caitlin olmadan hayatının nasıl olabileceğini hayal ederken bütün vücudu buz kesti. Zamanda yolculuğun tehlikesinin olduğunu ve her vampirin her yolculuğa uygun olmadığını ve hayatta kalamayabileceklerini biliyordu. Ama asla yolculuktan geri dönerken ölüm gerçeği ile gerçekten tanışacağını düşünmemişti. Acaba durmadan onu bu görevdeki aramaya teşvik etme konusunda hata mı yapmıştı? En son oldukları zamanda ve yerde onunla kalıp her şeyi geride mi bırakmalıydı?
Ya şimdi her şeyi kaybetmişse ne olacaktı?
Ruth lahitin içine sıçradı, Caitlin’in göğsünde dört patisinin üzerinde durarak onun tüm yüzünü yalamaya başladı. Dakikalar geçti ve Ruth yalamayı bırakmadı; hem yalıyor hem de inliyordu.
Tam Caleb eğilip Ruth’u çekecekti ki durdu. Şok olmuştu, çünkü Caitlin bir gözünü açmaya başlamıştı.
Ruth kendinden geçmiş bir şekilde uludu, Caitlin’in üzerinden yere sıçradı ve daireler çizerek koşmaya başladı. Caleb de aynı şekilde kendinden geçmişçesine lahitin içine doğru eğildi. Caitlin sonunda iki gözünü de açmış ve etrafa bakmaya başlamıştı.
Caleb hemen Caitlin’in buz gibi olan ellerinden birini yakaladı ve kendi ellerinin arasında ısıtmaya başladı.
“Caitlin? Beni duyabiliyor musun? Benim, Caleb.”
Caitlin yavaşça doğrulup oturmaya çalıştı. Caleb içeriye doğru iyice uzandı, usulca Caitlin’in boynunun arkasına elini yerleştirdi ve doğrulmasına yardım etti. Caitlin’in göz kırptığını, gözlerini kısarak